Ekonomik kriz peşindeler!
Ulusal Güvenlik, Finansal/Parasal Saldırılar üzerinde yaptığı çalışmalar ve yazılarla tanıdığımız Finansal Güvenlik Stratejisti Selva Tor, başta Türk-Amerikan ilişkileri olmak üzere bölgesel ve küresel krizlere eko-politik gözle analiz getiriyor. ABD'deki Rıza Sarraf davasını başından beri takip eden Tor, iki ülke arasında yaşanan krizde Sarraf'ın küçük bir figüran olduğunu belirterek arka plandaki büyük oyuna dikkat çekti.
Tor, 4 Kasım'da jürisi seçilecek ve 4 Aralık'ta ilk duruşması görülecek davaya ilişkin çarpıcı tespitlerde bulundu. ABD'deki bu davada, sahte ve hukuksuz delillerle Türk vatandaşlarının uluslararası hukuka aykırı olarak tutuklandıklarına dikkat çeken Tor, ABD'ye eş zamanlı davalar açılması gerektiğine dikkat çekti. "Rahat olmalıyız" diyen Tor, zira bu dava sadece Türkiye’yi değil ABD’nin de bölgesel ve küresel ölçekte stratejisinin ne olduğunu bize gösterecek. Eğer ABD bu dava üzerinden Halk Bankası ve Türk hükümetinin itibarsızlaştırılması yoluna gidilirse bu 70 yıllık Türk-ABD ilişkilerine tamiri imkânsız yara açacaktır tespitinde bulundu.
ABD'nin yükselen Çin karşısında Türkiye’ye sırtını dönerek tarihi bir hata yaptığına dikkat çeken Tor, "Türkiye de kendisiyle en iyi stratejik ilişki kuranla birlikte olmayı tercih edecektir. Sarraf davasını bu anlamda Türkiye'nin gelecek stratejileri açısından belirleyici olacağını ve eğer bu meseleyi ABD yargısı Halkbank ve Türkiye’ye taşımaya yeltenirse bu elbette ABD ile sürdürülen 70 yıllık stratejik ittifakın da temellerini derinden sarsacağını düşündüğünü belirtti. Selva Tor, “Nihayet, ittifakların ebedi değil sadece Türk devletinin ebet müddet olduğu”na vurgu yaptı.
ABD'deki Sarraf dosyası, PYD ve FETÖ'nün ardından iki ülke arasında yeni bir gerginlik konusu oldu. Bu bir yargı meselesi mi yoksa Türkiye'ye dönük siyasal saldırı mı?
ABD yargısı, Birleşmiş Milletlerin 2010 yılında uyguladığı 1929 sayılı yaptım kararı ile yetinmeyerek bu karardan bir hafta sonra İran’a yönelik yürürlüğe koyduğu tek taraflı ambargonun Türk iş adamları ve bürokratları tarafından delindiği iddiasıyla bu davayı açtı. Sarraf'ın tutuklandığı davanın savcısı Pret Bharara’nın ilk beyanlarında 2009-2013 yılları arasında yaklaşık 200 milyar dolar tutarındaki petrol ticaretinden meydana gelen finansal işlemlerin kara para olduğu iddiası var. Benim tahminim aynı dönemde Türkiye üzerinden geçen petrol ödemelerinin 120 milyar dolar olduğu. Ancak İran Çin ve Hindistan gibi büyük alıcılara ambargo döneminde de kesilmeyen biçimde petrol ihracatını yaptı. Türkiye’nin aracılık ettiği kısım ise bunun belki %20sine ancak tekabül ediyordur. Eğer Türkiye üzerinden İran'ın petrol ihracatının bu kadarına aracılık edildiyse, milyarlarca dolarlık petrol ihracatının geriye kalan kısmı hangi ülkelerden ve kimler tarafından yapıldı? ABD, ulusal menfaatlerinin peşine düşmek istiyorsa burnunun dibindeki Panama ve Seyşel adalarında aklanan 31 trilyon doların peşine düşmeli. Burada amaç, kara para aklaması ve rüşvet davası üzerinden bir ekonomik kriz tetiklenerek 2001’deki krize benzer biçimde Türkiye'deki seçmen davranışlarının etkilenmesi amaçlanıyorsa bunun 2001 krizinden farklı sonuçlar ortaya çıkaracağını düşünüyorum. Bu davaya dair "ABD, şu anda Türkiye'yi cezalandırıyor" algısı var. Ve bu algı Türklerin %80’leri geçen oranda ABD’ye karşı olumsuz bakışlarını daha da güçlendiriyor. Bu olumsuz algı siyasal parti oylarından bağımsız olarak toplumun geneline yayılmış durumda. ABD’nin bunun üzerinde düşünmeye ve öz eleştiri yapmaya ihtiyacı var.
TÜRKİYE'NİN VETOSUYLA BAŞLADI
Nedir bu Sarraf dosyası? Nereden çıktı bu dava?
Aralarında Reza Sarraf'ın da yer aldığı Türk iş adamı ve bürokratlarının ABD'nin İran'a uyguladığı ambargoyu delmeye aracılık ettiği iddiasıyla açılan dosya. Sarraf, İran'ın petrol gelirleri operasyonunun küçük bir parçasıydı. Kronolojik haritayı çıkarmak gerekirse; Mahmud Ahmedinejad, Cumhurbaşkanı olduğu dönemde İran devrim muhafızları mensuplarına dünyanın çeşitli ülkelerinde ambargonun by-pass edilmesi için binlerce şirket kurduruldu. Bu şirketler dünyanın birçok ülkesi – ki aralarında ABD’nin en yakın müttefik ülkeleri de var- ve İran arasında ambargo süresince de ticaretin ve ekonomik faaliyetin devam etmesine aracılık ettiler. 2010 yılında dönemin Güvenlik konseyi üyeleri Türkiye ve Brezilya’nın hayır oyu verdiği kararla yürürlüğe giren 1929 sayılı BM kararı petrol ticaretini kapsam altına almamıştı. Hassas nükleer faaliyetlerin bu faaliyetlerden doğan finansal işlemlerin kısıtlanmasına dönük bir karardı.1929 sayılı karar petrol ticaretini içermiyordu. ABD’nin girişimlerine rağmen kararın petrol gelirlerini dışarıda bırakmasının nedeni yüksek büyüme oranları kaydeden Çin ve Hindistan gibi ekonomilerin, üretim yapısını direkt etkileyecek olan İran'a ambargoya petrol ticaretinin de eklenmesine izin vermemiş olmalarıydı. BM’den beklediği kararı çıkaramayan ABD ise küresel parasal gücünü kullanarak tek taraflı bir ambargo kararı ile BM’i by-pass ederek İran’a dönük yaptırım kararlarına imza atarak, İran’ın petrol ihracatından kaynaklanan parasal ve finansal faaliyetlerinin tamamen önünü kesen bir ambargo yayınladı.
Türkiye ve Türk vatandaşları, uluslararası hukuk gereği ABD'nin aldığı bu ambargo kararına uymak zorunda mı?
Türkiye, egemen bir devlet olarak BM kararlarına bağlıdır. Ne ABD'nin ne de bir başka ülke yönetiminin kendi ulusal çıkarlarına göre çıkardığı kararları uygulamak zorunda değil. BM kararı bunun önünde bir engel koymuyorsa Türkiye ve Türk vatandaşları İran'la bu ticareti yapabilir. İran ile ticarette BM'nin İran'a yönelik yaptırımlarını belirleyen 1929 Sayılı kararına aykırı hiçbir şey yapılmamıştır. ABD'nin aldığı tek yanlı kararı Türkiye'yi bağlamaz.
HANGİ ABD?
ABD'nin tek taraflı kararı Türkiye'yi bağlamıyor ama Türk işadamları ve bürokratları, ABD'deki bir dava kapsamında tutuklanıyor ve davanın seyrine bakılırsa hedefin Türkiye olduğu görülüyor. ABD, bu davayla Türkiye'ye yönelik finansal ve siyasal bir fatura çıkarabilir mi?
Ahmedinejad'ın kurduğu şirketlerden bir tanesi, ticaretin finansal yapısıyla ilgiliydi. Bu şirketi İran vatandaşı Zencani'ye kurdurdu. Zencani'nin Türkiye'deki operasyonlarını yürütmek üzere Rıza Sarraf'ı görevlendirildiği anlaşılıyor. Hem Zencani, hem de Sarraf ve ailesi İran Devletinin ulusal çıkarları için görevlendirilmiş kişiler. Zencani’nin İran’da yargılanmasının nedeni ise devlet adına üstlendiği bu görevi kötüye kullanarak İran petrol ticaretinden Devlete aktarılması gereken kaynaklardan zimmetine para geçirmesidir. Sarraf’ın İran Devleti adına yaptığı bu ticaretten sağladığı menfaatleri ve hem Türkiye’de hem de İran’da hakkındaki iddiaların temellerini bilmiyoruz. Ancak Türkiye ve Halkbank açısından konunun ABD’deki davanın ana suçlaması Sarraf veya Atilla üzerinden, Türkiye’nin İran’a ekonomik fayda sağlayacak böyle bir finansal işleme aracılık etmesidir. En nihayet dillendirilmeyen hedefin davanın olası sonuçlarının Türkiye’de bir ekonomik krizi tetiklemesi ve tıpkı 2001’de olduğu gibi siyasal haritayı dramatik biçimde değiştirmesi olduğunu düşünüyorum. ABD’nin İran’ı çevreleme ve yalnızlaştırma politikasına Türkiye’yi de dahil etme planları, 2008’de Türkiye’nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmek için İran ile doğalgaz anlaşması yapma hazırlığında olduğu yıllarda da bozulmuştu. Dönemin Enerji Bakanı Hilmi Güler ile ABD büyükelçisi Wilson arasında çok sert bir konuşma geçtiği biliniyor. ABD, bunu bir mesele haline getirip Türkiye'ye ayrı bir dosya açıyor. 2010 yılından itibaren, bu ticareti engellemeye yönelik Türkiye'ye kapalı veya açık biçimde hem Bankalar hem de devletin ilgili birimleri tehdit veya ikna toplantıları ile İran petrol ticareti aracılığından vazgeçirilmek isteniyor. Diğer yandan Türkiye 2008 krizinden kısmen etkilenmediyse bunda İran ile Türkiye arasındaki ticaretten kaynaklanan altın ihracatının ve sıcak para akışının rolü yadsınamaz. Ayrıca Halk bankasının aracılık ettiği hiçbir finansal işlem denetime kapalı değil. ABD'den tepkiler gelince, o dönemde Halk Bankası 'Gelin hesaplarımızı inceleyin' diyerek, 'BM kararlarına 'uyduğunu defalarca ilan etti. Belli ki o dönemde de taciz ediliyordu.
Şu anda Türk-Amerikan ilişkilerinin geldiği seviye itibarı ile her iki başkentte endişelere neden olan gelişmelerin nedeni ABD’nin bölgesel politikalarda tarihi, ekonomik ve sosyolojik arka planı ihmal eden hoyrat ve tahakkümkâr tavırları. Ama geçmişten farklı olarak şu anda bu davaların arkasındaki aklın kimi temsil ettiğini tahmin etsek de tek başına bir Amerikan Hükümetinin tasarrufudur olarak da bakamayız. Genelleştirerek ABD diyoruz. Ama sormamız gereken soru bu davaların açılmasına ve ısrarla gayri hukuki tavırların devamına karar verenlerin Hangi ABD’yi temsil ettiğidir. Pentagon mu, CIA mi, veya hükümetin içindeki diğer fraksiyonlar mı? Ya da Trump mı? Bilemiyoruz. Ama şurası aşikar ki, ABD askeri ve siyasi olarak yapamadığı güç gösterisini Parasal Gücünü ve Finansal Yapısal gücünü kullanarak Türkiye’yi terbiye etmek, cezalandırmak ve nihayet dediğini yaptırmak gayretinde.
İran'ın petrol ihracatında hedef olduğu görülen Çin ve Hindistan nasıl sıyrıldı bu işin içinden? İran'ın Türkiye dışında başka ülkelerde aracı şirket veya bankalar yok muydu?
2010 yılında, ABD'nin İran'a tek yanlı ambargo kararı sonrasında, Çin bu süreçten o ticareti dolar dışındaki başka bir para birimi ( Euro veya Yuan ) üzerinden yaparak sıyrıldı. Ama Hindistan'da şöyle bir şey oldu: Hindistan yüzbinlerce varil petrol ithal eden büyük rafineri tesislerine sahip. Ama İran'dan gelen 5 milyar dolarlık bir sevkiyatı ödemekte gecikince, İran sevkiyatı kesti. Hintliler, o sırada bir Rus bankasına başvurdular ama daha sonra Halk Bankası'nın kabul ettiği ticari faaliyetleri Rus bankaları kabul etmedi. Neden sorunusun yanıtı, çok ağır bir analiz gerektiriyor. Cevabı Rusya'nın 2007'de savunma sanayini revize ederken başta Lockheed Martin gibi büyük firma ve bankalarıyla yaptıkları iş birliğinde bulunabilir. O sırada Halk Bankası, 'Gel kardeşim biz yaparız' diyor. Dönemin Hindistan Maliye Bakanı, bir Türk bankası üzerinden İran'la petrol ticaretinin gerçekleştirileceğini açıklıyor. Bu açıklamadan bir hafta sonra ABD'li yetkililer soluğu Türkiye'de alıyor. Bankalar Birliği ile toplantı gerçekleştiriyorlar ve 'İran ile ticaret işleminin bir noktasında yer alırsanız, Türkiye dışına çıktığınızda tutuklanırsınız' deniyor. Bankalar birliği de soluğu dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın yanında alıyor. O da 'BM kararına göre hareket ederiz' deyince, herhalde şimşekleri üzerine çekiyor.
Gelinen noktada, ABD'deki bu davada Türk vatandaşları ve eski bürokratlar tutuklu olarak yargılanıyor ve davanın seyri 'ambargo kurumsal olarak delindi' denerek faturanın Türkiye'ye çıkarılmasının amaçlandığı görülüyor. Madem ortada BM kararları yok, Türkiye bu davaya uluslararası hukuk açısından nasıl yaklaşmalı?
Türkiye'nin rahat olması lazım. ABD kaslarını gösteriyor. "Buradan yakalar, canımızı sıkarım" diyor. Daha bunları gizli yapıyordu, şimdi açıktan. Şuna eminiz, Türkiye Cumhuriyeti'nin hiç bir kurumu BM'nin hiç bir kararına aykırı bir işlem yapmamıştır. Bu davanın açılma nedeni, ABD ulusal güvenlik ve çıkarına aykırı hareket edildiği iddiası. ABD güvenli çıkarı bizi bağlamaz. ABD, 'Ben buranın patronuyum' havasında ama 80'li yıllardaki Soğuk Savaş dünyasında yaşamıyoruz ki. Türk savcılar da doğru bir adımla, ABD'deki savcıların yalan ve hukuka aykırı belgelerle işlem yapmasına dair soruşturma açtı. Bizim emin olduğumuz mevzu Halkbank’ın bu işlemler sırasında tek bir ABD doları dahi kullanılmamış olmadır. Ayrıca bu suçlamaların doğrudan Halkbank’a yönlendirilmesi için Halbank’ın ABD’de yerleşik bir finansal faaliyeti olması lazım. Halk Bankası'nın ABD'de ofisi dahi yok. Tutuklu Türk işadamı ve bürokratları, orada uluslararası hukuka aykırı tutuluyor. Türkiye'den, Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi'nde ABD'deki bu davaya eş zamanlı dava açmalı. Yalan deliller ile özgürlüğün kısıtlanması konusunda dava açılması lazım.
STAR
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.