Huzurlarınızda Abdurrahman Bey!

Ahmet Kekeç

Kendimi bildim bileli, Türkiye’de “anayasal iyileştirmeler” yapılır... Özal döneminden başlayarak, bütün siyasi iktidarlar döneminde, cunta anayasasının şurası burası kırpıldı, “kısmi iyileştirmelere” gidildi.

Her değişiklik, ifade özgürlüğünün önünü biraz daha açtı.

Her “anayasal takviye” zincirleri biraz daha gevşetti.

Harika oldu.

Harika oldu harika olmasına da, yapılan değişiklikler kâğıt üzerinde kaldı.

Benzeri şeyler ceza yasaları için de geçerli...

Baş ağrımız olan bir 141, 142 ve 163 vardı...

Kaldırıldı.

Terörle Mücadele Kanunu’nun çok canlar yakmış 8. maddesi vardı.

Kaldırıldı.

159 vardı... 216 vardı... 301 vardı...

Kaldırıldı yahut değiştirildi.

Eski TCK vardı, yerine yenisi ikame edildi.

Böyle böyle bir sürü değişiklik yapıldı. Henüz “ideal olan”a ulaşılamadı ama bu konuda parlamentonun yoğun bir gayret içinde olduğu vakıa...

Hemen buradan Oltan Sungurlu’nun, Hikmet Sami Türk’ün, Sadullah Ergin’in hakkını teslim edelim... Daha iyisi için çalıştılar, ellerinden gelenin fazlasını yaptılar.

Diyeceksiniz ki, “Bunlar yapıldı da, ne oldu?”

Hiç...

Bu değişiklikler, her defasında, gelip, Türk Yargı Sistemi’ne tosladı.
Hâkim ve savcılarımız, hiçbir şey olmamış gibi yapmaya devam ettiler.

Bugün AİHM’de en çok mahkûm olan ikinci ülke Türkiye...

En çok tazminat ödeyen birinci ülke Türkiye...

En çok kınanan, en çok eleştirilen tek ülke Türkiye...

Hrant Dink davasını hatırlayalım: 301’in kapsamı değişmiş olmasına rağmen, yerel mahkeme Dink’in “Türklüğe hakaret” suçu işlediğine hükmetti. Bir üst mahkeme olan Yargıtay kararı onayladı. Onaylamakla kalmadı, sanığı hedef haline getirecek bir mütalaa yayınladı.

Dink davasında Türkiye mahkûm oldu...

Böylece Yargıtay’ın evrensel hukuk standartlarından ne kadar uzak olduğu bir kez tescillendi.

Demek ki, iş yasaları değiştirmekle bitmiyormuş, ciddi bir “zihniyet değişikliği” de

gerekiyormuş.
Bunları niçin anlattım?

12 Eylül’de bir referandum yapıldı, cunta anayasasının bazı maddeleri değiştirildi ve ilk kez köklü bir iyileştirmeye gidildi.

Peki, “yasalara göre” hareket etmesi gereken ve beklenen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrrahman Yalçınkaya ne yaptı?

Ne yapacak, “Yargıçlar olarak hukuk devletini ve yargıçların bağımsızlığını anayasa değişse dahi, yasalar değişse dahi korumak azmindeyiz; halkımız müsterih olsun, biz hukuk devletini gerçekleştireceğiz” diyerek hem zımnen yapılan değişiklikleri takmayacağını belirtmiş oldu, hem de kafasına göre yeni bir “hukuk devleti” tanımı yaptı.

Bu değişiklik, hâkim ve savcıları bağlayacak da, kimi bağlayacak?

Başsavcı “hukuk devleti”nden “geçmiş uygulamaları” anlıyorsa, vah halimize...

Darbecisine toz kondurmayan, faili meçhul cinayetlerin hesabını sormayan, “iyi çocuklarla” halleşen savcısını kapının önüne koyan, “hukukun iadesi” tehlikesine (!) karşı Öcalan’la bile işbirliği yapmaya hazır hukukçularla mı gerekleştirilecek bu hukuk devleti?

Başsavcı suç işliyor.

Normal bir ülkede olsa, hakkında “tutuklama kararı” çıkarılırdı.

Fakat biz normal bir ülke değiliz...

Normal olma yolunda ilerliyoruz ama fazla da yol alamıyoruz...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.