İstanbul’un 100’leri serisinin 53. kitabı olan İstanbul’un 100 Lezzeti’nde 19. yüzyıla kadar saray mutfaklarında ikram edilen yemeklerin sırasını belirten mönülere de rastlamak mümkün.
164
Saray Mutfaklarından Halk Sofralarına İstanbul’un 100 Lezzeti
264
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., muhteşem bir tarih ve göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip olmasının yanı sıra zengin bir yemek kültürüne de ev sahipliği yapan İstanbul’un 100 lezzetini tek kitapta topladı. Yemek kültürü konusunda çalışmalar yapan araştırmacı Nilgün Tatlı tarafından hazırlanan İstanbul’un 100 Lezzeti, ünü dünyaya yayılan İstanbul mutfak kültürünün gelecek nesillere aktarılması ve bu zengin mirasın yaşatılmasını amaçlıyor.
364
Kitabın giriş bölümünde İstanbul mutfağının gelişimi ve çeşitlenmesi, mutfağın tertip düzen ve çalışma hiyerarşisi, mutfakta kullanılan araç ve gereçler, sofra düzeni, sofra kuralları, padişahların yeme içme alışkanlıkları gibi konular hakkında doyurucu bilgiler bulunuyor. İstanbul’un 100 Lezzeti başta çorbalar, et yemekleri, deniz ürünleri, zeytinyağlılar, salatalar, turşular, baklagiller, hamur işleri, süt ürünleri ve şerbetler olmak üzere 11 ayrı bölümden oluşuyor.
464
Kitapta ayrıca; Osmanlı’dan günümüze yemeklerin ve yemek isimlerinin hikâyelerinden konuyla ilgili farklı rivayetlere, yemeklerde kullanılan malzemelerin özelliklerinden, bu malzemelerin faydalarına kadar pek çok ilginç ayrıntıya yer verilmiş. İstanbul’un 100’leri serisinin 53. kitabı olan İstanbul’un 100 Lezzeti’nde 19. yüzyıla kadar saray mutfaklarında ikram edilen yemeklerin sırasını belirten mönülere de rastlamak mümkün. Biz de siz okurlarımız için İstanbul'ın 100 Lezzeti kitabından seçtiğimiz saray sofralarından hala sofralarımızda yer edinen bildiğiniz ya da bilmediğiniz yemeklerden bazılarını seçtik. İlginç hikayeleri ve tarifletiyle 30 çeşit yemek tarifini beğeneceğiniz umuyor diğer hikayeler ve tarifler için kitabı mutlaka edinmenizi tavsiye ederiz.
564
ŞİRDAN (ŞİRDEN) İŞKEMBE ÇORBASI Çift tırnaklı büyük baş sığır ve koyunun, bilindiği üzere mideleri dört gözlüdür. Bu gözlerden sindirimin bittiği son bölüme Şirden veya Şirdan, halk arasında midenin tamamına da işkembe denir. Orta Asya’dan Osmanlı İmparatorluğu’na uzanan dönemde yaklaşık 500 yıl boyunca, 15. yüzyıldan beri varlığını her daim hissettiren İstanbul Saray ve halk mutfağında bu çorbanın piştiğini, günümüzde de değerini koruduğunu, özellikle kurban bayramında hemen hemen her yörede mutfaklarda yer aldığını görmekteyiz. Fatih Sultan Mehmet bu çorbayı çok sevmiş olacak ki onun döneminde bu çorba sıkça pişirtilmiştir. Nitekim o döneme ait masraf defterleri incelendiğinde özellikle kış aylarında işkembenin sürekli sipariş edildiği görülmektedir.
664
1 adet dana şirdeni (temizlenmiş) 2 kaşık hafif kavrulmuş un 10 bardak su Bir tutam tane karabiber, tuz Sosu için 1 çay bardağı sirke Yeterince tuz 4-5 diş dövülmüş sarımsak Sosu için derin bir kaseye tüm malzemeyi koyup karıştırın. YAPILIŞI Düdüklü tencerenize suyu, işkembeyi, biraz tane karabiberi ve tuzu koyup kısık ateşte 30 dakika pişirin, altını kapatın, kapağı açmaya hazır olunca şirdeni çatalla çıkarıp tahta üzerinde ufak kuş başı şeklinde kesin. Daha sonra yine haşladığınız suyun içerisine atın. Kısık ateşte ununu karıştıra karıştıra ilave edin. Biraz kaynadıktan sonra altını kapatın. Çorbayı servis yaparken üzerine pul biberli yağ gezdirin. Sofraya sirkeli sosunu da koyup çorbayı içenlerin istedikleri kadar almalarını sağlayın.
764
Nohut Çorbası, Fatih Sultan Mehmet’in sofrasından başlayarak günümüze kadar sıkça pişirilmiştir. 15. yüzyılda Şirvânî’nin tarifinde bu çorbada bol soğan, yağlı kıyılmış et, mumbar, safran yer almıştır. Ancak günümüze gelen tariflere baktığımızda nohut çorbasının tarçın, nane, tavuk veya et suyu, biraz kimyon konularak pişirildiği görülmektedir. Baklagillerden olan nohudu günümüzde ekmek, yemek, salata, tatlı yapımında ve turşuyu mayalamak için kullanmakta, ayrıca meze olarak da tüketmekteyiz.
864
NOHUT ÇORBASI MALZEMESİ 2,5 su bardağı haşlanmış ve kabukları çıkarılmış nohut 5-6 su bardağı tavuk suyu veya et suyu 1 çorba kaşığı nohut unu veya un (birazcık suda açılmış) Yeterince tuz YAPILIŞI Haşlanmış nohutları gevgirden geçirerek veya blenderla ezin. Daha sonra tavuk suyuna koyun, kısık ateşte kaynatın, tuzunu koyun, iyice ezilen çorbaya kıvam artırması için azıcık suda açılmış nohut ununu ilave edin. Servis yaparken limon parçalarıyla servis yapın.
964
KUZU KAPAMA Saray mutfaklarında pişen et yemeklerine baktığımızda kuzu kapamaya Osmanlı’nın son döneminde rastlayabilmekteyiz. Kuzu kapama İstanbul halk mutfağından çıkan ve Saray mutfağında da sevilerek yerini almış bir yemektir. İstanbul mutfağına özgü yemeklerden biri olan kuzu kapamanın adını gelin kaynana atışmasından aldığı rivayet edilmektedir. Rivayete göre bir zamanlar gelin kuzu etinden güzel bir yemek yapar, çocuklarına yedirince azalan eti kocası için bir kenara koyar. Acıkan kaynanası mutfakta ne var diye bakmaya gittiğinde bir bakar ki kalan az etin üstü kapalı. “Gelin bundan başka yemek yok mu ki kuzuyu kapattın?” der, gelin de “Oğlun aç gelecek ne yapayım ben de kuzuyu kapattım.” der.
1064
KUZU KAPAMA MALZEMESİ 1 kilo kuzu kol veya budu (birer kişilik parçalara bölünmüş) 2 adet kıvırcık 1 demet doğranmış yeşil soğan 2 çorba kaşığı sıvı yağ 1 adet kesme şeker 1 demet ince kıyılmış dereotu 6-7 adet tane karabiber 1 su bardağı sıcak su Yeterince tuz YAPILIŞI Öncelikle etleri güzelce yıkayıp bir kenara koyun. Jülyen doğranmış soğanı ve sıvıyağı tencereye koyup kısık ateşte biraz pişirip üzerine eti ve karabiberi ilave edin. Et suyunu bırakıp çektikten sonra eğer istenilen yumuşaklıkta değilse üzerine sıcak su ilave edin, biraz daha pişirin. Sonra yeşil soğanı ve elle kopararak kıvırcığı ilave edin, yeşillikleri sönene kadar hafif karıştırarak pişirin. En son dereotunu da ilave edip altını kapatın. Sonra sıcak servis yapın.
1164
BILDIRCIN DOLMASI Birçok Osmanlı sultanının ava meraklı olduğu, özellikle Fatih Sultan Mehmet’in sık sık ava çıktığı rivayet edilir. Fatih, daha ziyade Beykoz ve çevresinde avlanmayı severdi. O dönemlerde Beykoz ve çevresinde, maalesef günümüze kadar gelememiş olan Biniş Kasırlarında avlandıktan sonra mola verir, hizmetkârlar da avlanan hayvanları pişirerek Sultan’a ikram ederlerdi. Bu dönemde av hayvanlarından bıldırcın, güvercin ve yaban ördekleri ile yapılan enfes yemekler sofraları süslerdi. Fatih Sultan Mehmet’in yanı sıra IV. Mehmet (Avcı Mehmet), Abdülmecid ve II. Abdülhamit’in ava son derece meraklı olduğunu biliyoruz. Bu padişahlar, av sonrasında, Biniş kasırlarından olan Ihlamur ve Aynalıkavak kasırlarını kullanılmışlardır.
1264
BILDIRCIN DOLMASI MALZEMESİ 7-8 adet bıldırcın 2 adet ince kıyılmış kuru soğan 1 çay bardağı kabukları soyulmuş badem 2 su bardağı pirinç (ılık suda bekletilmiş, süzülmüş) Yeterince tuz ve karabiber 1 çay kaşığı tarçın 1 çorba kaşığı nar ekşisi 2 çorba kaşığı kuru üzüm 3 çorba kaşığı tereyağı 1 su bardağı sıcak su YAPILIŞI Tencereye koyduğunuz yağda soğanı pembeleştirin, ardından pirinci, tuzu, karabiberi, tarçını, üzümü ve bademi koyup sıcak su ilave edin. Pirincin suyunu çektirin, daha sonra nar ekşisi ve bal ilave edin. Diğer tarafta 2 kaşık tereyağında bıldırcınları parçalamadan ve derisini zedelemeden arkalı kızartıp fırın tepsisine koyun. İçlerine, yapmış olduğunuz pilavdan yeterince doldurup kürdanlarla ağızlarını birleştirin. Fırında veya tencerede 1 su bardağı sıcak su ilave edip bıldırcın yumuşayıncaya kadar pişirin. Üzerine ve yanına domates, nane ve soğan halkaları ile süsleyip servis yapın.
1364
YOĞURTLU YÖRÜK KAVURMASI (KEBABI) MALZEMESİ 1 kg kuzu kuşbaşı 2 çorba kaşığı tereyağı 2 adet ince kıyılmış kuru soğan 1 tatlı kaşığı kırmızı biber 1 kilogram çok az suyla açılmış kese yoğurdu Yeterince tuz ve karabiber 2 adet yufka ekmek YAPILIŞI Öncelikle soğanı yağda kavurun, daha sonra kuşbaşını koyup kısık ateşte et suyunu salıp çekene kadar pişirin. Eğer et yumuşamamışsa sıcak su ilave edin. Daha sonra fırın tepsisine yufka ekmeği düzgünce serin ve etleri düzgün bir şekilde üzerine yayın. Ardından üzerine yoğurdu yayıp 180 derece fırında 15 dakika pişirip çıkarın. Son olarak 1 çorba kaşığı kızgın yağda kızartılan kırmızı biberi her tarafına gezdirerek sıcak servis yapın.
1464
MALZEMESİ 1 kg kuzu kuşbaşı 2 çorba kaşığı tereyağı 2 adet ince kıyılmış kuru soğan 1 tatlı kaşığı kırmızı biber 1 kilogram çok az suyla açılmış kese yoğurdu Yeterince tuz ve karabiber 2 adet yufka ekmek YAPILIŞI Öncelikle soğanı yağda kavurun, daha sonra kuş¬başını koyup kısık ateşte et suyunu salıp çekene kadar pişirin. Eğer et yumuşamamışsa sıcak su ilave edin. Daha sonra fırın tepsisine yufka ekmeği düzgünce serin ve etleri düzgün bir şe¬kilde üzerine yayın. Ardından üzerine yoğurdu yayıp 180 de¬rece fırında 15 dakika pişirip çıkarın. Son olarak 1 çorba kaşığı kızgın yağda kızartılan kırmızı biberi her tarafına gezdirerek sıcak servis yapın.
1564
NAR EKŞİLİ KUZU YEMEĞİ (RUMMÂNİYE) Bu yemeğin adı Arapça’da nar anlamına gelen “rummân”dan gelmektedir. Tarif, Bağdâdî’den tercüme edilmiştir. Topkapı Sarayı’nda ve İstanbul mutfağında sonbahar ve kış aylarında sıkça pişen bu yemek, kayıtlarda “nar ekşili kalye” olarak geçer. 14.-16. yüzyıllarda, İstanbul mutfağında et yemeklerinin bolca yendiğini görüyoruz. Bu nedenle etler, damak zevkine uygun şekilde, ayrı aromalar katılmak suretiyle marine işlemlerinden geçirilmiştir. En yaygın marine işlemi şu şekilde yapılmıştır: Hardal tohumu güzelce dövülüp bir miktar limon veya sirke ile karıştırılır. Bu karışım, koyu macun hale gelince etlere sürülür ve belli bir süre bekletildikten sonra kullanılır. Ayrıca, et yemeklerinin üzerine mutlaka dereotu, maydanoz ve nane serpilirdi.
1664
NAR EKŞİLİ KUZU YEMEĞİ (RUMMÂNİYE) MALZEMESİ 700 gram kuzu kuşbaşı 2 adet patlıcan (alacalı soyularak iri kuşbaşı doğranmış) 3 çorba kaşığı tereyağı Yarım dilim balkabağı (iri kuşbaşı doğranmış) 1 adet ince kıyılmış kuru soğan 1 çorba kaşığı limon suyu 1 tatlı kaşığı bal 1 kahve kaşığı dövülmüş damla sakızı 1-2 adet kabuk tarçın 1 kahve kaşığı kimyon 1 kahve kaşığı dövülmüş kişniş 1 çorba kaşığı kuru nane 2 diş ince kıyılmış sarımsak 2 çorba kaşığı nar ekşisi Yeterince tuz ve karabiber YAPILIŞI Geniş bir tavaya, yağı ve kuşbaşı etleri koyup kısık ateşte pişirin. Yumuşamaya başlayınca üzerine ince kıyılmış kuru soğanı, sıcak suyu ve tuzu ilave edip kısık ateşte biraz pişirin. Patlıcan ve balkabağını, damla sakızını ve baharatları da ilave ederek kısık ateşte, biraz da sıcak su koyarak pişirin. Piştikten sonra nar ekşisini ve sarımsağı koyup karıştırın, üzerine taze nane serperek sıcak servis yapın.
1764
ÇERKEZ TAVUĞU Kafkaslardan gelip İstanbul’a ve çevresine yerleşen Çerkezler, ağır geleneklerinin yanında mutfak kültürlerini de korumayı bilmişlerdir. Çerkez mutfağının baş yemeklerinden olan Çerkez tavuğunun yanında Çerkez salatası da İstanbul Saray ve halk mutfağında yerini almıştır. Tarifini 19. yüzyıl yemekleri arasında görebildiğimiz bu yemeğin özellikle misafirler için pişirildiğini bilmekteyiz. Bir rivayete göre Çerkez kızlarının güzelliği dillere destanmış, istemeye gelenlere her istenen kız kendi elleriyle Çerkez tavuğu pişirip sunarmış, eğer yaptığı yemek kendi gibi güzelse o kız hemen istenirmiş. Çerkez tavuğunun özellikle düğünlerde, derneklerde ve çeşitli şölenlerde ilk hazırlanan yemek olmasının nedeni bu gelenek olsa gerek
1864
ÇERKEZ TAVUĞU MALZEMESİ 1 adet orta boy tavuk 6-7 dilim bayat ekmek Yeterince tuz ve karabiber 500 gram ceviz (bu yemeğin ön plana çıkan tadı cevizdir) Tavuğu haşlamak için yeterince su 1 çorba kaşığı dolusu ceviz yağı Süslemek için maydanoz dalları YAPILIŞI Öncelikle geniş bir tencerede tavuğu tuzunu da ilave ederek haşlayın. Diğer tarafta cevizi robottan geçirin, ıslatıp suyunu iyice sıktığınız ekmeği, tuzu ve biberi ilave edin. Bu karışıma koyu boza kıvamı alana kadar tavuk suyu ilave edin. Daha sonra bu sosu geniş bir kaba aktarın. Soğumuş olan tavuğu kemiklerinden ayırıp didin, biraz tuz ve karabiberle örselemeden karıştırın, geniş servis tabağına koyun, üzerinin her tarafını yaptığınız sosla kaplayın. En üstüne ceviz yağına pul biber karıştırıp her yerine yayın, arzuya bağlı maydanoz yapraklarıyla süsleyip servis yapın . (Eskiden et makinesinde ceviz çekilir ve bu işlem birkaç kez tekrarlandığı için cevizin yağı bir kenara akardı. Burada biriken yağ da bu yemeğin üzerine dökülürdü.)
1964
LEVREKLİ PİLAV İstanbul’un en sevilen balıklarından olan levreğin 18. ve 19. yüzyıla ait belgeler incelendiğinde Saray ve halk mutfağında turşusu yapılarak tüketildiği görülmektedir. 19. yüzyıl sonlarında Saray ve varlıklı ailelerin, İngiliz ve Fransız mutfağından esinlenerek, konuklara özel balık tabakları içinde haşlanmış levrek etinin yanına mayonez koyarak servis ettiklerini görmekteyiz. Kadıköy, Üsküdar, Karaköy ve Haliç’te bulunan sandallarda pişirilen balık ekmek ise orta kesimi doyurmuştur. Metinlerde de belirttiğimiz gibi balık ve diğer deniz ürünleri uzun süre mutfaklara pek fazla girmese bile Bizans mutfağının baş yemeği olan deniz ürünleri yavaş yavaş Saray mutfağına geçiş yapmıştır. 18. ve 19. yüzyılda çeşitlenerek farklı tarzlarda pişirilen deniz ürünleri, gelen devlet konuklarına mutlaka ikram edilmiştir.
2064
LEVREKLİ PİLAV MALZEMESİ 2 su bardağı dolusu pirinç (ılık suda bekletilmiş ve süzülmüş) 3 su bardağı sıcak su 3 adet levrek balığı (içi temizlenmiş ve tuzlanmış, suyu sıkılmış) Yeterince tuz ve tane karabiber Yarım çay kaşığı tarçın 4 çorba kaşığı sızma zeytinyağı YAPILIŞI Tencereye koyduğunuz zeytinyağını ısıtın; kokusunu alınca sıcak suyu, tuzu, tane karabiberi ve pirinci koyup bir kez karıştırın; daha sonra balıkları sıralayın; üzerine biraz tarçın serpin kapağını kapatın; kısık ateşte pirinç iyice suyunu çekene kadar tencerenin kapağını açmadan pişirin. Daha sonra balıkları parçalamadan servis tabaklarına alın, yanlarına da pilavından koyup üzerine maydanoz serpip servis yapın.
2164
PAPAZ YAHNİSİ Bir rivayete göre Ermeni Papazı hasta komşusunu ziyaret ederken elinde bir tas dolusu soğan ve balıktan yapılmış bir yemek götürür, komşu iyileşir ve bu güzel yemeği Ermeni komşusundan kendisine öğretmesini ister. Ermeni komşu, din görevlisi bir papaz olduğu için yemek de adını buradan alır. Mutfağımıza Ermeni mutfağından geçiş yapan bu yemek, aynı zamanda Rum ve Gürcü mutfaklarında da pişen özel bir lezzettir. Saray ve halk mutfağımıza geçiş yaparken onların kullandıkları şarap, yerini sirkeye bırakmıştır. Zamanla sirkenin yerini domates almış, yemeğe yeşil biber eklenmiştir. Değişim devam etmiş balığın yerini dana eti almış, bu yemeğe patates, sarımsak, havuç da katılır olmuştur.
2264
PAPAZ YAHNİSİ MALZEMESİ 1 kg kefal ayıklanmış ve 2'ye bölünmüş 3 adet jülyen doğranmış kuru soğan 1,5 çay bardağı zeytinyağı 2 çorba kaşığı sirke veya limon suyu 2 adet defne 1 çay bardağı su Yeterince tuz ve karabiber Üzeri için kıyılmış maydanoz YAPILIŞI Teflon yayvan bir tencerede zeytinyağı ile soğanı koyup rengi pembeleşene kadar karıştırarak kavurun. Suyu, sirkeyi, tuzu, karabiberi ve defne yaprağını koyup güzelce karıştırın. Sonra balıkları sıralayın, ağzını kapatıp balıklar suyunu çekip zeytinyağı kalana kadar pişirin. Dağılmadan balıkları düz bir tabağa koyup üzerine kıyılmış maydanoz serpip servis yapın.
2364
KARİDESLİ BÖREK Saray mutfağında pişirilen hamur işlerine baktığımızda, karidesli börek dışında deniz ürünü kullanılarak yapılan börek veya çöreklere (son yüzyılda hamsili pide vb.) rastlayamamaktayız. Yemek kültürümüze girmiş balık ve diğer deniz ürünleri ile yapılan yemekler, Ramazan aylarında daha az tüketilmiştir. Çok eski bir rivayete göre balık “beni yiyen doymasın, beni tutan olmasın” demiştir. Bu anlayışla olsa gerek balığın tok tutmayacağı düşüncesiyle Ramazanlarda balık az tüketilmiştir. Fatih Sultan Mehmet dönemindeki masraf defterlerine bakıldığında balık, karides ve istiridyeye rastlamaktayız. Bu, deniz ürünlerine Fatih Sultan Mehmet döneminde önem verildiğini göstermektedir. Karides sadece börek olarak değil, aynı zamanda yahni, güveç, çorba, kavurma, ızgara ve salata olarak da rağbet görmüştür.
2464
KARİDESLİ BÖREK MALZEMESİ 2 adet ince kıyılmış kuru soğan 300 gram haşlanmış ve suyu süzülmüş karides 4 yufka 1,5 su bardağı süt 3 çorba kaşığı zeytinyağı 1 yumurta sarısı Yeterince tuz ve karabiber YAPILIŞI Öncelikle soğanı yağda güzelce soteleyin; tuzunu, karidesleri, karabiberi de ilave edip biraz daha pişirin ve altını kapatın. Fırın tepsisini yağlayıp 1 kat yufkayı serin, arasına biraz süt dökün. 1 kat daha yayıp bunun üzerine karidesli içi güzelce yayın ve diğer yufkayı da serip arasına süt koyup kenarlarını da güzelce katlayın; en üste yumurta sarısını sürüp 170 derece fırında üzeri kızarana kadar pişirin, sıcak servis yapın.
2564
KAĞITTA TEKİR KEBABI Osmanlı döneminde sonbaharda Boğaz’dan geçen ton balıkları Arnavutköy kıyılarında yakalanırmış. O dönemlerde denizler çok bereketli olduğundan, denize daldırılan kepçelere balık dolduğu rivayet edilmektedir. Gayrimüslim ve fakir halkın en değerli besin kaynağı balık, bol ve ucuz olması sayesinde halk mutfağında her zaman yerini almıştır. Belirtmekte fayda var ki eski İstanbul sofralarında balık yemeklerinden sonra su içilmez, onun yerine koruk şerbeti ya da tadı az limon şerbetleri içilirdi. Bu da İstanbul yemek kültürünün ayrı bir yanını oluştururdu. Saray mutfaklarında yapılan tarifler arasında kâğıtta pişirme yöntemi dikkat çekmektedir. Mangalda köz ateşinde ya da ızgarada da aynı şekilde pişirildiği görülmektedir. Tekir balığının adı, çene altında bulunan iki adet bıyıktan gelmektedir
2664
KAĞITTA TEKİR KEBABI MALZEMESİ 10-12 adet temizlenmiş, yıkanmış tekir balığı 1 çorba kaşığı dolusu zeytinyağı Yeterince tuz ve karabiber İki çorba kaşığı ince kıyılmış maydanoz 1 tatlı kaşığı dolusu sirke veya limon suyu YAPILIŞI Öncelikle balıkların yapışmaması için yağlı kâğıdı fı¬rın tepsisine açın, biraz zeytinyağı gezdirip balıkları kâğıda sı¬ğacak şekilde sıralayın. Bir başka kapta zeytinyağını, karabiberi, tuzu ve sirkeyi güzelce karıştırın, balıkların üzerinde eşitçe gez¬dirin, maydanozları serpin, kâğıdı güzelce hiç açılmayacak şe¬kilde paket yapın. Tepsiyi bu şekilde 180 C derece sıcaklıktaki fırına koyun. 10 dakika kadar pişirin servis tabağına kâğıdıyla beraber koyup masada herkesin alacağı şekilde servis yapın.
2764
SÜTLÜ DİL BALIĞI GÜVECİ Osmanlı döneminde büyük balıklar taneyle, diğerleri ise okkayla satılmıştır. Sultan II. Abdülhamid döneminde tutulan bazı muhasebe kayıtlarında (1890 kışı) bir hafta boyunca her gün taze barbunya, istiridye, uskumru, kaya balığı, mercan, levrek, pisi balığı, kırlangıç ve mezgit alındığı görülmektedir. Saray mutfağında balıklar itinayla temizlenmiş, özel cımbızlarla kılçıkları ayıklanmıştır. II. Abdülhamid’in, lüferin yanağında bulunan eti çok sevdiği ve ona bu etin özel olarak hazırlanıp sunulduğu rivayet edilmektedir. Süt kullanılarak yapılan et ve balık yemeklerinin ayrı bir inceliği olmuştur. Lop eti olan balıklar, koyun ve kuzudan yapılan yemeklerde, sütün etin içine nüfuz etmesi için olsa gerek, balık veya et önce biraz sütte hafifçe haşlanır, daha sonra şişe veya ızgaraya konup köz ateş üzerinde pişerken üzerine süte batırılan kuş tüyü ile tekrar süt sürülürmüş.
2864
SÜTLÜ DİL BALIĞI GÜVECİ MALZEMESİ 4 adet temizlenmiş dil balığı (filetosu) 1,5 su bardağı süt 1 çay bardağı un 1,5 su bardağı rendelenmiş kaşar Yeterince tuz ve karabiber 2 çorba kaşığı dolusu tereyağı YAPILIŞI Tavada 1 kaşık tereyağını eritin, dil balığı filetolarını arkalı önlü hafifçe kızartın, bunları fırın kabına koyun. Diğer tarafta kalan tereyağını tavada eritin, unu azar azar ilave edip pembeleştirin, karıştıra karıştıra sütünü koyup güzelce pişirin. Bu sosu balıkların üzerine yayın, en üstüne rendelenmiş kaşarı da serpip 170 C derece fırında üstü kızarana kadar pişirin, sıcak servis yapın.
2964
KURU BÖRÜLCE PİYAZI Börülcenin Afrika kıtasından Amerika’ya ve Avrupa’ya yayıldığı bilinmektedir. Börülce Ege ve Akdeniz bölgesinin karakteristik bitkisidir. İstanbul ve çevresinde oturan göçmenlerin, getirdikleri tohumları bahçelerinde ekerek yetiştirmeleri börülcenin İstanbul mutfağında yayılmasında etkili olmuştur. 19. yüzyıl yemeklerinde kendini gösteren börülceden taratorlu salata, piyaz, zeytinyağlı yemek, çorba ve turşu yapıldığını söyleyebiliriz. Halk arasında da çok sevilen börülceye bazı yörelerde “karnı kara” denmektedir. Hepimizin bildiği gibi börülce türkülere de konu olmuştur (Bahçelerde börülce, oynar gelin görümce) . Börülcenin içeriğinde C vitamini ve bitkisel protein bulunur. Göğüs ve akciğere faydalı olan börülcenin, bazı yörelerimizde suyunun yanıkların tedavisinde kullanıldığı bilinmektedir.
3064
KURU BÖRÜLCE PİYAZI MALZEMESİ 2,5 su bardağı haşlanmış kuru börülce 1 adet kuru soğan (jülyen doğranmış) 4 çorba kaşığı koruk suyu veya sirke Yeterince tuz ve karabiber 3 çorba kaşığı sızma zeytinyağı YAPILIŞI Börülcenin içine soğanı, zeytinyağını, koruk suyunu ya da sirkeyi, yeterince tuzu ve karabiberi atıp karıştırın. Buzdolabında biraz bekletip daha sonra servis yapın.
3164
PEYNİRLİ SAKIZ KABAĞI DOLMASI Kabak 15. yüzyıl Saray mutfağında borani olarak pişirilmiştir. 16. yüzyıldan sonra İstanbul mutfağında kabak dolmasının, koruklu kabağın, bal kabağının tümüyle dolmasının, kabak kalyesinin, yoğurtlu kabağın, kabak salatasının, kabak çorbasının, kabak kavurmasının, kabak turşusunun, kabaklı kol böreğinin, sakız kabağından kıymalı musakkanın, asma kabağı dolmasının, tatlı kabak tatlısının ve reçelinin tüketildiği görülmektedir. Cumhuriyetin kurulmasından sonra mübadele ile Girit’ten gelenler, yeni yemek kültürlerini de beraberinde getirmiştir. Mesela kabak, çiçeği ile birlikte toplanmış, hem kabak hem de çiçeği dolma olarak pişirilmiştir. Peynirli ve çökelekli kabak dolması bu şekilde İstanbul mutfağına girmiştir. Günümüz İstanbulunda bazı restoranlarda kabak çiçeği dolmasını yiyebilme imkanımız vardır.
3264
PEYNİRLİ SAKIZ KABAĞI DOLMASI MALZEMESİ 1 su bardağı çökelek 1 su bardağı ufalanmış yağlı peynir 3 çorba kaşığı kıyılmış maydanoz 3 çorba kaşığı kıyılmış dereotu 2 çorba kaşığı kıyılmış nane Yeterince tuz ve karabiber 1 çorba kaşığı sıvıyağ 5-6 adet taze kabak Yarım su bardağı sıcak su YAPILIŞI Önce kabakları yıkayıp güzelce süzün. Sonra kabuklarını biraz kazıyın. Daha sonra ikiye kestiğiniz kabakların içini kaşık sapı ile yavaş yavaş kırmadan oyun, içlerini elinize biraz aldığınız tuz ve karabiberle hafifçe ovun. Bu işlem kabağa tuzun ve karabiberinin geçmesini sağlar. Fazla suyunu çıkartın ki kabağın sulu olması engellensin. Tüm iç malzemelerini güzelce bir kâsenin içinde karıştırın. Kabaklara yeterince doldurup ağızları yukarı gelecek şekilde yerleştirin. Kısık ateşte kabaklar yumuşayıncaya kadar pişerken yarım bardak sıcak suyu ilave etmeyi unutmayın. Sonra sıcak veya soğuk servis yapın.
3364
PATLICAN MÜCMERİ Patlıcan ile bir önceki yemek tarifinde saydığımız yemekler dışında İstanbul Saray ve halk mutfağında imambayıldı, karnıyarık, etli ve zeytinyağlı dolma, salata, etli musakka, börek, kaygana, paça, tava, kavurmalı yemek, güveç, turşu, reçel vb. yapılmıştır. Patlıcan mücmeri de bunlar arasında yer alıp bu yemek eski İstanbul mutfağında, bildiğimiz mücver gibi yapılmamıştır. Geçmişte zahmet harcayarak yapılan patlıcan mücmeri artık kabak mücveri gibi yapılır hale gelmiştir.
3464
PATLICAN MÜCMERİ MALZEMESİ 5 adet kemer patlıcanı 1 kase ince kıyılmış patlıcan içi (limonlu suda bekletilmiş ve suyu sıkılmış) 3 adet ince kıyılmış kuru soğan 2 çorba kaşığı zeytinyağı 1 orta boy kâse dolusu kıyma 3 çorba kaşığı dolusu ince kıyılmış maydanoz 2 adet yumurta Yeterince tuz ve karabiber YAPILIŞI Ocakta kaynayan tuzlu su hazırlayın, patlıcanları oydukça kararmasın diye bu suya atın, işlem bitince 5-6 dakika daha kaynatın, sonra süzün. Tencereye tereyağını ve zeytinyağını koyun, soğanı biraz soteleyin. Kıymayı, patlıcan içini, tuzu, karabiberi, maydanozu koyup pişirin, altını kapatıp içine çırpılmış 2 yumurtayı da koyup karıştırın. Sonra bu içi patlıcanların içerisine doldurup fırın tepsisine yerleştirin, biraz da tepsiye sıcak su ilave edip 175 C derecede yumuşayana kadar pişirin.
3564
İSTANBUL PİLAVI Geçmişi 7000 yıl öncesine dayanan pirinç, Hindistan’dan İç Anadolu’ya gelmiş, böylece Saray mutfağının ve İstanbulluların en sevdiği yemekler arasına girmiştir. Osmanlı döneminde pirincin büyük bir kısmı Mısır’dan karşılanmış, kalan kısmı İran ve Filipin’den alınmıştır. Evliyâ Çelebi, Bitlis Beyinin halka verdiği bir ziyafette keklik pilavı, nar pilavı, çilav, püryan, derman, dut, amber, öd, badem, kişniş, fıstık, köfte, kerkü pilavı olmak üzere 13 çeşit pilav saymıştır. 1574 yılında tutulan muhasebe kayıtları incelendiğinde, Sarayın kilerinde bulunan 975 ton pirinçten o yıl Has mutfakta 42 ton, yabancı elçi ziyafetlerinde 229 ton, Divan yemek - şenliklerinde 208 ton, Enderun görevlileri için 188 ton olmak üzere yaklaşık 716 ton pirinç pişirildiği, geri kalan bakiye pirincin bir sonraki yıla devredildiği görülmektedir. Pilavı çok seven Sultanların, pilava adları da verilmiştir (Sultan Reşat Pilavı, Ali Paşa Pilavı). Özellikle Sarayda yapılan merasimlerde en çok pilav pişirilmiş; İstanbul’da bayram, doğum, düğün merasimlerinde, ölümlerde, şenliklerde, törenlerde pilav ana yemek olmuştur. Hali hazırda seyyar satıcıların camekânında nohutlu pilav itibarını sürdürmektedir.
3664
İSTANBUL PİLAVI MALZEMESİ 1 adet haşlanmış ve küp doğranmış tavuk göğsü 3 çorba kaşığı dolusu tereyağı 1 çimdik safran 1 tatlı kaşığı toz şeker 3 çorba kaşığı kabukları soyulmuş ve hafif kavrulmuş badem içi 2 su bardağı pirinç (10 dakika ılık suda ıslanmış ve suyu süzülmüş) 6 çorba kaşığı bezelye (haşlanmış ve suyu süzülmüş) 3,5 su bardağı tavuk suyu 1 çorba kaşığı hafif kavrulmuş dolmalık fıstık 1 çorba kaşığı ufak ufak kesilmiş ve kavrulmuş ciğer 5-6 tane karabiber Yeterince tuz 2 adet defne yaprağı Üzerine 2 çorba kaşığı dereotu YAPILIŞI Teflon pilav tenceresine tereyağını koyup eritin, dolmalık fıstığı, bademi ve tavuk göğsünü ilave edip biraz soteleyin. Ardından pirinci koyup şeffaflaşana kadar kavurduktan sonra şekeri, bezelyeyi, önceden kavrulmuş ciğeri, tuzu, tane karabiberi ve 2 adet defne yaprağını, sıcak tavuk suyunu da koyup karıştırdıktan sonra önce hızlı, sonra yavaş ateşte pişirin, pilav suyunu çekince altını kapatın. Biraz demlendirdikten sonra dereotu serpip sıcak servis yapın.
3764
Sarayın zeytinyağı ihtiyacını karşılayan Girit Adası’nın Osmanlı hâkimiyetine geçmesiyle birlikte, oradaki lezzetler de İstanbul mutfağında yerini almaya başlamıştır. Mübadelede zamanında gelen Giritli Türkler, otsuz yaşayamayacakları için Beykoz, Büyükdere ve çevresine (otu ve yeşilliği bol olan yerlere) yerleşmişlerdir. Giritliler yerleştikleri yerlerde sıkça kendi yemeklerini pişirerek hem gelen komşulara ikram etmişler hem yemeklerin pişirilmesini hem de topladıkları çeşitli otları ve zeytinyağını hangi yemeklerde kullandıklarını çevredekilere öğretmişlerdir. Böylece fava gibi Girit yöresine özgü yemekler mutfaklarımızda yerini almıştır. Fava, rezene, bambul, radika, turp otu, istifno, sirken, son zamanlarda giriş yapan deniz börülcesi vb. yabani otlar keçi eti ve peyniri Giritliler sayesinde İstanbul mutfağına giren lezzetlerdir. Rivayete göre II. Abdülhamid, Girit adasına oradaki halka sağlık hizmeti verilmesi için doktor göndermiş, ada olmasının ve o dönemde ulaşımın zor olması nedeni ile aylar sonra doktor Sultana telgraf çekmiş ve “Sultanım beni buradan alın, herkes çeşit çeşit yabani ot toplayıp yediğinden vücutları şifa bulmakta ve hiç hastalanmamaktadır.” demiştir.
3864
FAVA MALZEMESİ 2 su bardağı kuru bakla (akşamdan ıslatılmış suyu süzülmüş 1 adet kabukları ayıklanmış tüm soğan 1 tatlı kaşığı toz şeker 3 su bardağı su Yeterince tuz ve arzuya göre karabiber YAPILIŞI Islanmış baklaları süzüp tencereye koyun, içine tüm soğan koyun, yeterince su ve tuz ilave edin. Kaynadıkça baklaların iyice ezilmesi için sıcak su koyun. Koyu boza kıvamına gelince içindeki tüm soğanı çıkarın, blender ile veya telle süzün, tabaklara koyun,
3964
TOPİK Topik İstanbul mutfağına giren bir Ermeni yemeği olup Ermeni yemek kültürünün gözdesidir. Eski İstanbul yemekleri deyince akla gelenlerden biri de topiktir. Topik dışında Ermenilerin midye, uskumru ve dalak dolmaları da İstanbul mutfağında kabul görmüştür. Ermenilerin, dini inançlarına göre 50 gün süren bir perhizleri vardır. Bu zaman diliminde süt, et vb. hayvansal gıdalar yenmez, genelde topik tüketilir. Topiğe bazıları haşlanmış patates koyar. Topikleri alüminyum folyoya sararak buharda biraz bekletip dağılmaması için soğuduktan sonra folyodan çıkarabilirsiniz.
4064
TOPİK MALZEMESİ 2 su bardağı haşlanmış, suyu süzülmüş ve kabukları çıkarılmış nohut 1 iri kuru soğan ince kıyılmış (haşlanmış ve suyu süzülmüş) 1 çay kaşığı tarçın 5 çorba kaşığı zeytinyağı 1 yemek kaşığı hafif kavrulmuş dolmalık fıstık 1,5 limon suyu 1 tatlı kaşığı kuş üzümü 6 çorba kaşığı tahin Sarmak için ufak tülbent parçaları (15 x 15 cm ebadında) veya alüminyum folyo YAPILIŞI Nohudu bir kaba alın, içine 3 çorba kaşığı zeytinyağı, limon suyu koyup çatalla veya blender ile ezin, bir süre bekletin. İçi için bir kâseye haşlanmış soğanı, dolmalık fıstığı, kuş üzümünü, tahini, tuzu, karabiberi koyup güzelce karıştırın. Tülbentleri suda yıkayın, suyunu iyice sıkıp yayın, biraz nohut hamurundan koparıp üzerine ıspatula yardımıyla güzelce yayın, içten yeterince koyup tülbendin dört ucunu bohça gibi sıkıca bağlayın. Kaynar suda 1-2 dakika tutup çıkartın, soğuyunca açın, ıspatula ile dağılmadan tabağa alın, üzerine limon suyu, tarçın ve zeytinyağı gezdirip servis yapın.
4164
SOĞANLI MUSKA BÖREĞİ Saray mutfağının çok eski ve en sevilen böreklerinden biri olan bu börek, İstanbul halk mutfağında da beğenilerek yapılmıştır. 18. ve 19. yüzyılda çokça yapılmasına karşın günümüzde unutulan bir börek çeşididir. D’ohsson, Saray mutfağında yapılan enfes böreklerden çok etkilenmiş olsa gerek, 1788 yılında yayınlanmış olan kitabında “hamur işi olan bu böreklerin, halkın çok sevdiği yemek olduğundan; hafifliği, güzelliği (lezzeti) ve kat kat yapraklı oluşu ile Avrupa pastalarına benzediğinden; içlerine çeşit çeşit sebze, et, meyve ve reçel konularak çok büyük yapıldığından; yapan aşçıların çoğunun Arap olduğundan” bahsetmiştir.
4264
SOĞANLI MUSKA BÖREĞİ MALZEMESİ 6 adet yufka 3 kaşık tereyağı 6 adet halka doğranmış, hafif haşlanmış ve süzülmüş soğan 1 çorba kaşığı sirke 6 yumurta 1 su bardağı süt 1 tatlı kaşığı anason 1 çay kaşığı tarçın 1 çay kaşığı karabiber 1 çay kaşığı kakule YAPILIŞI 2 çorba kaşığı tereyağında soğanları ve anasonu biraz pembeleştirin. 5 yumurtayı bir kâsede güzelce çırpın, daha sonra sirkeyi ve diğer baharatları da ilave edin, soğanla güzelce karıştırın, biraz pişirip soğutun. Diğer tarafta 2 kaşık tereyağını eritin, içerisine sütü ve 1 yumurtayı kırıp güzelce çırpın. Tepsiyi yağlayın, bir yufka serin, yufkaların arasına sütlü karışımdan sürün, ortaya gelince içi güzelce yayın, sonra diğer yufkalara da aynı işlemi uygulayın, üzerine sütlü karışımdan sürün, çörek otu ve haşhaş tohumu serpip 175 C derece fırında 40-45 dakika pişirin. Sıcak veya ılık servis yapın.
4364
KARAKÖY BOAÇASI İstanbul halkının sevdiği tatlardan biri olan Karaköy Boaçası, 18. yüzyıldan günümüze kadar gelmiş olup burada yapılıyor olması sebebi ile Karaköy’ün adıyla da özdeşleşmiş bir lezzettir. Bu boaçayı günümüzde Karaköy’ün eski dükkânlarında (eskiden gelen ata yadigârı tariflerine uygun şekilde pişirilmiş halleri ile) tatma şansımız vardır.
4464
KARAKÖY BOAÇASI MALZEMESİ 250 gram yumuşak tereyağı 2 çorba kaşığı sıvı yağı 1 çorba kaşığı dolusu toz şeker 4 su bardağı un 1 paket instant maya 1 çay bardağı ılık su Yeterince tuz Üzeri için 2 adet yumurta 1 tatlı pekmez YAPILIŞI Geniş bir kâseye unu koyun, ortasını açın, instant mayayı, şekeri, tereyağını, sıvıyağı, tuzu koyup güzelce yoğurun. Hamur ele yapışıyorsa biraz daha un ilave edin. Üzerini nemli bezle örtün, sıcak bir yerde 1 saat dinlendirin. Daha sonra hamurdan yumurtadan biraz büyük parçalar koparıp elinizle yassıltın, fırın tepsisine aralıklarla koyup üzerini çatalla çizin, yumurta sarısı sürüp 150 C derece ısıtılmış fırında 40-45 dakika pişirin.
4564
KANLICA YOĞURDU Rivayete göre, eskiden bir köy olan Kanlıca'da yetişen otlarla beslenen hayvanların sütünün ve bu sütten yapılan yoğurdun rengi “uçuk kan rengi” olduğundan, buraya önceleri “kanlı” denmiştir. Zaman içerisinde bu köy Kanlıca adını almıştır. Diğer bir rivayete göre ise Sultanlardan biri, İstanbul’un hangi semtinin havasının temiz olduğunun bulunmasını buyurmuş. Eski Orta Asya geleneğine göre direkler üzerine asılan etler nerede geç bozulursa orasının havası temiz sayılırmış. Bu yöntem Sultan’ın buyruğuna göre uygulanmış ve Kanlıca’da asılan et en geç bozulduğundan bu yörenin havasının en temiz hava olduğu kanısına varılmış ve durum Sultan’a arz edilmiş. Bu nedenle de buraya Kanlıca adı verilmiş. Kanlıca yoğurdunun en önemli özelliği, içinde hiç bir katkı maddesinin olmaması, hayvanların doğada beslenmesi, hiçbir suretle suni yem verilmemesi ve nefis camış sütünün kullanılmasıdır. Osmanlı döneminde Kanlıca yoğurdu kaşıkla değil bıçakla kesilerek servis yapılırdı. Osmanlı döneminde Kanlıca Çarşısına getirilen meşhur kanlıca yoğurtları, Avrupa yakasından sandalla gelen yolcular tarafından beğeniyle yenir, bu güzellik her akşamüstü devam ederdi. Günümüz Kanlıcasında bir iki işletmeci hala bu güzel yoğurdu yapmakta, pudra şekerinin nefaseti de yoğurtla birleşince unutulmaz bir lezzet tadılmaktadır.
4664
KANLICA YOĞURDU MALZEMESİ 1 litre pastorize süt 1 çorba kaşığı dolusu iyice çırpılmış yoğurt (oda sıcaklığında olmalı) YAPILIŞI Sıcak ve düzgün bir satıhın üzerine ince bir battaniyeyi açın, tencereyle sütü koyup ısısının serçe parmağınızla ılık olduğunu kontrol edin. Daha sonra çırpılmış 1 çorba kaşığı yoğurdu güzelce süte karıştırıp ağzına kapağını kapatın, altına serdiğiniz battaniyenin uçlarıyla güzelce sarmalayıp yazın 4 saat, kışınsa 5-6 saat kadar bekletip ağzını açın, buzdolabında 1 gün beklettikten sonra tüketin. Eğer hemen yemeğe kalkarsanız maya hala çalıştığından yoğurt sulanacaktır ve lezzeti hoş olmayacaktır. Eğer ekşi tadında yoğurt seviyorsanız mayalanma süresini 1-2 saat daha uzatabilirsiniz
4764
DÖVME SALATA 15. yüzyıl sonlarına doğru ülkemize giren salatalık (eski adıyla badem veya hıyar), Saray ve İstanbullular tarafından turşu, salata, cacık olarak tüketilmiş; ıhlamur, kuşburnu gibi içeceklere kabukları konarak çay olarak da içilmiştir. Serinlik verdiği için yazın salatalık, yoğurt bolca tüketilmiştir. Salatalık susuzluğu giderir, idrar söktürür, yüzde ve ellerdeki lekeleri azaltır, ter bezlerini rahatlatır. Geçmişte seyyar satıcılar tarafından soyulup tuzlanarak satılan salatalığın az da olsa günümüzde de aynı şekilde satıldığı görülmektedir.
4864
DÖVME SALATA MALZEMESİ 2 çorba kaşığı hafif dövülmüş çamfıstığı 5-6 tane salatalık 1 su bardağı lor peyniri 3 çorba kaşığı zeytinyağı 1 adet kuru soğan 2 çorba kaşığı limon suyu Yeterince tuz YAPILIŞI Salataları güzelce yıkayın, kabukları ile birlikte rendeleyin. Soğanı da rendeleyip acı suyunu atın. Salatalara soğanı, tuzu, limon suyunu, lor peynirini ve zeytinyağını ilave edip güzelce karıştırın, daha sonra çamfıstığının yarısını koyup karıştırın, servis tabağına koyun, üzerine de ayırdığınız çamfıstığını serpip servis yapın.
4964
TARATORLU TAZE FASULYE SALATASI Sebzelerin yanı sıra yeşillikler, İstanbul’da Saray- Halk, zengin-fakir her mutfakta sürekli tüketilmiştir. Yeşillikler baharın müjdecisi olarak kabul edilmiştir. Özellikle Beykoz ve çevresinin ormanlık olması, bol bitki çeşidinin burada bulunmasını sağlamıştır. İstanbul hanımları baharın nimetlerinden yararlanmak, azıklarını hazırlamak için ellerinde sepetler ve bıçakla, bildikleri otları toplamış, farklı yemek kültüründen gelenler bilmedikleri otları birbirlerine ikram ederek ve öğreterek mutfakların zenginleşmesini sağlamışlardır. Ebegümeci, kuzu kulağı, ısırgan otu, pazı, ıspanak, karalahana, semizotu, maydanoz, dereotu, nane, yeşil soğan günümüze kadar gelen tariflere çeşitlilik katmıştır. Yeşilliklerin hepsi vücudumuzun zararları maddelerden temizlenmesini sağlayan doğal şifa kaynaklarıdır. Taze fasulye turşusu, kavurması, diplesi, etli veya zeytinyağlı yemeği, mücveri, böreği, ekşilemesi vb. ile sofralarımızda geçmişten günümüze yer almıştır.
5064
TARATORLU TAZE FASULYE SALATASI MALZEMESİ 500 gram ayıklanmış ve haşlanmış taze fasulye 1,5 çay bardağı dolusu çekilmiş ceviz 3 diş ezilmiş sarımsak 3 adet ıslatılmış ve suyu iyice sıkılmış ekmek içi 1 limon suyu 4 çorba kaşığı zeytinyağı Yarım çay bardağı su Yeterince tuz ve karabiber YAPILIŞI Geniş bir kâseye haşlanmış ve suyu süzülmüş taze fasulyeyi koyun. Derin bir kâseye önce cevizi, limon suyunu, suyu, ekmek içini, sarımsağı koyup blender ile güzelce karıştırın, arkasından blender çalışırken zeytinyağını akıtın. Lapa gibi olan bu sosu taze fasulyenin üzerinde güzelce gezdirin. Arzuya göre üzerine kırmızıbiber serpebilirsiniz. Servis yaparken tarator sosunu taze fasulye ile güzelce karıştırıp öyle sunun.
5164
KEŞKÜL-Ü FUKARA Hindistan cevizinden yapılmış ve "keşkül" adı verilen kaplara tatlı konularak dağıtılması nedeni ile adını buradan aldığı rivayet edilir. (Dervişlerin, gururlarını bilemek için halk arasında dilenip kendilerine verdikleri yiyecekleri koydukları kaba da "keşkül" denirdi.) Osmanlı döneminde kazanlarla, içinde bol badem, antepfıstığı vb. malzeme konarak yapılan bu tatlının, fakirlere dağıtıldığı için Keşkül-ü fukara (yoksul çanağı) olarak isim aldığı bir başka rivayettir. Yeri gelmişken, tatlıların üzerine kuruyemiş koyma âdetinin çok eski bir Anadolu geleneği olduğunu söylemek gerekir. Daha önceleri sadece badem ve 1 tatlı kaşığı acı badem dövülüp yapılan tatlıda, bademin tadı daha çok öne çıkardı. Zamanla fındık, fıstık ve dolmalık fıstık da bu lezzete eklenmiştir.
5264
KEŞKÜL-Ü FUKARA MALZEMESİ 5 bardak süt 1 su bardağı toz şeker 4,5 çorba kaşığı nişasta (biraz suyla açılmış) 3 çorba kaşığı dolmalık fıstık 4 çorba kaşığı sıcak suda bekletilip kabukları soyulmuş ve iri dövülmüş badem 3 çorba kaşığı iri dövülmüş fındık 3 çorba kaşığı iri dövülmüş Şam fıstığı YAPILIŞI Fıstıkları, bademi, fındığı ve çamfıstığını bir kâseye koyup güzelce harmanlayın. Sütü tencereye koyun, şekeri koyup eritin, içine bademli karışımın yarısını koyup güzelce karıştırın, ardından açtığınız nişastayı çok yavaş ilave edin. Kıvamına gelinceye kadar pişirip altını kapatın, kâselere boşaltıp biraz ılıdıktan sonra üzerine kalan bademli karışımı düzgün şekilde dağıtıp buzdolabında soğuduktan sonra servis yapın.
5364
LALANGA 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Sarayda ve İstanbulluların mutfağında yumurtanın girmediği tatlı veya yemek çok azdır. Eski Bizanslıların “lalagia” adını verdiği basit bir yumurtalı hamur işi olan bu tatlıyı, Bizans zenginleri bala batırarak yermiş. Saray mutfağında "lalanga" olarak adlandırılan bu tatlının en çok peynirlisi ve ballısı yenmiştir. Kaygan hamurla yapılmasından dolayı bu adı aldığı bilinen kayganalar, hem tatlı malzemeler (bal, pekmez, kaymak, ceviz, şurup, komposto, şeker) konarak tatlı, hem de tuzlu malzemeler (peynir, kıyma, ot kavurması, sebze kavurması, tarhana, patates, tavuk, balık) konarak tuzlu yemek yerine yenmiştir. Yabancılar da krep olarak kendi mutfaklarına bu lezzeti almışlardır.
5464
LALANGA MALZEMESİ 5 yumurta 1,5 çorba kaşığı un (suda biraz açılmış) 1 tutam tuz 1 tatlı kaşığı pudra şekeri 2 çorba kaşığı erimiş tereyağı İÇİ İÇİN 3 çorba kaşığı kaymak Süslemek için Toz çam fıstığı YAPILIŞI Yumurtayı çırpın, içine tuzu, pudra şekerini ve açtığınız unu çırparak akıtın, daha sonra yağladığınız bir teflon tavaya 1 kepçe kadar döküp arkalı önlü kızartın. Sonra tavadan alıp içine kaymağı, reçeli sürüp sarın, üzerine de biraz daha reçel suyu gezdirin, çamfıstığı döküp servis yapın.
5564
KARADUT PELTESİ Saray mutfağında, meyve de çokça tüketilmiştir. İstanbul’un hemen hemen yerinde bulunan dut ağaçları sanki o dönemler şehri temsil eder gibi göğe yükselmiştir. 1574 tarihli muhasebe kayıtlarına bakıldığında, Saray helvahanesine tonlarca “dut-i siyah”, yani “karadut” alındığı görülmektedir. Büyük olasılıkla bu duttan reçel, şerbet ve paluze (palude) yapılmıştır. Rivayete göre birbirlerini çok seven iki sevgili, izdivaçlarına aileleri şiddetle karşı çıktığı için kaçmak üzere bir gece ormanın derinliklerinde buluşmaya karar vermişler. Ancak vahşi hayvanlar kıza saldırmış, kız kaçarak kurtulmuş, ama başörtüsü yere düşmüş. Delikanlı kan ter içinde yetişmeye çalışırken yerdeki örtüyü görmüş ve hayvanların sevdiği kızın öldürdüğünü sanıp hançerini kendine saplamış, oracıkta ölmüş. Kızcağız saklandığı yerden merakla, geç kalan sevgilisine baktığında öldüğünü görmüş, hançeri kendi kalbine saplamış ve sevdiğinin üzerine düşmüş. Yaradan onların bu güzel aşkını sonsuz kılmak için buluştukları ağacı ölümsüzleştirmiş, gencin kanını ağacın meyvesine, kızın gözyaşlarını da bu ağacın yapraklarına vermiş. O zaman bu zaman gencin kanını kızın gözyaşları temizler düşüncesiyle olsa gerek, karadut yedikten sonra dut lekesinin elden çıkması için dutun yapraklarıyla eller ovuşturulur.
5664
KARADUT PELTESİ MALZEMESİ 5 su bardağı karadut suyu 4,5 çorba kaşığı nişasta (biraz suyla açılmış) 5 çorba kaşığı toz şeker YAPILIŞI Tencereye koyduğunuz dut suyuna şekeri ve açtığınız nişastayı koyun, koyu kıvam alana kadar karıştıra karıştıra pişirin. Piştikten sonra kâselere dökün, üzerini fındık fıstıkla süsleyip soğuk servis yapın.
5764
HÖŞMERİM Evliyâ Çelebi, ünlü Seyâhatnâmesi’nde, höşmerimin Trabzon’a yerleşen ilk Türk göçebelerinde görüldüğünü anlatır. İlk höşmerimi Orta Asya’dan göçerek gelen Anadolu Yörüklerinin yaptığı da bilinenler arasındadır. Bazı yörelerimizde höşmerim “peynir tatlısı” olarak bilinir. Bir rivayete göre, eskiden eşlere saygı göstergesi olarak er, erim diye hitap edilirmiş. Pek fazla yiyeceği olmayan bir gelin askerden yeni gelen eşine evde bulunan irmik, peynir ve şekerden oluşan bu tatlıyı yapıp ikram etmiş, “beğendin mi kocacım” anlamında “hoş mu erim” diye sormuş. O zamandan bugüne bu tatlının adı bir iki harf değişimiyle “höşmerim” olmuş. Bazı yörelerimizde "höşmelim" de denilmektedir. İstanbulluların severek tüketmeye devam ettiği bu tatlının, bazı yörelerimizde hamurlusu da yapıldığı gibi fırınlarda da pişirilmektedir. Peynirle uyumu mükemmel olan höşmerim insanı baymaz, bilakis nefasetinden dolayı daha çok yeme isteği uyandırır. Hafif olması nedeniyle yazın daha çok tercih edilen tatlar arasındadır. Balıkesir’in Havran ilçesine Osmanlı döneminde yerleşmiş olanlar, hala atalarından gördükleri gibi höşmerimi özenle pişirmektedir
5864
HÖŞMERİM MALZEMESİ Yarım kilo tuzsuz peynir Yarım su bardağı su 5 çorba kaşığı un 3 çorba kaşığı toz şeker 1,5 çorba kaşığı tereyağı Üzerine 1 çorba kaşığı pudra şekeri YAPILIŞI Teflon bir tencerede tereyağını eritin, unu azar azar koyup yakmadan hafif pembe olana kadar kavurun. Daha sonra çatalla ezdiğiniz peyniri koyup erimesini sağlayın. Şekerini ve suyu koyarak suyu çekip yağın biraz dışarı çıktığını gördüğünüzde altını kapatın, demlendirin. Sonra servis yapın.
5964
GÜLHATMİ ŞERBETİ Gülhatmi, Saray ve İstanbullular tarafından özellikle öksürüğe iyi gelmesi ve göğsü yumuşatması nedeniyle sıkça tüketilmiştir. Çok eskiden beri bu çiçek Saray, köşk, konak ve tüm İstanbulluların bahçelerinde mutlaka yetiştirilmiştir. Taze ve kurutularak da kullanılan bu çiçek, şerbet ve reçel yapımının yanı sıra Saray hekimleri tarafından ilaç ve macun yapımında da kullanılmıştır. Kurutulan çiçekler sigara gibi sarılıp balgam söktürmek için içilmiş, lapası yapılıp ağrıyan ve şişen bölgelere sarılmış ve göz kanlanmasına banyosu yapılmıştır. Özellikle Ege’de gülhatminin şerbet mayası ve reçeli yapılmakta, bazı yemeklere de şifalarından yararlanmak için konulmaktadır.
6064
GÜLHATMİ ŞERBETİ MALZEMESİ 4 çorba kaşığı gülhatmi kurusu 6 çorba kaşığı şeker 7 su bardağı su Yarım limon suyu Üzeri için 1 çorba kaşığı hafif sotelenmiş dolmalık fıstık veya susam YAPILIŞI Gülhatmiyi suya koyun, 15 dakika kaynatın, sonra bu suyu süzün, suyuna şeker koyup biraz daha kaynatın, 1 çorba kaşığı limon suyunu ilave edin, bir taşım kaynatın, altını kapatın. Soğutup sürahiye koyun, üzerini biraz dolmalık fıstıkla süsleyip servis yapın.
6164
BADEM EZMESİ 14. yüzyılda Sarayda, helvahânede çalışan Edirneli şeker ustaları bu lezzeti Saraya ve gelen konuklara sevdirmiştir. Tatlı ve acı olmak üzere iki çeşit badem ezmesi yapılmıştır. 16. yüzyıla kadar bu tür tatlılarda tatlandırıcı olarak pekmez ve bal kullanılmışken, 17. yüzyıldan sonra şekerin bulunabilir olmasıyla tatlandırıcı olarak şeker kullanılmıştır. Acı bademin fazla yendiğinde veya kullanıldığında zehirleme etkisi olduğundan, tatlılardaki badem miktarları ustalar tarafından dikkatlice ayarlanmıştır. 17. yüzyıl sonlarında, İstanbul’un şeker, akide şekeri, lokum ve badem ezmesini karşılayan bir zat, çeşit çeşit şekerler, lokumlar geliştirerek ülkemizin bu özel tatlarını dünyaya taşımıştır. Günümüz ustaları da bu lezzetleri aynı nefasette imal edip gerek yurt içi gerekse yurt dışında mutfağımızı tanıtmaktadır. Aynı şekilde, meşhur Bebek Badem Ezmesi 19. yüzyıldan beri geçmişteki nefasetinden ödün vermeden günümüzde de üretimine devam etmektedir. Avrupa ve geneline bizden yayılan badem ezmesinin içine Avrupalılar biraz fazla şeker katmışlar, kendi damak zevklerine göre (bizden ilham aldıkları söylenebilir) “marzipan” adıyla bilinen hamuru yapmışlar, bu hamur ile pastaların dış yüzeyini kaplayıp hem lezzeti hem de görsel güzelliği arttırmışlardır.
6264
BADEM EZMESİ MALZEMESİ 1 su bardağı su 1,5 su bardağı badem (sıcak suda bekletilmiş, kabukları soyulmuş ve iyice kurutulmuş, incecik dövülmüş) 1,5 su bardağı toz şeker 1 çay kaşığı nişasta (1 çorba kaşığı suyla açılmış) YAPILIŞI Çelik tencereye koyduğunuz toz şekeri 1 bardak su ile güzelce eritin, sonra kaynatın, koyu kıvam olana kadar devam edin, porselen bir tabağa damlatın, eğer top gibi düşüp dağılmıyorsa kıvamındadır. O zaman ocaktan alıp biraz ılıtın, nişastayı koyup mixer veya parçalayıcı ile bembeyaz olana kadar çırpın. İçine bademi ilave edip güzelce karıştırın, el değecek ısıda olduğunda elinizle yoğurun, istediğiniz şekli verip düz bir servis tabağına sıralayın.
6364
BOZA Geçmişi milattan öncelere dayanan boza, Orta Asya’da Türkler tarafından yapılmış, özellikle enerji verdiği keşfedilerek kış aylarında tüketilmiştir. Türkler göçtükleri her bölgeye bozayı öğretmişlerdir. Sarayda boza Kasım, Aralık, Ocak, Şubat, Mart, Nisan ve Mayıs aylarında sıkça tüketilmiş olup bunu o dönemlere ait masraf defterlerinde alınan pirinç miktarlarından anlayabilmekteyiz. Saraya pirinç olarak daha ziyade Edirne pirinci alınmış, bunları bulgur ve darı takip etmiştir. Cam sürahilerde saklanan boza Osmanlı Ordusunun da vazgeçilmezi olmuştur. 16. ve 17. yüzyılda tutulmuş olan tayinât, yani tahsisât defterlerinde, yeniçeriler için alınan ve boza yapımında kullanılan malzemelerin türü ve miktarlarından bunu rahatlıkla anlamaktayız. Kış aylarında cümle meşrubatçıların da yardımıyla yapılan bozalar yeniçerilere dağıtılmış, içerdiği çeşitli vitaminler, yağ, kalsiyum, demir ve çinko yeniçerileri hem tok hem de sıcak tutmuştur. Boza eğer yapıldıktan sonra soğuk ortamda bekletilmezse fermantasyonu devam eder ve içerisindeki bazı besin öğeleri alkol açığa çıkarır. 17. yüzyılda Sultan IV. Murat ve IV. Mehmet dönemlerinde boza şiddetle yasaklanmıştır. O dönemlerde üretilen bozalara keyif verici ve alkolün daha çok açığa çıkmasını sağlayıcı maddeler eklenmesi bozanın yasaklanmasında etkili olmuştur. Daha sonraları bozanın yararları ve sevilen bir ata içeceği olması nedeniyle boza yeniden itibar kazanmıştır. İstanbul sokaklarında dolaşan bozacılar ve açılan boza dükkânları iş kolu olarak da İstanbul’a katkı sağlamıştır. Bugün, Vefa Bozacısı, özünden ödün vermeden geçmişteki tadı ile ağzımızı tatlandırmaktadır. Boza, mutlaka cam veya porselen kaplarda muhafaza edilmelidir. Alüminyum ve benzeri kaplar zehirlenmelere sebebiyet verir.
6464
BOZA MALZEMESİ 7 çorba kaşığı pirinç 3 su bardağı dolusu kalın bulgur 3 su bardağı toz şeker 1 adet ufak paket yaş maya 15 su bardağı su YAPILIŞI Geniş bir tencereye bulguru koyun, üzerine suyu döküp kaynatın, suyunu çekerse sıcak su ekleyin. Ayrı bir kapta pirince su koyun, iyice yumuşayıncaya kadar pişirin, hafif ılınınca bulguru ve pirinci ince elekten geçirin, tencereye koyun, sonra şekerini ilave edin, 1-2 taşım daha pişirin, altını kapatın, ara sıra üstünde kaymak olmasın diye karıştırın, ılınınca bozayı cam, porselen veya emaye bir kaba koyun. Mayayı temiz bir tülbende sarın, bozanın içine koyun, ağzını yarım kapatıp ılık bir yerde mayalanmaya bırakın. Bir kaç gün içinde üzerinde gözenekler oluşması ekşidiğini gösterir. Bardaklara koyup leblebi ve tarçınla beraber servis yapın.