Kurunun yanında yaş da yanarsa ne olacak?

Fatma Tuncer

Türkiye’de 1984 tarihinde fiilen, 2004 yılında ise hukuken kaldırılan idam cezası son günlerde siyasi kesim ve sivil halk tarafından gündeme gelmeye başladı. Zira sokaklarımızı cani ve sapıklar istila etmiş durumda. Taciz edilen ve yaşamlarının başında koparılan çocuklarımızın imdat sesleri yüreğimizde kapanması güç bir yara açtı. Ve vicdan taşıyan her insan idam isteriz diye haykırmaya başladı. 15 Temmuz’da yaşanan hain saldırılar, ülke bütünlüğünü bozmaya yeltenen iç ve dış güdümlü insan müsveddeleri, bulaşıcı bir hastalık gibi türeyen katiller, çocuk istismarcıları, çocuklarımızı zehirleyen uyuşturucu tacirleri vb. halkın idam talebini yeniden gündeme getirdi.

Bilindiği üzere geçtiğimiz aylarda çocukları katleden caniler için MHP lideri, “İdamsa idam, cezaysa ceza, tecritse tecrit gereği neyse revadır, layık oldukları akıbet de bellidir” demişti. Çok geçmeden BBP Genel Başkanı Mustafa Destici de idam teklifini yeniden gündeme getirmiş ve söz konusu kararın birinin cani sapıklar diğerinin ise teröristler için uygulanmasını istiyoruz demiş ve idam talebiyle ilgili bir çerçeve çizmişti. 

Hatırlayacağınız üzere geçtiğimiz ay, idam tartışmalarını yakından takip eden ABD ve Batı’dan da konuyla ilgili sesler yükselmeye başladı. ABD Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, “AB’nin kırmızıçizgisi idam cezasının geri getirilmesi olmalı” dedi. Devletin en yüksek mercii tarafından bunun bir iç mesele olduğu dolayısıyla dışarıdan gelecek eleştiriler dikkate alınmayacağı ifade edilse de peş peşe açıklamalar yapıldı ve sözde gözdağı verilmeye çalışıldı.

İdam cezası insanlık tarihinde her zaman tartışma konusu olmuş ve aslolan şeyin suça eğilimli olan kişilerin vicdanlarındaki adaleti oluşturabilmek olduğu vurgulanmıştır. Şu günlerde idam kararına tepki gösterenler ise ağırlıklı olarak İnsan Hakları Sözleşmesi’nin beşinci maddesine atıf yapıyorlar: “Hiç kimseye işkence yapılamaz ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele uygulanamaz.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ölüm cezasıyla ilgili şu maddesini öne sürenler de var: “Ölümün önceden bilinmesi sonucu yetkililer tarafından kişiye fiziksel acı ve psikolojik eziyet yaşatılarak bu kişinin bilerek kasti bir şekilde harap edilmesini içeren ölüm cezasının AİHS’in üç maddesine aykırı olarak insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele teşvik eder.” ABD ve Batı söz konusu İslam toplumları olunca seslerini yükseltirken, İslam coğrafyasında katlettikleri masum insanların hakları konusunda seslerini çıkarmaz, olayı örtbas ederler.

İdam kararına karşı olanlar, ülkesinde ölüm cezasını destekleyen ABD’de ölüm cezasına karşıt olan Avrupa ülkelerine göre daha yüksek suç oranının olduğunu söylüyor ve bunun caydırıcı olmayacağını aksine suç oranını tetikleyebileceğini belirtiyorlar.

Devletin birinci görevi halkı eğitmek ve suça eğilimli kişileri topluma kazandırmak olmalıdır. Fakat yapılan çalışmalara rağmen toplumun huzurunu kaçıran caniler, sapıklar, suç odaklı yaşayan kişiler olacaktır ve böyle durumlarda idam gündeme yine gelecektir. Peki, ne yapmalıyız? İdam gelecekse devletin bütünlüğünü bozan, fitne ve fesat çıkaran suç odaklı örgütlerin maşası olarak yaşamayı tercih edenler için, çocuklarımıza uzanan sapıklar için gelsin. Ama kurunun yanında yaş da yanacak ve henüz kimlik karmaşasından kurtulamayan toplumumuzda masum insanlar da iftira ile karalanıp zarar görecekse elbette böyle bir şeyi hiç birimiz istemeyiz. Zira aslolan adaletin tesis edilmesi olmalıdır, aslolan insanın ehilleştirilmesi ve terbiye edilmesi olmalıdır. Aslolan kaybetmek değil kazanmak olmalıdır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.