Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

İlme ve emeğe saygı ve vefa gerek

İlme ve emeğe saygı ve vefa gerek

AZİZ SANCAR HOCA’NIN RESMİ, MİLLÎ PARALARA VE MİLLÎ PULLARA BASILMALI 

Nobel Ödülü Alan Sancar’ın resmi, paralardan birine basılmalıdır. Lira banknotlarımızın üstüne önemli şahsiyetlerin resimlerinin basıldığını biliyoruz. 

Hatta yarışmalarda sorarlar hani: Yirmi liranın üstünde kim var, on liranın üstünde kim var, beş liranın üstünde, elli, yüz, iki yüz liranın üstünde kim var diye…

Merkez Bankası bundan sonra basacağı banknotlardan birinin üstüne bu yıl Nobel Kimya Bilim Ödülünü kazanan değerli ilim adamımız Prof. Dr. Sancar’ın resmini basmalı bence.

PTT ise pullardan birine Nobel Ödüllü ilim adamımızın resmini hatıra olarak basmalı.

Bir bilim adamının etnik kimliği üzerine saçma sapan lakırdılara boğulan bu ülkeden böyle bir ilim adamının çıkmasına nasıl da şaşıyor bazıları…

Cumhuriyetle bir problemi olmaması da şaşırtıyor bazılarını…

Sancar açıkça Türk kimliğinin üstünde duruyor; Arapça bilmiyorum, kürtçe bilmiyorum Türkçe konuşuyorum ve ben Türk’üm diyor. Dahası öğrencilik yıllarında Ülkücü olduğu meydanda…

Hala birileri onu bir etnik kimliğe sıkıştırmak ve Türkiye’nin global statüko tarafından empoze edilen gündeminde boğmak istiyorlar.

Bu gündem bizim değil. Küçük devletler, küçük ülkeler büyük devletlerin tayin ettiği gündemde boğulurlar.

Büyük devletler, büyük milletler kendi gündemini kendisi tayin eder.

 Sancar Hoca ile gündemimizin ne olması gerektiğini öğrendik.

Gençliğe örnek şahsiyet kimi göstereceğimizi de…

‘HER TÜRK ASKER DOĞAR’

Yalan değil, evet; ‘her Türk asker doğar’.

Bu yeni de değil.

Binlerce yıldır böyle…

Her Türk Asker Doğar.

Bir daha yazıyorum altını çizerek, kalın harflerle:

Her Türk Asker Doğar…

Ordu Millet de tarihsel ve kültürel bir mesele…

Hatta ekonomi politik…

Türk’ün ekonomi politiği asırlardır hareket halinde bir milletin ve hareket halinde bir devletin müthiş organizasyonudur. Barış zamanlarında üreten, toprağa bağlı ekonomiyi geliştiren, adaletle paylaşan, verimli bir üretim ve Pazar ağı; savaş zamanlarında ise hemen her meslek diliminin, hemen her üreticinin asker olduğu bir hareket felsefesi ve askerî strateji…

Ordu millet askere itaat eden bir kavram değil aslında.

Kendi asker ve ruhunda adanmışlık var…

Hayatının bütün alanları şahsiyetinde mündemiç…

Kafes filminde bir sahne var:

Kafes’e tıkılmışlar, ki içlerinde devrimcilerden ülkücülere her çeşit insan var; her yanları yara bere içinde dışarıdan gelen sese kulak veriyorlar:

İlk duyumda köpek havlamaları gibi geliyor koridorlardan sesler. Öyle ya Mamak koca bir cehennem ve dışarıda köpeklerin olması gayet normal.

Sonra sesler yaklaşıyor. Yaklaştıkça daha bir gürleşiyor. Meğerse bağırtılar askerlerin rap rap yere vurdukları postallarının sesleri ile koridorlarda boğulan o bağırtılar…

“Her Türk Asker Doğar!”

“Vatan Sana Canım Feda!”

“Ne Mutlu Türk’üm Diyene!”

“Bir ki üç dört…”

Bunlar askerlerin yürürken yürüyüş kararı ya da koşarken koşu kararı söyledikleri sloganlar…

Ben de asteğmenlik yaptım ve de bunları erlerime söylettim.

Özgür ortamda söylettim ama…

Mamak bir zindandı ve o zindanda 12 Eylül darbecileri güya terbiye metodu olarak kullanıyorlardı.

Bir de İstiklal Marşımızı.

O en çok sevdiğimiz marşı zorla okutuyorlardı.

Özgür tamamen hür bir ortamda özgür bir kalp ve nefesle söylenmesi gereken marş, herhalde zorla söyletilemezdi.

Ruhuna aykırıydı.

Ben ezelden beridir hür doğdum, hür yaşarım

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım

***

Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet

Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal

Baştan başa hürriyet abidesi, baştan başa bağımsızlık ruhu…

Böyle bir marşı söyleyecek şahsın elbette hür olması kaçınılmaz.

Mamak cehenneminde hür ruhun isterse söylediği ve bütün nefesinin sonuna kadar harcayarak ve yeri göğü inleterek söylediği bir marştı bu…

MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davasının ilk gününde bütün bir salonun tek bir yürek olarak, nek bir nefes olarak haykırdığı İstiklal Marşı ne daha önce ve ne de daha sonra asla öyle okunmadı. Okunmayacak.

Fakat ellerimize cop vurarak söyletemezlerdi.. Söylemedik…

İşte o Kafes sahnesinde, Mehmet Sipahi’nin yanındaki devrimci yaralı genç soruyor: 

“Bu köpek havlamaları da ne?”

Sonra sesler yaklaşıyor ve Kafes’in olduğu bölmeye girdiklerinde ellerinde copları kafes demirlerine vuruyorlar ve sonra bütün tutuklular üstünde terör estiriyorlar…

Kim bunlar?

Şanlı askerimiz mi?

O psikopatları toplayıp üstümüze salan beş darbeci general, ABD Başkanından icazet almışlardı. 

Biz gerek Kafes’te gerekse Ceza ve Tutukevi’nde bize zulmeden hiçbir Anadolu evladı askere yan gözle bakmadık. Onlar zavallı emir erleriydi. Asıl mesele beşlideydi.

Kimdi onlar?

Şanlı askerimiz mi?

Ne gezer?

Bunlar, bu darbeciler, ABD Başkanının “biçim çocuklar” dediği halkına savaş açanlar…

Türk askeri değil…

Elbette yıllar sonra gecikmiş Kafes filmini seyrederken bugün her gün şepit haberleri ile yüreği dağlanan gençler, bir anakronik hal yaşıyorlar.

Askerimize hakaret edildiği vehmine kapılabilirler.

O yüzden bu açıklamayı zaruri gördüm.

ABD Başkanının “bizim çocuklar” dediği darbecilerle, şehadet şerbeti içmeye her zaman namzet olan şanlı Türk askerinin elbette hiçbir ilgisi olamaz.

Fakat askeri koruyup kollayan genç dimağın hissiyatını hiç de yabana atmıyorum.

Şükür ki öyle gençler var: Ben onların söylediklerini hakaret kabul etmiyorum.

Evet:

“Her Türk asker doğar!” 

Ama kimse de ruhumuzu, fikrimizi, ülkümüzü Kafes’e tıkamaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi