Müslüman Mahkumları Kendimizden Görmeliyiz

Müslüman Mahkumları Kendimizden Görmeliyiz
Vahdet Vakfı kurucusu Vahdet gazetesi yazarı Hüsnü Aktaş Hoca, yıllardır haksız yere cezaevinde yatan Müslümanlar olduğunu belirterek, bunlar için neler yapılabileceğini değerlendirdi.

Vahdet Vakfı’nın kuruluş amaçlarından birisi de cezaevlerindeki mahkûmlara yardım etmektir. Vakıf,  bugüne kadar mazlum birçok mahkûma yardım elini uzattı. Halende mahkûm Müslümanlara maddi ve manevi yardımlarını sürdürmektedir. Hatta Vahdet Vakfı Yöneticileri, 28 Şubat Süreci’nde, Müslüman mahkûmlara yardım ettikleri gerekçesiyle Vakıf Yöneticileri tutuklanıp, DGM’de yargılandılar. Vahdet Vakfı, sivil bir kuruluş olarak cezaevi ortamını en iyi bilen kuruluşların başında gelir. Bizde bu vesile ile hem yıllarca cezaevinde yatan, hem de Vahdet Vakfı’nın kurulmasına öncülük eden, Vahdet Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hüsnü Aktaş hocamızla,  Vahdet Vakfı ve cezaevlerindeki mahkûmların durumuyla ilgili röportaj gerçekleştirdik.

Hocam; öncelikle şu sorudan başlamak istiyorum.  Vahdet Vakfı’nın kuruluş amaçlarından birisi de cezaevindeki mahkûmlara yardım etmektir.  Neden böyle bir çalışmaya girme gereği hissettiniz. Sizi bu amaca iten olay nedir?

husnu2.gif

Vahdet Eğitim, Yardımlaşma ve Dostluk Vakfı, insanların inançlarından ve düşüncelerinden dolayı mahkûm edildikleri, devletin temel nizamlarını İslâm’a uydurmak için propaganda yaptıkları gerekçesiyle (TCK’nın kaldırılan 163. maddesi) binlerce insanın cezaevlerine konulduğu bir dönemde kurulmuştur. İlim ehli olan insanlarla istişare edilerek kurulan Vahdet Vakfı;  2014 Temmuz ayında, yirmi altıncı hizmet yılını tamamlamıştır. Vahdet Vakfı’nın kurulmasını ve müessese haline gelmesini, kuruculardan herhangi birisinin şahsına izafe edilmesi veya kuruculardan birisinin şahsi tercihleriyle sınırlandırılması doğru değildir. Dolayısıyla ‘Neden böyle bir çalışma gereğini hissettiniz. Sizi bu amaca iten neydi ?’ sualine, aylarca devam eden istişâre toplantılarında öne çıkan gerekçelerle cevap verebilirim.  Cezaevlerinde bulunan mazlum müslümanlara sahip çıkmak, onların ailelerinin ve çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak, öncelikle velâyet hukukunun ve fütüvvet ahlâkının zaruri bir sonucudur. Vakıf hizmetleri yeni bir hadise değildir. Maddi bir karşılık beklemeden, ihtiyaç sahibi insanlara yardımı konu alan vakıf müessesesi, Hz. İbrahim’den (a.s.) itibaren, iyilik ve takva hususunda birbirleriyle yardımlaşan mü’minlerin karargâhı olmuştur. Kur’an, Sünnet ve İcma-i Ümmet ile sabit olan vakıf hizmetlerinin sebebi, mükellefin Allah’ın (c.c.) rızasını elde etme gayretiyle sınırlıdır. Kur’an-ı Kerim’de, hesap gününü düşünen mü’minlerin infak hususundaki tavırları haber verilmiştir: “Yemeğe olan sevgilerine rağmen yoksulu, yetimi ve esiri doyururlardı. ‘Biz size ancak Allah’ın rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür istemeyiz. Çünkü biz Rabbimizden, o suratların ekşiyeceği çetin günden korkarız’ derlerdi. İşte bundan dolayı Allah, o günün şerrinden onları korumuş (yüzlerine) bir güzellik (kalplerine) sevinç vermiştir.’ (Ed Dehr -İnsan Suresi-8-11) Müslüman kimliğinden/inançlarından dolayı ve mazlum olarak hapis cezasına çarptırılan kimselerin ‘esir/tutsak’ vasfına haiz olduklarını söylemek mümkündür. İmam-ı Serahsi “El Mebsut” isimli eserinde, yeryüzünde ilk vakfın Hz. İbrahim (a.s.) tarafından kurulduğunu ifade etmektedir. Bilindiği gibi İmam-ı Serahsi (rh.a) de yıllarca ‘kuyu hapsine’ mahkûm edilen âlimlerden birisidir.

Siz yılardır cezaevindeki Müslümanlara yardım ediyorsunuz. Cezaevindeki Müslümanların neye ihtiyacı var?

Her mahkûmun, kendisine göre bir değil, birçok problemi ve ihtiyacı söz konusu olur. Hapishanelerde daima şikâyet ve sızlanma vardır. Bunun tabii karşılanması gerekir. Hapis cezasını savunan lâik hukukçular, şu iki unsur üzerinde dururlar.  Birincisi: Toplumun suçlulardan korunması şarttır. İkincisi: Suçluların ıslah edilerek topluma kazandırılması gerekir. Hâlbuki tüzük, yönetmelik, genelge ve prensip gibi kelimelerin arkasına sığınan hapishane görevlileri, tutuklulara ve hükümlülere eziyet ederler. Suçlu olup-olmadıkları sabit olmayan tutuklular; mahkemeye götürülürken, maddi ve manevi tacize maruz kalırlar. Yıllarca tutuklu kalan ve mahkeme reisi tarafından “Sanık, suçsuz bulunmuştur. Beraatına karar verilmiştir”  denilerek, tahliye edilen insanların ızdırabını anlamak kolay değildir. Herhangi bir tutuklu; suçsuz bulunduğu ve tahliye edildiği gün, içinde yaşadığı topluma yabancılaşır. Hatta düşman olabilir. İşlenen suç ne olursa olsun; aynı cezanın, yani hapis cezasının verilmesi, başlı-başına bir cinayettir. Hapis cezasını, ‘suçların şahsiliği’ prensibi ile açıklamak da mümkün değildir. Bu infaz sistemi; sadece suçlu olan şahsı değil, o şahsın bütün ailesini maddi ve manevi olarak cezalandırmaktadır.

28 Şubat Süreci’nde; Vahdet Vakfı Yönetim Kurulu Üyelerinin tutuklandığını ve vakfın kapatılması için dava açıldığını biliyoruz. DGM Savcısı’nın hazırladığı iddianamede; kurulduğundan itibaren Vakfın 1810 mahkuma ve 533 mahkum ailesine yardım ettiği, fakat bu yardımların Türkiye’de İslâmî mücadele veren örgütlerin cezaevlerinde bulunan elemanlarına tahsis edildiği iddia ediliyordu. Cezaevindeki Müslümanlara yardım ettiğiniz için halen hukuki sorunlar yaşıyor musunuz? Vakıf yöneticileri, tutuklandığında ne gibi sorunlar yaşadınız?

Vakıf tüzüğünde; ‘cezaevlerinde bulunan mazlumlara yardım etmek, onların ailelerinin ve çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak’ vakfın gayesi olarak belirtilmiştir. Ancak bir gönüllü kuruluşun, cezaevlerinde bulunan bütün mahkûmlara ve ailelerine yardım edebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Yönetim Kurulu’nun, Genel İstişare Kurulu’nun tesbit ettiği kriterleri dikkate alması ve bazı tercihlerde bulunması şarttır. DGM Savcısı, kendi iddialarını ispat için bu rakamları ortaya atmıştır. Kurulduğu günden itibaren; sadece ihtiyaç sahibi olan ve vakfımıza müracaat eden mazlumlara ve ailelerine, vakıf yetkililerinin yaptığı araştırma sonucunda yardım yapılmıştır. Halen bu yardımlar devam etmektedir. 28 Şubat Süreci’nde tutuklanan ve DGM’de yargılanan Vakıf yöneticilerinin herhangi bir sorun yaşamadığını söylemek mümkün değildir. Ancak korkuya kapılan vakıf üyelerinin önemli bir bölümü kenara çekilmiş, Vakıf ile olan irtibatlarına son vermişlerdir. 28 Şubat Süreci’nde; maddi ve manevi açıdan muhasara altına alınan Vahdet Vakfı’nın, mazlumların duaları ile bütün engelleri aşmayı başardığını söyleyebiliriz.

Cezaevinde halen hiçbir suçu olmayan Müslümanlar var. Haklarında tek bir delil olmadığı halde yıllardır cezaevinde yatan Müslümanlardan söz ediyorum. Haksız yere cezaevinde yıllardır yatan Müslümanlar için neler yapabiliriz?

Yürürlükteki T.C. Anayasası’nın 38’inci maddesinde: ”Suçluluğu sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” hükmünün yer aldığı malûmdur. Ancak Türkiye’de örgütlenme hürriyeti, pamuk ipliğine bağlıdır. Bugün kanunlara uygun (meşru-legal) olduğu kabul edilen bir faaliyetin, yarın illegal veya gizli örgüt faaliyeti olarak ilân edilmesi mümkündür. Zira meşruiyet krizi söz konusudur. Siyaset ilminin literatüründe; bir faaliyetin veya durumun, hukuka uygun olması hali “meşruiyet” olarak ifade edilir.  Fransızcada  “Legalite” kelimesi, aynı mahiyettedir. Son zamanlarda sıkça kullanılan “legal-illegal örgüt” tasnifi, Fransız kültürüne dayanır. Bir ülkede kanunların bulunması, hukuk devletinin varlığının delili değildir. ‘Haksız yere cezaevinde yıllardır yatan Müslümanlar için ne yapabiliriz?’ sualine gelince:  Bu suale bir röportaj çerçevesi içinde cevap verebilmek mümkün değildir. Zerre miktarı hayrın da, zerre miktarı şerrin de hesabının sorulacağına inanan her Müslüman, sizin bu sualinizin cevabını kendi vicdanında bulabilir.

Cezaevindeki Müslümanları adaletsiz yargının inisiyatifine terk eden bizlerin bu konuda hiç suçu yok mu? Sizce Müslümanlar cezaevindeki kardeşleri hakkında şu ana kadar yapmaları gerekenleri yaptılar mı?

Bu iki suale cevap vermek, sanıldığı kadar kolay değildir. Hapse giren bir Müslüman’a karşı, diğer Müslümanların bir değil, birden fazla tavır takındıklarını söyleyebiliriz. Hatta yakın akrabalarının tavrını bile, genel hatlarıyla bilmek mümkün değildir. Bazıları velâyet hukukuna riayet ederler ve vazifelerini yapmaya çalışırlar, bazıları ise “O da fazla ileri gitmişti” diye söze başlarlar ve keyiflerine göre mazlum Müslüman’ı suçlayabilirler. Ayrıca devletten/sultandan gelen ikrah konusunda; ferdin  mes’uliyetini, temekkün şartlarına göre tahlil etmek gerekir. Bu noktada, azimet ve ruhsat gibi kavramlarla ifade edilen haller, insandan insana değişebilir. Türkiye’de yaşayan Müslümanların uzun yıllar, adeta “Ashab-ı Kehf” hayatına mahkûm edildiklerini söylemek mümkündür.Türkiye’de devlet ile siyasi rejimi aynileştiren seküler-lâik zorbalar “vatandaşların neyi düşünmeleri gerektiğini, düşüncelerini nasıl ifade edeceklerini, hangi kıyafeti ile sokağa çıkacaklarını, kimi seveceklerini veya sevmeyeceklerini” tesbit etme hakkını, uzun yıllar kendilerinde görebilmişlerdir.

Son olarak cezaevindeki Müslümanların durumu hakkında neler söylemek istersiniz. Cezaevindeki Müslümanlara yardım etmek konusunda, nereden ve nasıl başlamalıyız?

Bu sualinize cevap verebilmek için, ‘Maslahat-ı Mürsele’ ve ‘İstişare kavramlarının keyfiyetini dikkate almamız gerekir. Cezaevindeki Müslümanları; kendi ailesinin bir ferdi gibi görmeyen ve değerlendirmeyen kimselerin, onlara yardım edebilmesi kolay değildir.  Kendi nefsi için istediğini, mazlum ve mahrum olan kardeşleri için de isteyen her Müslüman, bu sualinize kolaylıkla cevap verebilir. Sadece şunları söyleyebilirim. Bir Müslüman’ın, inancının gerektirdiği bir hassasiyetle mağdur ve mazlum durumda olan kardeşlerini araştırması, bulması ve onlara yardımcı olması gerekir. Fakat; biliyoruz ki, Türkiye şartlarında kimi mahkumlarla görüşebilme ve onlara yardım edebilme imkânı yoktur. Bu durumda yapılacak şey, mahkûmlarla görüşme, onlara ve ailelerine gerek avukat temin etme, gerek yardımları ulaştırma, gerekse dinî, ilmî, kültürel eserleri özellikle mahkûmlara gönderme, çocuklarına burs temin etme gibi imkânlara sahip vakıflara bağışta bulunmaktır. Vakfımızın istişare heyeti, kuruluşundan itibaren ‘sağ elin verdiğinden, sol elin haberi olmaması’ prensibini benimsemiş ve reklam yapmayı uygun bulmamıştır. Ancak, bu noktada şunu ifade etmekte fayda vardır. Bu konuda faaliyet gösteren, bu anlamda kuşatıcı bir hizmet yapan ikinci bir vakıf ya da dernek mevcut değildir. Dolayısıyla, mahkûmlara ve mahkûm âilelerine, çocuklarına infakta bulunmayı arzu eden kardeşlerimiz vakfımıza müracaat edebilirler. Mahkum, mazlum ve mağdur olan kimselerin durumlarını dikkate alan, hassas bir konuyu kamu oyuna sunma sorumluluğunu hisseden ve Müslümanlara bu yönde de yükümlülüklerinin olduğunu hatırlatmak için bu röportajı gerçekleştiren Vuslat Dergimize de teşekkür eder, yayın hayatında başarılar dilerim. Allah (c.c.)’a emanet olun.

Röportaj: Ziya Gündüz

 

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.