İnsan Nedir?

M. Şevket Eygi

İnsanın içine fiziki yapısı itibarıyla bakarsak; onun kan, idrar, kazurat, lenfa, balgam, safra ve sair maddelerle dolu bir tulum olduğunu söyleyebiliriz. İki ayaklı, iki elli, bir başlı, gözlü, kulaklı, burunlu, seks aletli bir tulum...

İnsanı insan yapan bunlar değildir.

İnsanın fizik yapısının yanında ruhi, zihni, manevi tarafı da vardır. Bu boyutuyla insanda akıl, zeka (ikisi ayrı şeydir), fikir, mantık, ahlak, fazilet, ilim, irfan, inanç bulunur... Veya bulunmaz... İşte mesele buradadır.

İnsan mutlaka ölür, fiziki bedeni toprağa konur ve çok nadir istisnalar dışında çürür. Ruh ölmez, çürümez, yok olmaz.

Frenkler "Mens sana in corpore sano" demişlerdir (Sağlam kafa sağlıklı bedende bulunur). Fani dünya hayatında elbette vücuda, nefse de bakmak gerekir ama fiziki varlık amaç değildir. Amaç aklı, fikri, zekayı, ruhu, manevi ve ebedi tarafı geliştirmektir.

İnsanın doğru bir inancı olmazsa, doğru ile yanlışı birbirinden ayırt edebilecek bilgisi, kültürü, mantığı olmazsa, akli ve ruhi bakımdan iyi, vasıflı ve güçlü olmazsa onun hayatı kaymış demektir.

Türkiye, genç nesillerini, çocuklarını, insanlarını; ilim, irfan, akıl, zeka, kültür, ahlak bakımından iyi yetiştirebiliyor mu? Bence yetiştiremiyor.

İnsan inanan bir yaratıktır. İnançlar ikiye ayrılır. Sahih, doğru inançlar, yanlış ve sapık inançlar...

İnsan hareket eden, eylem yapan bir yaratıktır. Eylemler, davranışlar, hal ve harekat da ikiye ayrılır: İyi olanlar, kötü olanlar.

İnsanın bir de güzellik tarafı vardır. Fiziki ve fani güzelliğin yanında bir de eskimeyen, pörsümeyen, kalıcı olan güzellik vardır. Biz Türkiyeliler, bu ikinci güzellik konusunda nasıl bir durumdayız? Daha açık konuşayım: Güzel miyiz, çirkin mi?

Bir toplumda nefsaniyet, madde, mide ve seks şehveti, diğer şehvetler, para kazanma hırsı ve çılgınlığı ön plana çıkar; ilim, irfan, mantık, inanç, ahlak ve fazilet ikinci plana atılır veya büsbütün gündemden ve devreden çıkartılırsa o topluma iyi bir toplum demek mümkün müdür?

Müslüman bir toplumda insan insanın meleğidir. İnsanların birbirinin kurdu olduğu bir toplum, zahiren Müslüman görünse de aslında öyle değildir.

Şu büyük şehrin haline bakınız:

Cüzdanınızı düşüp kayb ettiniz. Bulma ümidiniz yüzde veya binde, yahut on binde kaçtır?

On üç yaşında deli kız manken olmak için evden kaçtı, kayıplara karıştı. Bir ay sonra onu bakire olarak bulma ümidi var mıdır?

Üzerine titrediğiniz 12 yaşındaki oğlunuzun uyuşturucuya alıştırılmaması konusunda bir garantiniz var mıdır?

Durakta otobüs bekliyorsunuz. Sarhoş ve beyinsiz bir sürücünün vasıtasına hakim olamayıp durağa dalmayacağı konusunda güvende misiniz?

Devlet ve belediye bütçelerinin yerli yerinde harcandığından emin misiniz?

Felsefi ve ağır bir üslupla konuşmayayım... Şiddetli bir soğuk algınlığına yakalandınız, yorgan döşek yatıyorsunuz. Bir ara kapı çalındı, komşu hanım elinde mis gibi kokan büyük bir kaseyle geldi. Hasta olduğunuzu duydum, geçmiş olsun. Size hafif bir hasta çorbası yaptım, şifa niyetine içiniz dedi. Soruyorum size: Böyle bir şansa sahip misiniz... Sahipseniz bu şans binde veya on binde kaçtır?

Toplumumuzda gençler ihtiyarlara saygı besliyor mu, ihtiyarlar gençlere ve çocuklara şefkat ve merhametle muamele ediyor mu?

Bizde halkın büyük bir kısmı başkalarının karılarına, kızlarına, mahremlerine hangi gözle bakıyor?

Belediye kaldırım yaptırıyor... Üç ay sonra bozulacak... Niçin böyle çürük kaldırım yaptırıyor?

Şehirde on binlerce bina çürük, 7 şiddetinde bir depremde yıkılacak. Yüz binlerce vatandaş ölecek... Bunu bütün uzmanlar, mühendisler açıkça söylüyor. İnsanlar niçin bu çürük binalarda oturmaya devam ediyor? İlgililerin, sorumluların, idarecilerin, bu binalarda oturanların aklı mı yok, vicdanı mı?

Hülasa-i kelam:

Bir toplum aklını, zekasını, ahlakını, karakterini, vicdanını geliştirmezse...

Bir toplumda yeterli miktarda bilge, vasıflı, güçlü eleman olmazsa...

Bu doğru, dürüst, iyi ve güzel insanlar toplumu idare etmezse...

Bir toplumda adalet olmazsa...

O toplum ayakta duramaz. Vakt-i merhunu gelince yıkılır. Bu vakt-i merhun ne zaman?.. Ben tarihini bilmem...

Bir gemiye binmiş gidiyoruz. Geminin durumu pek iyi değil. Bizim iyi olmamız (veya iyi olduğumuzu sanmamız) geminin bir kazaya uğramasını önlemez.

Sen nasıl konuşuyorsun? Kör müsün?.. Bak gökdelenler yapılıyor, havada uçaklar vızır vızır, karada hızlı trenler... Dün içmeye ayranı olmayanlar bugün en lüks otomobillerle tenezzühe çıkıyor... Bir kesimde öyle bir bolluk var ki, çöpler bayat ekmek ve yemekle dolu... Göklere ser çeken yüksek binalar, o binalarda zinalar... İçki, kumar, lotarya... Vur patlasın çal oynasın... Aç televizyonu evine pislik dolsun... Bunca uygarlık varken mi batacak Türkiye?..

Evet, böyle giderse batar... İşin başı insan olmaktır. Müslümanlık iyi insan, iyi vatandaş demektir.

Bir ülkede doğruluk, dürüstlük, iyilik, doğru inanç, ilim, irfan, bilgelik, güzellik, adalet, güvenlik, iç barış, sosyal uzlaşma hakim olmazsa orası batar.

Bana büyük laflar ettirmeyin!.. Komşun hastalandı ve sen hasta çorbası hazırlatıp ona göndermedin... Bu bile geminin su aldığını gösterir. İki katlı mütevazı evin yıkılması başka olur, 40 katlı gökdelenin yıkılması başka...

Ev çatır çatır yıkılır, gökdelen daha ihtişamlı yıkılır, gümbür gümbür...

* (İkinci yazı)

Sezar Öldü

ONLAR Sezar'a tapıyor, Sezar ise ölmüştür. Sezar'dan onlara bir fayda gelmez. Sezar kendini bile kurtaramaz. Sezar şimdi çok ama çok kötü durumdadır. Alem-i berzahta Sezar'ın yeri Cehennem çukurlarından bir çukurdur. Hesap Günü gelip çatıncaya kadar yanacak da yanacaktır.

Vaktiyle Sezar'a dünya hakimiyeti verilmişti. Çok günahlar işledi, isyanlarının haddi hesabı yok, kan döktü, çok insanı ağlattı. Onun dünyevi saltanatı ve başarıları hep birer istidractır.

Her fani gibi o da öldü ve dar-ı cezaya intikal etti.

Onun çok seyyie-i cariyesi var. Öldü ama hesap defteri kapanmadı, gece gündüz ona günah yazılıp duruyor.

Sezar kendisini tanrılaştırmıştı. Ey Sezar! Sen bizim tanrımızsın diyen yağcı dalkavukların gülünç ve grotesk övgüleri onu çok memnun ve mesrur ediyordu. Kampanilla şarabını altın kadehten yudum yudum içerek neş'eli neş'eli gülüyordu. Sezar, şu anda gülüyor musun, ağlıyor musun? Sezar Sezar!.. Beni duyuyor musun?

Nebiler ve Resuller seni uyarmıştı ama onları dinlemedin. Mü'minlere çok zulm ettin. Onları arenalarda arslanlara parçalattın. Adına tapınaklar yaptırttın.

Artık dünyevi saltanatının yerinde yeller esiyor. Senden fayda yok. Senden yardım isteyenin aklı yok.

Senin canibinden çok kötü kokular geliyor. Ey Bitinya kralının kraliçesi Sezar, sen ne kötü kokuyorsun! Fani bedenin öldü, ruhun azap çekiyor.