Doğan: Yazmak Ciddi Bir İştir

Doğan: Yazmak Ciddi Bir İştir
İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte herkesin kendini yazar saydığı fakat hayata dokunan, derinlikli, anlaşılabilir yazıların, kendine has üslupların ortaya çıkmadığı günümüz yazı hayatını gazeteci yazar D. Mehmet Doğan anlattı.
ADAP ERKAN BİLMEYEN BİR CAMİA MEYDANA GELDİ
Artık her türlü faaliyetin yazarlık sanıldığını, eskiden bir yazıyı doğru dürüst okuyup, üzerinde görüş beyan etmek isteyenlerin çok azının yazarına ulaşabildiğini belirten D. Mehmet Doğan; “Şimdi her yazdığınız yazı eğer elektronik ortamda ise, çok sayıda lehinde, aleyhinde bir takım satırlar karalayanlar, bunu nadiren düzgün cümle kurarak yapanlar yanında, adap erkânın, eleştirinin, hakaretin ne olduğunu bilmeyen ya da bilmezden gelenlerden oluşan geniş bir camia meydana geldi” dedi.
 
HERKES KENDİNİ YAZAR GÖRÜYOR
Herkesin kendini bir anlamda yazar olarak gördüğünü ifade eden D. Mehmet Doğan, “Yazarlığı meslek edinenlerle amatörler birbirine fazlasıyla karışıyor. Bu memlekette herkes kendini şair sayar fakat pek yazar saymazdı. Şimdi herkes kendini yazar sayıyor” diye konuştu.
 
KALICI İŞLER YAPMAK HEVESİNDE OLANLAR YOK
Elektronik ortamın hiçbir vasfı olmayanları bile bir şekilde meşhur ettiğini fakat bunun kalıcı olmadığını belirten D. Mehmet Doğan; “Bu televizyondan beri böyle. Televizyon önce herkese çok etkili göründü sonra televizyon sayısı arttıkça bunun böyle olmadığı anlaşıldı. Mesela iki yıl önce büyük şöhret olmuş bir isim bugün unutulmuş olabiliyor. Şimdi yeni bir dünyadayız ve bu yeni dünyada zihinlerini zorlayıp uzun vadeli düşünmek, kalıcı işler yapmak gibi niyetleri, hevesleri olanlar pek yok” şeklinde konuştu:
 
YAZMAK CİDDİ BİR İŞTİR
-Bugün internetin de işin içine girmesiyle yazar sayısındaki artışı nasıl değerlendirirsiniz?
-Teknolojik gelişmeler böyle bir sonuç doğurdu. İnsanlık bin yıllar içinde konuşma döneminden yazı dönemine geçti. Aslında -kâtiplik manasında demiyorum- yazmak ciddi bir iştir. Önce el yazısıyla yazmak, sonra matbu, basılı metinler ortaya koymak, bu yolla hayatını sürdürmek şeklinde işledi süreç. Bugün bunun üzerine kurulmuş bir ekonomi var.
 
ŞİMDİ YAZDIĞINIZ HER YAZI ELEKTRONİK ORTAMDA
Şimdi bunu aştı yazarlık. Her tür iş yazarlık oldu. Eskiden insanlar bir şeyi okurlar, üzerinde konuşurlar veya ulaşabilirlerse yazarına ulaşırlardı. Şimdi her yazdığınız yazı eğer elektronik ortamda ise, çok sayıda lehinde, aleyhinde bir takım satırlar karalayanlar, bunu nadiren düzgün cümle kurarak yapanlar yanında, adap erkânın, eleştirinin, hakaretin ne olduğunu bilmeyen ya da bilmezden gelenlerden oluşan geniş bir camia meydana geldi.
 
Fotoğraf675.jpg görüntüleniyor
 
HERKES KENDİNİ YAZAR OLARAK GÖRÜYOR
Herkes burada kendini bir anlamda yazar olarak görüyor. Hatta bazı gazetelerin blog gibi bölümlerinde hissiyatını karalayanlara bile yazar deniyor. Şimdi çok geniş bir elektronik hafıza var ve yıllarca lüzumlu, lüzumsuz bir çok metin saklanabiliyor. Bu iyi mi kötü mü önce bunu değerlendirmek lâzım. Bu, yazarlığın bir meslek olması anlamında, yazarlık mesleğini zedeleyen bir durum. Yazarlığı meslek edinenlerle amatörler birbirine fazlasıyla karışmış durumda. Bu şuna benziyor; bu memlekette herkes şiir yazar ama şair değildir. Son yıllara kadar birçok insan kendini şair sayar, fakat pek yazar saymazdı. Şimdi herkes kendini yazar sayıyor.
 
HAYAT, ANLAMA VE ANLATMA ÇABASIDIR
-Peki, insan neden yazar ve her yazan yazar olabilir mi?
İnsanın bütün hayatı, anlama ve anlatma çabasıyla geçiyor. İnsan bunun için donanımlıdır zaten. İdraki, aklı, ifade gücü, hâfızası vardır. İnsan eskiden konuşarak yaptığı birçok şeyi şimdi telefonu, tableti ya da bilgisayarına yazarak yapıyor. Bunlar aslında yazma amacına yönelik şeyler değil, bir akış içinde kısa ifade biçimleri, cevap ve aktarmalar. Bu yüzden asıl yazarlıkla bu alanı ayırmak lazım. Peki, bunları tamamen tasnif dışı mı bırakalım? Bunlar çok kısa vadeli ifade biçimleri. Çünkü çoğu bir güne bir saate bile varmadan hemen eskiyor, yani bir hükmü kalmıyor.
 
KALICI İŞLER YAPMAK HEVESİNDE OLANLAR YOK
-Andy Warhol; ‘bir gün gelecek herkes 15 dakikalığına meşhur olacak’ demişti. O günleri mi yaşıyoruz?
Elektronik ortam hiçbir vasfı olmayanları bile bir şekilde meşhur ediyor fakat bu kalıcı olmuyor. Bu televizyondan beri böyle aslında. Televizyon önce herkese çok etkili göründü, sonra televizyon sayısı arttıkça bunun böyle olmadığı anlaşıldı. Mesela iki yıl önce büyük şöhret olmuş bir isim, günümüzde tamamen unutulmuş olabiliyor. Bu yeni bir dünya ve bu yeni dünyada bizim gibi eskimiş insanlarda, elektronik cihazları çok daha iyi kullanan yeni insanlar bir arada yaşıyor. Dolayısıyla bunlar zihinlerini zorlayıp uzun vadeli düşünmek, kalıcı işler yapmak gibi hevesleri olanlar değil. Şimdi bu cihazlar yani akıllı telefonlar vs. daha çok yeni. Bu yeni cihazlara da alışacağız. Bu genç kitlenin ne olacağı, önümüzdeki dönemin önemli meselelerinden biri.
 
TELEFON NEREDE OLACAK, NEREDE OLMAYACAK?
Bir anfi düşünelim 500 öğrenci var, hoca ders anlatıyor. Talebelerin birçoğu da çaktırmadan telefonuyla meşgul oluyor. Yani bunun hukuku, kuralları ne zaman teşekkül edecek, ya da olacak mı? Bugün üniversite imtihanında telefon yasak. Bu ne zaman diğer alanlarda da olacak? Telefon nerede olacak, nerede olmayacak? Çünkü o olduğu anda sen orada yoksun. O salonda telefonun varsa ve sen onu kullanmayı kafana koymuşsan artık orada değilsin, hocayı dinlemiyorsun. Yeni teknolojilerle ilgili muaşeret kuralları konulabilmiş değil. Birini dinlerken telefonunu kurcalamak, görgüsüzlük sayılmalı, toplumca ayıplanmalı. 
 
İYİ Mİ, KÖTÜ MÜ OLDUĞUNA KARAR VERİLEMEYEN BİR ALIŞKANLIK
Bunu da şuradan örnekliyorum; bizim gençliğimizde sigaranın itibardan düşürülmesi, adeta yasaklanması, reklamlarının tamamen men edilmesi insanların aklının ucundan bile geçmezdi. Fakat şimdi biz bunları gördük. Bu da öyle bir tür alışkanlık. İyi mi kötü mü olduğu üzerinde konuşulsa bile şimdilik karar verilemeyen bir alışkanlık.
 
BASILI METİN DİKKATLE OKUNABİLMEYE MÜSAİT
-Teknolojik gelişmeyle birlikte yazıların içeriğine baktığımızda, düşünerek yazanların sayısının azaldığını söyleyebilir miyiz?
Öyle tabii. Basılı metin dikkatle okunabilmeye müsait. Yolda, evde işte vs. Denilebilir ki; elektronik metinde artık böyle değil mi? Evet, ama yine de bu, insanın eline alıp bütünlük kurduğu bir şey değil. Ben şahsen varsa eğer, elektronik bir metin değil, basılmış bir metin okumayı tercih ediyorum. Çünkü basılmış bir metin üzerinde tefekkür en azından bize uygun düşüyor.
 
TEFEKKÜR ZAMAN, SABIR VE  DİKKAT İSTİYOR
Tefekkür hem zaman, hem sabır hem de dikkat istiyor. Fakat genç neslin, telefon kuşağının bu dikkat ve sabırdan hayli yoksun olduğunu düşünüyorum. Yani radyo ve televizyonu yerli yerine yerleştirdiğimiz gibi, bunu da bir gün yerli yerine yerleştirip tekrar yazı alanına dönmemiz gerektiği kanaatindeyim. Fakat bir de şu tehlike var: Her şey süratle elektronik ortama aktarılıyor. Batı dünyası belki de milyonlarca kitabı elektronik kütüphanelere yerleştirdi bile. Bizde de şimdilik belki 5-10 bin kitap elektronik ortamda bulunabiliyor. 
 
KİTAPLARIN CİDDİYETİNİ AZALTAN MATBAADIR
-Eskiden ortaya konulan kalıcı eserlerin ortaya konulamıyor olmasını nasıl açıklayabiliriz? Teknoloji işimizi kolaylaştırırken orijinalliği alıp götürdü mü?
Teknoloji insanın birçok işini kolaylaştırıyor ama diğer taraftan da insanın birçok alanını işgal ediyor. Meseleye yazı işleri açısından bakarsak; gazetenin olmadığı dönemde insanların başı daha dinçti, çoğunlukla ciddi kitaplar vardı. Bu kitapların ciddiyetini azaltan önce matbaadır. Çünkü matbaa teknolojisi bir verimlilik üzerine çalışıyor. Daha önce kitaplar ihtiyaç olduğu için çoğaltılıyordu. Diyelim ki, çok lüzumsuz, kimsenin okuma ihtiyacı hissetmediği bir kitabı kimse beş bin tane çoğaltmaz. Matbaa ise, ekonomik karşılığı olmayan sayıda kitap basmaz. 
 
İLK AĞIR DARBEYİ TELEVİZYON  İNDİRDİ
O ilk teknolojik dönem düşünüldüğündeyse kitapların kendine mahsus bir masrafı var ve o masrafın okuyucudan çıkartılması, hatta kâr edilmesi gerekiyor. O yüzden de bu iş bir sanayi haline geliyor ve kapitalizmin kuralları işliyor. Kaliteli ya da kalitesiz birçok kitap yayınlanıyor, onun satılması, reklamının yapılması şeklinde bugüne kadar geliyor. Fakat gazetelerin, radyoların olduğu dönemlerde insan beyni daha çok düşünmeye mütemayildi. Bence ilk ağır darbeyi televizyon indirdi. Ama şu anda bunların hepsini aşan ve bizi kuşatarak zamanımızı alan bir teknolojiyle karşı karşıyayız. 
 
SAĞLAMASINI YAPMADAN İNTERNETTEN BİLGİ ALMAK DOĞRU DEĞİL
Ayrıca internette çok zaman alabilen ve gereksiz de olan birçok şeyle karşı karşıyayız. Mesela, anlamı bilinmeyen bir kelime için bile sözlüğe bakmak yerine internete müracaat ediliyor. Halbuki internetteki cevapların doğru, sınanmış, süzgeçten geçirilmiş olduğundan emin değiliz. Bugün çocuklar ödev yaparken doğru ile yanlışı tefrik edemedikleri için yanlış şeyleri de internetten doğru diye aktarabiliyorlar. O yüzden sağlamasını yapmadan internetten bilgi almak, kullanmak doğru değil. 
 
KLASİK METİNLERİ OKUMAK ÖNEMLİ
-Yeni jenerasyon yazarların birkaç yüz kelimeyle yazıyor olmasından hareketle moda olan konular üzerine yazıldığını, derinlikli yazıların ortaya çıkmadığını, nevi şahsına münhasırlıktan yazı dilinde uzaklaşıldığını düşünüyor musunuz?
Bir “amiyanelik” var; sadelik, basitlik değil, bayağılığa giden bir hal. Umumileşmiş, kitle kültürü haline dönüşmüş, herkes tarafından kullanılan az kelimeyle çok şeyin anlatılmaya çalışıldığı bir dönem bu. İşin kötüsü insanlar birbirini anlıyor. Ama bu derinlik ifade etmiyor ve zihnimizi geliştiren bir durum değil. İşte klasik metinleri okumak bu yüzden önemli. Klasik metin aynı zamanda zengin bir dil ürünüdür, içinden çıktığı kültürü temsil eder. Kelimeler, kavramlar ve arka planı, ifade tarzı insanın zihnini aşıyor.
 
TOPLUMUN ORTAK HAFIZASI
İngilizler bunu araştırmışlar ve klasik metinleri okuyan çocukların zihni faaliyetlerinin daha güçlü olduğu sonucuna varmışlar. Dünya bunu zaten çoktan biliyordu. Bu yüzden klasik metinleri ilkokuldan itibaren okutan bir sistem geliştirmişti. Böylece üniversite çağına gelinceye kadar belirli kitaplar okunmuş ve aynı zamanda bir müştereklik sağlanmış oluyor. Bu şekilde ortak bir hafıza meydana geliyor. 
 
DİL DEVRİMİYLE KLASİK METİNLERİ OKUNMAZ HALE GETİRDİK
Biz hatta klasik metinlerimizi ezberliyorduk. Bizden önceki nesillerde, Fuzuli divanını, Nabi divanını ezbere bilen esnafa rastlanırdı. En azından güzel beyitler, mısralar ezberleniyordu. 19. yüzyılda Ziya Paşa’dan beyitler ezberlemek moda gibiydi. Konuşurken atasözü gibi sözünüzün yetmediği yere o beyti koyabiliyordunuz. Karşınızdakiler de bunu bildiği için bu belki tartışmayı kesen, konuşmanın yönünü değiştiren bir şey haline geliyordu. Aslında biz dil-yazı devrimiyle birlikte bütün klasik metinleri okunmaz hale getirerek Cumhuriyet döneminde bu işi iptal ettik.
 
KİTAP YERİNE ÖZETİ OKUNUYOR
2000’lere kadar Milli Eğitim Bakanlığı bu alanda bir çalışma yapamadı. Daha sonra yetersiz de olsa 100 Temel Eser adı altında bir listeyle konu gündeme geldi. Bu sefer de o kitapların asılları yerine kötü kopyaları, kötü baskıları, özetleri ortaya çıktı. Çocuğa öğretmen; “Çalıkuşu’nu, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu, Küçük Ağı’yı” oku diyor fakat çocuk özetini buluyor, özetini yazıyor ve ödev yapmış oluyor. Halbuki o kitabı okumanın o çocuğa kazandıracağı çok şey var. İşte bu klasik metin okumanın nasıl yozlaştırılabileceğini bize gösteriyor. Bugün İran’da hala insanlar büyük farsça metinleri hatta Mesnevi gibi metinleri bile ezbere biliyorlar. Konuştuğunuz zaman Mesnevi’den uzunca bir bahsi ezbere okuyabiliyorlar. Bu toplumda ortak bir kültür, anlayış ve edebi zevk meydana gelmesine yol açıyor. 
 
KOLAY ANLAŞILAMAYAN, HİÇ BİLİNMEYEN KELİMELER KULLANIYORLAR
-Sözlü ve yazılı kültürümüzde hayata dokunan, anlaşılabilir metinler var. Fakat günümüz yazarları adeta “yeni” birtakım kelimelerle anlaşılmazlık maskesi altına sığınarak yazıyor. Bu durumu nasıl değerlendirebilirsiniz?
Doğrusu bazı çok meşhur şahsiyetlerin o metinlerinin herkesin anlayabileceği bir dile çevrildiğinde bir kıymeti harbiyesinin olmadığının anlaşılacağını düşünüyorum. Bunu sağda solda söylediğim için bana kızanlarda oluyor. Onlar tersyüz edip, kolay anlaşılamayan veya hiç bilinmeyen kelimeler kullanıyor. Bu da adeta bir cazibe katıyor. Ben bunun kalıcı bir etki uyandırmayacağını düşünüyorum.
 
-Buna başlı başına bir farklı olma çabası diyebilir miyiz?
Büyük söz söyleyecek olan bunu herkesin anlayacağı şekilde de söyleyebilir. Bir üslup veya üst dil olarak da bunu kurgulayabilir. Herkes anlamayabilir ama anlayan çıkar. Bizim Divan Edebiyatı böyle bir şey. Divan Edebiyatı’nın kavramlar dünyasına nüfuz edemiyorsanız onu ancak dışarıdan anlıyorsunuz demektir. 
 
TOPLUMUN NE İSTEYECEĞİNİ DE BİRİLERİ TAYİN EDİYOR
-Yayıncıların; ‘toplum istiyor biz de böyle popüler kitaplar yayınlıyoruz’ şeklinde yaptığı bir savunma var. Toplum gerçekten böyle mi istiyor?
Toplumun ne isteyeceğini de birileri tayin ediyor! Son yıllarda büyük reklam kampanyaları yapılan, çok sayıda basılan popüler kitaplar yayınlandı. Kitap çıkmadan insanlarda onunla ilgili bir beklenti oluşturuyorlar ve topluma bunu adeta empoze ediyorlar. Bu tür kitapların birçoğu böyle reklamsız yayınlansa, kampanyasız okura sunulsa, alıcısı emin olun yüzleri, binleri geçmez. 
 
ÖNEMLİ OLAN GERÇEKTEN BU ÜRÜNÜ ALMAK İSTEYİP İSTEMEDİĞİ
Diyelim ki bu kitabı elli bin kişi alıyor. Aldığı andan itibaren ne olduğu önemli değil o kişi için. Fakat aldıktan sonra önemli olan gerçekten bu ürünü almak isteyip istemediği. Bunu da kimseyle konuşmak mümkün değil. Çünkü iş işten geçmiş oluyor. Dolayısıyla bu bir ölçü değil. Toplumun ne isteyeceğini de belirleyen mekanizmalar var. Yani talep doğurmak diye bir şey var.
 
BİZİMKİ İŞE YARAMAK İÇİN DEĞİL, BİR ESER ORTAYA KOYMAK İÇİN
-İnsanların akılları zihinleri nasıl manipule edilerek istenilen ürün tükettirilir şeklinde bir anlayış söz konusu değil mi?
Kültür kitapları birkaç bin basılırken onlar çok sayıda basmalılar ki bir işe yarasın. Bizimki işe yaramak için değil, bir eser ortaya koymak, bir fayda temin etmek için. Onların ki ise kapitalizm çerçevesinde çok daha ticari. Bunun için de geniş bir medya cihazı var.
 
‘PROTESTOCU HAVA’ MEYDANA GETİRMEYE ÇALIŞTIK
-Bu sene Yazarlar Birliği’nin düzenlediği Yazar Okulu’nda ‘D. Mehmet Doğan Yazı Atölyesi’ ile amaçlanan nedir? 
Yazar Okulu’nu açtığımız dönem 28 Şubat baskısının çok ağır olduğu günlerdi. Biz aynı zamanda Yazar Okulu kavramı etrafında ‘protestocu bir hava’ meydana getirmeye çalıştık. Yazar okulunun sadece iki dersi yazarlıkla ilgiliydi. Birisi; yazarlığa giriş, diğeri; metin oluşturma teknikleriydi. Biz bunun yanı sıra; Din ve Düşünce, Toplum ve İdeoloji, Felsefe Yoluyla Düşünmek, Hukuk ve Toplum, İletişim ve Edebiyat gibi dersler koyduk. Bunların hepsi 28 Şubat döneminin baskılarına karşı düşünülmüş derslerdi. Bu derslerde insanlar hocaları dinliyor ve ve serbestçe tartışıyorlardı.
 
Habervaktim Gazetesi

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.