Bahçeli siperde ne yapar?

Ahmet Kekeç

Kılıçdaroğlu’nun “Recep Bey”i zaruretten çömelmişti... Gazeteciler sitesi yazarı Hacer Alkan çömelik olmayan fotoğraflarını da yayınladı ama kimsecikler fark etmedi...

Recep Bey’in Kılıçdaroğlu’su ise çömelmedi...

Boğazına kadar yükseltilmiş kum torbalarının arkasında “kahramanca” dikildi ve “aferin”i haketti.

Hazır konu açılmışken, şu “Recep Bey” bahsiyle ilgili, bizim “Derin Mevzu” programında da dile getirdiğim bir hususu paylaşmak istiyorum:

Kılıçdaroğlu, “değişim rüzgârlarıyla” geldiği için, asıl köklü değişimi hitap alışkanlığını bozarak gerçekleştirdi ve kırk yılın Tayyip Bey’ini Recep Bey’e dönüştürerek, bir tür sınıfsal aşağılama yolunu seçti.

Bu da “aferin”i hak ediyor bence...

Fakat, buradaki sinisizm de görülmeyecek gibi değil...

Kendisine Horasan’dan bir geçmiş uyduruyor, oradan kalkıp Anadolu’ya geliyor, Anadolu’dan Konya ve Dersim istikametlerine dağılıyor, bir kolunu Hicaz’a gönderiyor, bir kolunu Akdeniz’e salıyor; Hicaz’da “Seyyid’lik sertifikası”, Konya’da “Nasrettin Hoca’nın torunu” unvanını alıyor.

Nasıl oluyorsa, bir türlü Dersim’e gelemiyor.

Dersim’le, ancak “yabancılaşarak” (kendisini yabancılaştırarak) ünsiyet kurabiliyor.

Kürtlüğüyle de öyle...

Sorulduğunda, “Kürt ve Alevi vatandaşlarımız” diyor, bu kadarcığını söyleyebiliyor ama spesifik olarak “Kürt” ve “Alevi” dendiğinde kendisini telaşla dışarı atıyor.

Bu yabancılaşma gayreti iyi bir şey esasında...

Daha doğrusu, insani bir şey...

Bütün bir ülkenin lideri olmak istiyorsan, kimliklere ve aidiyetlere takılıp kalmayacaksın...

Kılıçdaroğlu da öyle yapıyor.

Kimlikleri ve aidiyetleri dışarıda tutan bir siyaset izliyor.

İyi de, “Horasan” geçmişiyle ilgili neden bir “yabancılaşma gayreti” içinde değil? Seyyid unvanına karşı neden mesafe koymuyor? “Nasrettin Hoca’nın torunu” dendiğinde neden huzursuzluğu artmıyor?

Dikkat çekici, değil mi?

Demek ki, “sakin güç” referanslarını bu “yabancılaşma arzusu”ndan alıyormuş...

Böyle olunca da, göstere göstere güldürme çabasının yerini, “sinik bir espritüellik” alıyor...

Kendisini göstermekten kaçınan bir espritüellik bu...

Espriden hazzetmiyormuş gibi yapan ama işin suyunu çıkarma konusunda mahir bir espritüellik...

Hatta, tuhaf ve rahatsız bir espritüellik...

Hepimizi kahkahalara boğan “Recep Bey” buluşunun istinat ettiği ruh durumu bu işte... Yani, Kemal Bey’in hâlâ kendisiyle “meselesi” var ve bunu halledebilmiş değil.

Konuyu dağıttığımın farkındayım...

Soru şuydu:

Bahçeli siperde ne yapar?

Başbakan çömelmişti.

Kılıçdaroğlu büyük bir kahramanlık göstermiş, çömelmeden dönmüştü... Kum torbalarının yüksekliği, siperin durumu, karakolun çatışma bölgesine uzaklığı bahis konusu edilebilir ama sonuçta dediğini yapmış, kendisi için hazırlanmış sipere giderek büyük bir cesaretle ayakta dikilmişti.

Peki, Bahçeli?

Ben Bahçeli’nin yerinde olsam, “Sizin başka işiniz yok mu?” derdim.

O da öyle demiş...

Sınıra gitmek için teklif aldıklarını, ama “böyle bir gösteri içinde yer almayacaklarını” söylemiş... “Neden gitmiyorsunuz?” diye soran bir meslektaşımızı da hafiften terslemiş...

Birçok politikasını beğenmem ama Kemal Bey’in kulağına küpe olacak bu çıkışını çok sevdim... “Helal” diyorum, başka da bir şey demiyorum!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.