Söğüt ağacının gölgesi serin olur. İnsanı ferahlatır; diriltir. Söğüt’e yapılan ziyâret de öyle. Osmanlı’nın kurulduğu bu şirin beldeyi ziyâret etmeye, “Söğüt gölgesinde serinlemek” demek yanlış olmaz.
Serin Olur Söğüt Gölgesi


İLK GİDİŞİM
Târihçi Ziya Nur Aksun, sağlıklı olduğu müddetçe, Söğüt şenliklerine bir çocuk sevinciyle katılmayı vazife bilmiş. Bir otobüs dolusu Osmanlı âşığı ile gider; Osmanlı Devleti’ni kuran mânâ erlerinin mekânlarını büyük bir huşû ile ziyâret ederlermiş. Bedenlerinde Osmanlıyla bir kez daha buluşmanın verdiği dinçlikle dönerlermiş.
Söğüt’e ilk defa, 1990’da Ziya Nur’un Söğüt ziyâretlerine katılan Saadeddin Ökten ile gittim.“Ziyâ Âbi ile gittiğimiz gibi” diyerek, biz gençleri, ihtifalden önceki gece yarısı, Türk Ocağı önünden otobüse bindirip İstanbul’dan çıkardı. Sabah olmadan Bilecik’e vardık. İlk durak Şeyh Edebali Türbesi. Ortalıkta kimseler yoktu. Türbedâr bulundu. Türbe ve câmi açtırıldı. Sonraki sene, gitmeden evvel gerekli temaslar sağlandığı için Orhan Câmi ve türbe açıktı. Görevli çayı koymuş; İstanbul yolcularını bekliyordu.

Bundan sonra, ihtifâl zamanı veya hâricinde sürekli Söğüt’e gittim. Hep aynı heyecanla. Bize orayı sevdiren insanları örnek alarak Söğüt’ü bilmeyenlere rehberlik ettim. Osmanlı merakı olan herkese, Bursa’yı, İstanbul’u, Çanakkale’yi anlamak ve sevmek için Söğüt’ü bilmek ve sevmek gerektiğini anlattım.
Fakat şenliklerde devletin ağırlığı arttıkça sıkıntılar da başladı. Törenlere en üst düzey katılımlar oldu ama, insanın “Keşke devlet hiç karışmasa” diyesi geliyor. Devlet erkânı, yörüklerin önüne geçti ve parti kavgaları çıkmaya başladı. Şenliklere siyâsetin ve din turizminin bulaşmasına çok üzüldüm. Şeyh Edebalı Türbesi, sanki Beyazıd Meydanı… Bangır bangır arabesk ilâhiler, alâkasız bir sürü hediyelik eşya… En son geçen sene, Ertuğrul Gâzi’nin türbesine bile yanaşamadan dönmek zorunda kaldım.
Bu sene ihtifâl sonrası ziyâret ettim. Sessiz, sâkin, huzurlu…

İHTİFÂL NEDİR?
Ertuğrul Gâzi, her sene Eylül ortalarında sağ sâlim yayladan dönünce şükür için ahâliye etli pilav ikrâmında bulunurdu. Vefâtından sonra Karakeçililer bu geleneğe sâdık kalarak, her sene yayla dönüşü atalarının kabrini ziyâret etti. Etli pilav pişirip dağıttı. 700 yıldan fazladır devam eden bu gelenek, ”Ertuğrul Gâzi İhtifâli” veya “Yörük Bayramı “ olarak kutlanmaktadır. 1984’de kurulan Ertuğrul Gâzi’yi Anma ve Söğüt Şenlikleri Vakfı, yüzyıllardır yörüklerin kendi gayretleri ile unutturmadığı bu anlamlı günün organizasyonunu üstlendi. Her sene, Eylül’ün ikinci Pazar’ı ihtifâl vaktidir.

ERTUĞRUL GÂZİ VE HALİME HÂTUN
Söğüt’deki ilk durağımız, Ertuğrul Gâzi Türbesi. Türbenin yanıbaşında eşi Halime Hatun’un; arka tarafında ise gazâ arkadaşı alperenlerin mezarları var.
13. yüzyılda Moğol istilâsı sebebiyle batıya doğru gelen Kayı boyu, liderleri Süleyman Şâh’ın Fırat nehrini geçerken boğulmasıyle ikiye bölündü. Bir kısmı geriye dönerken, diğer kısmı Ertuğrul Gâzi komutasında batıya doğru ilerledi. Gösterdikleri kahramanlıklardan dolayı, Selçuklu Sultanı Alaaddin, Söğüt ve Domaniç bölgesini, kışlak ve yaylak olarak onlara bağışladı. Ertuğrul Bey, emrindeki 400 çadırla bu bölgeye yerleşti ve Selçuklu Sultanı’na bağlı olarak fetihlere katılıp, İslâm’ı yaymak için çalıştı. 1281’de vefât etti. Bir rivâyete göre, misâfir olduğu evin odasında Kuran-ı Kerim’i görünce , uzanıp yatmağa teeddüb ederek sabaha kadar hürmetle oturdu. Bir ara dalınca, rüyâsında asılarca sürecek devletin nesline bahş edildiği müjdesini aldı.

ALPERENLER
Hayâtımda hiç unutamadığım anlardan biri, Söğüt’e ilk gittiğim zaman, duvarlarında Yunan işgâlinin kurşun izlerini taşıyan Ertuğrul Gâzi Türbesi’nin arkasına dolanınca gazâ arkadaşlarının mezarlarını gördüğüm andır. Gözlerim dolmuş, titremiştim. İşte onlar… Abdurrahman Gâzi, Porsuk Bey, Pazarlu Bey, Aykut Alp, Savcı Bey… “Kolonizatör Türk Dervişlerini” okuyunca edindiğim bilgiler, târifsiz bir duygu seline dönüşmüştü. Yarabbi o ne muhteşem sâdelik! Sanki zaman tüneline girip o günlere gitmiştim.
Mezarlar, daha sonra ihyâ edildi. Çevre bakımı yapılıp çiçeklendirildi.

SÖĞÜT’TEKİ OSMANLI HÂTIRASI BİNÂLAR
Türbe ziyâretinden sonra, Söğüt’teki Osmanlı eserlerini dolaştık. 2. Mehmed Han’ın yaptırdığı câmi, 2. Abdülhamid Han’ın yaptırdığı Hamidiye Câmii, Hamidiye İdâdisi ve Sultan Reşad Han’ın yaptırdığı Dârüleytâm’dan sonra, yöredeki son Osmanlı hâtırası 1919’da Kaymakam Said Beğ’in yaptırdığı çeşme. Çeşme, Söğüt’deki son Osmanlı hâtırası. Abdest alırken arka dönülmesin diye kıble yönünde musluğu yoktur. Ertuğrul Gâzi’nin Söğüt’e gelince ilk namaz kıldığı yer olan Kuyulu Mescid’i de unutmadık. Kapısında, bayrağımızın yanına Kayı boyu tamgası asılıydı.

DURSUN FAKIH
Söğüt’ten sonra, Dursun Fâkih Türbesi’ni ziyâret ettik.Türbe, Bilecik yolu üzerinde, Küre Köyü’ne giderken koni biçiminde bir tepenin başında. Döne döne çıkılıyor. Şeyh Edebâli’nin hem talebesi hem damadı olan Dursun Fâkih, Osman Bey’in de bacanağı. Fıkıh âlimi olduğu için böyle anıldı. Osman Bey adına ilk hutbeyi okudu. Hocasından devraldığı “Sultana hem hizmet hem nasihat etme” geleneğini sürdürerek Orhan Bey’in yanında da yer aldı.
Türbeye gittiğimizde, kenarında oturmuş ufuklara bakan bir kadın gördüm. Ağlıyordu. İşte hakiki bir yolcu. Ne diyordu şâir:
Yolcu buruk baş gerek
Gözü sulu yaş gerek

ŞEYH EDEBALİ TÜRBESİ
Osman Bey, Şeyh Edebâli’nin zâviyesinde,(Türbenin olduğu zâviye değil, daha önceki zâviye) misâfir olduğu bir gece, bir rüyâ gördü. Şeyh Edebâli’nin koynundan çıkan ay, geldi; kendi koynuna girdi. Göğsünden bir ağaç bitti. Öylesine büyük bir ağaç oldu ki dalları, gökleri; kökleri ise tüm dünyayı sardı. Gölgesi bütün yeryüzünü tuttu. İnsanlar o ağacın gölgesinde toplandılar. Ulu dağlara ve dağların eteğinden çıkan coşkun sulara hep o ağaç gölge etti. Osman Bey, rüyâsını Şeyh Edebâli’ye anlattı. O da şöyle yordu. ”Hak Teâlâ, sana ve soyuna hükümranlık verdi. Mübârek olsun. Kızım Malhun Hatun senin helâlin olsun.” dedi. Şeyh Edebâli’nin bu yorumu üzerine Osman Gazi Malhatun ile evlendi.

Şeyh Edebâli’nin yorduğu rüyâ, aslında kendi rüyâsıydı. Çünkü O, Horasan erenlerindendi. O erenler ki soylarındaki cihangirlik ile İslâm’daki cihad ruhu birleşince, hep batıya doğru gittiler. Batıda Kızıl Elma vardı. Batıda, Peygamber müjdesi olan İstanbul vardı. Onlar bu müjdenin peşinde, vatan bırakıp geldiler. İşte Şeyh Edebâli, böyle bir Horasan ereniydi. 1206’da Merv’de doğdu. 1326’da Bilecik’de vefat etti.
Türbe ziyâretinden önce biraz soluklanmak için aşağıdaki çay bahçesine oturduk. Az ötedeki masada birileri konuşuyor. Bir adamın sesini tanıdım ama, bir türlü çıkaramadım. Başında bir kovboy şapkası vardı. Biraz dikkatli bakınca tanıdım. Yirmi beş yıl önce bize çay demleyen türbedâr. Artık emekli olmuş. Hediyelik eşyalar satıyor. Anladığım kadarıyla hâli vakti bir hayli iyi. Almış başını gitmiş.
Nereden nereye.. İstanbul yolcularını karşılayıp çay demleyen türbe görevlisi, kovboy şapkası takan bir tüccara dönüşmüş.

SÖĞÜT HEPİMİZİN
Ertuğrul Gâzi de Osman Bey de kutlu rüyâlar gördüler. Rüyâ ehli bir ecdâdın torunu olarak benim de bir rüyâm var. Önümüzdeki yıllarda Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve muhâlefet liderlerimiz, hepsi berâber Söğüt’teler. Birlikte, Ertuğrul Gâzi’yi ziyâret ediyorlar. Birlikte pilâv yiyorlar. “Hepimiz Ertuğruluz.” diyorlar. Osmanlı ile buluşmanın dinçliği, ferahlığı ile dönüyorlar siyâsete… Bu birliğe, bu dirliğe çok ihtiyacımız var. KERİME YILDIZ - VAHDET
