Katil aramaya katılır, aileyle ağlar

Katil aramaya katılır, aileyle ağlar
Türkiye’nin en önemli adli tıp profesörü Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Sevil Atasoy, katillerle ilgili çok çarpıcı tespitlerde bulundu: "Katil aramaya katılır, aileyle ağlar..."

Bir yanda ayakları kesilen, gözleri oyulan köpekler... Çuvallara doldurulup çöpe atılan, yakılan kediler… Diğer yanda kaçırılan, tecavüz edilen, açlıktan ölüme terkedilen çocuklar… Bu vahşet birbiriyle ilintili mi? Kimler tecavüze daha yatkın? Çocuklarımızı nasıl koruyabiliriz? İdam cezası, kimyasal kastrasyon çare mi? Dünya nasıl yapıyor? Türkiye’nin en önemli adli tıp profesörü Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Sevil Atasoy Hürriyet'in sorularını cevapladı.

- Eylül’e kıyan cani daha önce de iki köpeğe tecavüz edip telle boğmuş. Bu vahşet ortaya çıkınca büyük tepki gösterdiniz; "10 yıldan fazla oldu söyleyeli. Sakalım yok ki dinlesinler” diye bir tweet attınız. İkisi arasında nasıl bir bağlantı var?

Muhtemelen 10 yıldan fazla oldu. Hayvan haklarıyla ilgili çalışan bir ekip benden bir konferansa katılmamı istedi. Konferans verirken, “Siz hayvan haklarından yola çıkarak bunu gündeme getiriyorsunuz ama yanlış bir noktadasınız. Çünkü mesele hayvan hakkı değil, insan hakkı. İnsanların güvenliğini sağlayabilmek için de hayvanlara şiddet gösterenleri durdurmanız gerekir, bu noktadan hareket edin” dedim ve örnekler vermeye başladım. Baştan söyleyelim, elbette her hayvana fena muamele yapan çocuğun ileride insana şiddet göstereceğini söylemiyorum. Burada hayvana kötü muamele dediğimiz zaman kediyi canlı canlı toprağa gömenden, karnını açıp içine bakandan, kulağını, burnunu kesip gözünü çıkarandan, aç hayvanları bir kafese koyup hiç yemek vermeyerek birbirlerini yedirtenden söz ediyorum. Bunları yapanların yarın öbür gün şiddet eylemi gösterebileceğinin altını çiziyorum. Seri katiller üzerine yapılan araştırmalar da bununla ilgili önemli şeyler söylüyor.

-Mesela?

FBI’ın yaptığı büyük bir araştırma vardır, sonra başka ülkelerde de tekrarlanmıştır. Seri katillerin geçmişlerinde mutlaka hayvana yönelik fena muamelenin, işkencenin ve öldürmelerin olduğu, bunların önemli bir bölümünün insanlara uyguladığı tekniği daha önce hayvanlara uygulayarak deneyim kazandıklarını biliyoruz.

-Bu kişilerin aileleri hakkında ne biliyoruz?

Ailelerinde hayvanlara fena muamele edenler var ve onları görüyorlar. Belki normalleştiriyorlar, belki de genetik bir geçişi var. Onu bilmiyoruz ama her halükarda hayvana fena muamele, yarın öbür gün şiddete yol açıyor. Dövme, yaralama, giderek de adam öldürmeye varıyor. Nitekim bugünün psikiyatri uzmanları, DSM denilen ruh hastalıklarını tasnifte kullandıkları bir rehberde hayvana fena muameleyi bir davranış kusuru olarak gösteriyor artık ve “Bu bir risk” diyor.

uuu.jpg

-Riskin ortaya çıkış yaşı kaç?

3-4 yaşında ortaya çıkabiliyor. Aile görüyor, öğretmen görüyor, mahalleli tanık oluyor. Tek yaptıkları “Yapma” demek, en iyi ihtimalle cezalandırıyor. Fakat hiçbir işe yaramıyor, çünkü bu profesyonel destek isteyen bir şeydir. Kanada’da Luka Magnotta adlı bir üniversite öğrencisi, sınıf arkadaşı olan bir Çinli’yi öldürdü, parçalara ayırdı, parçaları farklı çöplere attı, bir bölümünü yedi. Hatta bir takım siyasetçilere posta içinde videolarını gönderdi. Bu genç, bir model, yani bir erkek güzeliydi. Önce Paris, sonra Almanya’ya kaçtı. Almanya’da bir internet kafe’nin yöneticisi Türk bunu fark etti, polise haber verdi, yakalandı. Şimdi bu adamın, olaydan çok daha önce internette boğmuş olduğu kedilerin fotoğraflarını ve kısa video filmlerini paylaştığı biliniyor. Hayvan hakları savunucuları da bunu polise bildirdiği halde kimse ilgilenmemiş. O zaman engellenseydi, o Çinli öldürülmemiş olacaktı. Bu örnekler çok fazla.

-Türkiye’deki durum hakkında bilgi sahibi miyiz?

Sorulmadığı için bilmiyoruz. İlk ifade alma sırasında mutlaka “Hayvana yönelik bir şiddet gösterdiniz mi” veya “Ailenizde kimse kediye, köpeğe zarar verdi mi” diye sorulmalı. Cezaevlerinde bu konuda anket yapılmalı. Çocuklarının böyle bir şiddete eğimi olduğunu gören aile, derhal yardım almalı. Kedinin boynuna ip bağlayıp çekeni gördüğünüzde bile bildirmeniz gerekiyor. Yarın öbür gün muhakkak hayvana ve tabii ki insana daha çok zarar verecektir.

-Ayakları kesilen... poposuna silikon sıkılıp bağırsakları patlatılan... gözleri oyulan köpekler... Çuvallara doldurulup çöpe atılan, yakılan kediler var. Bu nasıl bir gözü dönmüşlüktür?

Patolojik. Akıl hastalığı. Öğrenilen bir şey değil. Acıma hissi, empati duyguları yok. Canlarının yanacağını hissetmiyorlar.

-Yıllarca bu konular üzerine çalışmış bir bilim insanısınız. Bu vahşet artış mı gösteriyor, yoksa hep vardı da biz mi yeni farkediyoruz?

Tabii ki bu konuya yönelik farkındalığımız arttı. Bu farkındalık iyi bir şey aslında ama sayısal olarak neydi de ne oldu derseniz, bir istatistik verimiz yok.

Toplumu derinden sarsan son iki olay Eylül ve Leyla! Tüm o süreci izlerken ne düşündünüz? İlk nereye bakmak gerekiyordu böyle bir durumda?

Çocukların kaybolmasıyla ilgili çok değişik sebepler vardır. Bunlardan biri çeker gider, kaçar. Durduk yerde kaçmaz. Ya dayak yiyordur, ya istediği bir şey alınmıyordur, bunu alışkanlık haline getirmiş çocuklar vardır. Eğer böyle birisiyse “Dur, gelir” deniyor. Gelemeyebilir. İkincisi, kaçırılmalardır -ki kaçırılmanın da envai çeşidi var. Bir ülkede iç savaş vardır, kaçırılan çocuk asker olarak kullanılır. Fidye için kaçırılanlar vardır, aile boşanıyordur, biri çocuğu kaçırır. Cinsel taciz maksadıyla kaçırılmış olmaksa bizim için en yaralayıcı olan, ona tahammül edemiyoruz. Fakat altını çizmemiz gerekir, elbette cinsel taciz maksadıyla da çocuklar kaçırılıyor ama çok sık değil. Ayrıca cinsel tacize uğramış çocuk da her zaman öldürülmüyor. Bu, bütün dünyada aşağı yukarı yüzde 1. Tabii bir kişi bile çok değerli.

Yüzde 1 dediniz; peki öldürmeye nasıl karar veriyor?


Bu amaçla kaçırılıp, öldürülen çocuk kaçırılmayı takip eden üç saat içinde öldürülüyor. Bu insanların maalesef yüzde 90 kadarı çocuğun tanıdığı ve elbette güvendiği biri. Bu kişi, çocuk olayı anlatacak ve kim olduğunu söyleyecek diye korkar. O yüzden öldürür. Erken saatte öldürmesinin nedeni de karşısındaki çocuk ağlar, bağırır. Onun başında beklemeyecektir.

Yüzde 90’ı çocuğun tanıdığı, güvendiği biridir, dediniz. Bu daha da korkutucu…

Tabii. Hatta çocuğu öldürdükten sonra aramalara katılabilir. Bu, çok rastlanan bir şeydir. Aileyle beraber ağlar, koşturur, yardımcı olur. Aslında uzak bir akrabadır, daha önce bu kadar da yakınlığını görmediğiniz biridir ama sizinle gece-gündüz tarla, otluk, bahçe demeden dolaşır. Eve gelen misafirlere şeker tutar, kahve yapar. Bu kişilerden mutlaka şüphelenmek gerekir. Zaten polis bunu fark ederse sorguya alır. Yeter ki siz aile olarak birini işaret edin.

Bizde aileler “Allah razı olsun, zor günümüzde bizi bir dakika yalnız bırakmadı” diye bakıyor…

Öyle ama neredeyse aileden çok üzülen, arayan, teselli etmeye çalışan, özellikle de soruşturmanın yönü hakkında “Polis geldi mi, nereyi aradılar” gibi çok soru soran kişilerden mutlaka kuşkulanmak gerekir.

Nitekim 8 yaşındaki Eylül Yağlıkara’yı öldürdüğü suçlamasıyla tutuklanan Uğur Koçyiğit, Eylül’ü arama çalışmalarına katılmıştı.

Tabii. Bu kişiler o kadar ailenin yanındadır ki, polisle de muhabbet eder. “Abi şurayı aradınız mı” diye sorar örneğin. “Aradık” diye cevap alırsa, nasılsa aranmıştır diye cesedi gidip oraya atabilir. Risk analizini yapıp, “Bu tehlikeli bir olay” diyebilmeli. Eylül ve Leyla’yı ele alalım. Her ikisi de güzel, sosyal, güleç, insanlara kolay güvenen çocuklara benziyorlar. Polis zaten “Nasıl bir çocuktu” diye sorduğu, bir de fotoğraf gördüğü zaman bunun tehlikeli bir hadise olduğunu anlar. Elde çocuğa ait en son çekilmiş fotoğraf hazır bulundurulmalı. Üstünde ne olduğunu tarif etmek her zaman kolay değildir. Maalesef ailelerin bu detayı her zaman akıllarında tutmaları gerekir. Çünkü iş çığrından çıkar da toplumun katkısı istenirse bunlar işe yarayacaktır. Neticede TV’lerde çocukların fotoğrafının gösterildiği noktaya kadar gidebilir. Özel ihbar hatları kurulabilir ki Türkiye bu konuda çok eksik. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Buna kaynak ayırmak lazım. 3 milyon Suriyelinin olduğu bir ülkede göçmenlerle ilgili problemlerin de olduğunu, bunların giderek artacağını çocuğun maalesef ‘para ettiğini’ hesaba katmamız gerekiyor. Bu yüzden kaçırmalar arasında öldürülme oranları azdır.

Çok önemli bir uyarınız da oldu; “Türkiye’de çocukla teması olan mesleklere insan alımında sicil araştırması iyi yapılmıyor” dediniz. Bu meslekten kişilere çok rastlanıyor mu?

Bunlar hemen her zaman çocuklara ulaşmanın kolay olduğu mesleği seçer. Daha çok kimsesiz çocukların barınaklarında ya da küçük çocuklara spor öğretmenliği, yüzme öğretmenliği, servis şoförlüğü, kantin personeli olmayı tercih ederler. Her pedofil mutlaka bu eylemini hayata geçirecek diye bir şey yok. Çok büyük bir bölümü de bu durumu fantezilerinde veya internetteki çocuk pornografi sitelerinde yaşar. Eyleme hiçbir şekilde dönüşmez, kaybedecek şeyleri vardır. Ortaya çıkarsa “Mesleğimden atılırım, işimi kaybederim” diye korkar.

Bu adamlar evlenir, çoluk çocuk sahibi olur mu?

Tabii ki.

Katil aramaya katılır, aileyle ağlar

MAYONUN ÖRTTÜĞÜ YERLERE ANNE DAHİ DOKUNMASIN!

Çocuklarımızı iyi koruyabiliyor muyuz?

Tabii ki hayır... Olayı paranoya haline getirmemek lazım ama inanın eviniz güvenlikli bir sitede olsa da, çocuğunuzu o sitenin içindeki büfeye sadece su almaya gönderseniz bile başına bir şey gelebilir. Burada ailenin dikkatinden ziyade çocuğun eğitimi önemli. Çocuğa ne öğretilecek? Mesela mahrem yerlerine anne dahil kimse dokunmamalı. Mahrem yer dediğimiz, mayonun örttüğü yerler. Bunu ailelere anlatmak o kadar zor ki. Tuvalete giden çocuğun altını kendi silmek istiyor. “Yıkanamaz” diyor, bunu ileri yaşlara kadar yapabiliyorlar. “Yaptın mı, yapmadın mı” falan çıplakken kontrol ediyor. Devamlı ortalıkta olan bir cinsel organlar meselesi var. Çocuk herkesin önünde soyunabileceğini sanıyor. Bunun kötü bir şey olmadığını düşünüyor. Annem-babam yapıyorsa amcam da dayım da abim de, komşunun oğlu da yapar diye düşünüyor. Orada itiraz etmiyor artık. Oysa biz kaçamayacağına göre, bağırmasını, ısırmasını, tekme atmasını, direnmesini istiyoruz. Sonra çocuğu tek başına bırakmayacaksınız. Alışveriş merkezinde annesinin elini bırakıyor, şuraya kadar gidip geleceğim diyor, dönmeyebilir.

Biz sokakta oynardık. O zamanlar farklı mıydı?

Farklıydı. Çünkü büyük bir aileydik aslında. Herkes herkesin çocuğunu bilirdi, eksikliğini fark ederdi, kapı arkasında olur olmaz hareketlerde bulunurlarsa, büyükler tarafından kenara çekilirlerdi. Komşu gözü dediğimiz bir şey vardı. Şimdi kimse kimseyi tanımıyor ve buradan geri dönüş yok. Artık başka bir dünyada yaşıyoruz.

TÜİK verilerine göre kayıp çocuk vakamız son 8 yılda 100 bini aşmış. Dünyayla karşılaştırdığımızda bu rakamlar çok mu?

Nüfusa orantılı oranda söylenmediği takdirde mukayese etmemiz mümkün değil. Ayrıca kayıpların ne kadarının bulunduğunun takibi de yapılmıyor. Aile dahi haber vermiyor.

KUNDAKTA BEBEĞE TECAVÜZÜ GÖRDÜK

Daha çok kız çocukları seçiliyor ama erkek çocuklar da hedefte değil mi?

Erkeklerin küçükleri istismarı olduğu gibi, kadınların da küçükleri istismarı vardır. Buna değinilmiyor ama fazla. Erkek çocuklara sorun, size yaşça büyük üst komşu hanımın tacizde bulunduğuyla ilgili bir şeyler anlatacaktır. Ama ötekiyle karşılaştırıldığında zararsız görünüyor. Hele eski kuşakların hiç üzerinde durmadığı bir şey. Şimdilerde önemsenir oldu.

Tanık olduğunuz “Bu kadarı da olmaz artık” dedirten bir olay var mı?

Kundakta bebeğe tecavüzü görmüştük. Detayını konuşmak istemiyorum.

İDAM HİÇBİR SUÇ İÇİN ÇÖZÜM DEĞİL

Hepimizin içi acıyor ve doğal olarak büyük infial iç Akla ilk gelen de idam cezası oluyor... İdam cezasına nasıl bakıyorsunuz?

Haksız olarak idama mahkûm olup da 20-30 yıl idamını bekleyen onlarca insan olmuştur, sonra masum oldukları anlaşılmıştır. İdam edilip masum oldukları anlaşılanlar da vardır. Bundan her zaman çok korkarım. Çünkü çocuk buydu diye işaret ettiği zaman ne olursa olsun o kişi kendini savunamaz artık. Halbuki benzetebilir, kardeşidir, ağabeyidir, çocuk bu, insanları birbirine benzetebilir. İleri yaşta kadınların bile kendilerine tecavüz edenleri karıştırdıkları çok olur. Travmanın etkisiyle o panik sırasında ayrıntıya bakmamıştır, benzetir. Haksız mahkûmiyetlerin en yüksek olduğu alan budur. Çünkü aynı zamanda görgü tanıklığının en yüksek olduğu alan budur. Bana göre idam hiçbir suç için çözüm değil.

Caydırıcı etkisi olmaz mı?

Hayır. Mesela Amerika’da idam cezasının olduğu ve olmadığı eyaletler var. Aynı memleketin içinde farklı uygulamalar. İdam cezası olan yerlerde yükselen bir cinayet trendi söz konusu, olmayan yerlerde oran düşüyor. Bunu izah etmek mümkün değil. Caydırıcı olsaydı orada da olurdu.

Yakında kimyasal kastrasyon Türkiye’de uygulanacak gibi görünüyor. Peki bu yöntem çözer mi?

Kimyasal kastrasyon belli bazı ilaçların verilmesini öngören ve cinsel arzuları baskılayan tıbbı tedavilerdir. Bu ilaçların belli aralıklarla verilmesi ya da o iğnelerin düzenli kullanılması gerekiyor. Bu ilaçların verilmesini takip edemeyecek Türkiye. Kimse takip edemiyor. Kim bu ilaçları kullanmak ister ki?

Kim istemez ki? Sonuçta iğrenç bir şey yapıyor…

O normal gibi görüyor. Uyuşturucu madde bağımlılığından herkes kurtulmak istiyor ama tedaviye gitmiyor. “Sigara zararlı, ölürsün” diyorlar; içiyoruz. Bu da böyle bir şey. Kendisi bu davranışın onu mutlu ettiğini düşünüyor. Ben denetimli serbestliğe imkân tanımamak kaydıyla ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezasını öngörürüm.

Katil aramaya katılır, aileyle ağlar

TEK BİR YAPRAK BİLE ÇÖZER

Cinayetleri sosyal medya üzerinden adeta hep birlikte çözmeye çalışıyoruz. Peki polisin işini kolaylaştırıyor muyuz sizce?

Polisiyelerin, dizilerin, sosyal medyanın etkisi soruşturmayı bazen yanlış yönlendiriyor. 8 yaşındaki Eylül ile ilgili yapılan araştırmada görenler vardı, çok çabuk biri üzerinde şüphelenildi, nitekim olay daha kolay çözüldü. Diğerinde önemli olan şuydu: “Biz burayı aradık, bir şey yoktu” dediler. Sonra cenazeyi önceden baktıkları yerde buldular. Polisin nerede arama yaptığını katil de biliyordu. Kriminolojide “Suça Yolculuk” diye bir şey vardır. Eğer işin içinde intikam yoksa 500 kilometre öteden gelip de çocuğa böyle bir şey yapmaz. Bu kişi, zaten nerelerde arama yapıldığını görüyor, biliyor ve aranmış yere gidip cesedi bırakıyor. Çünkü, “Zaten burası arandı, bir daha gelmezler” diye düşünüyor.

Olay yeri inceleme mekanizması doğru işliyor mu?

İşte en önemli nokta. Burada önemli olan, bu çocuğu nereden getirip, buraya bıraktı. Bunu bulursanız faile daha da yaklaşırsınız. Bir cenaze bir yerden başka bir yere götürülürken mutlaka üzerinde o ilk yere ait ot, toprak, böcek bir şey vardır. Bu veriler sayesinde bu çocuğun buraya nereden getirildiğini bulabiliriz. Çünkü toprak, bitki örtüsü 10 metre mesafede bile fark eder. Ancak bizde otopsi yapıldığı zaman hiçbirine dikkat edilmiyor. Olay yeri incelemenin önemi çok büyüktür. Avustralya’da bir tek yapraktan bulunmuş bir olay vardır. Bir posta memuru o tek yaprağı tanır, “böyle bir ağaç sadece bilmem kimlerin bahçesinde var” der ve cinayet aydınlatılır.

BİR FOTOĞRAFTAN EVİ BİLE BULUNUR!

Çocukların sosyal medyada fotoğraflarının paylaşılması da tartışılıyor..

Yapmamak lazım. Çeşitli nedenleri var. Bunlardan biri paylaşan ünlü biriyse onu korkutmak ve parasını alabilmek için çocuğu kaçırılabilir. Çocuk hakkında hangi okulda okuduğuna kadar tüm detayları bulabilir. O fotoğraftan ev adresi anlaşılır. Çocuk pornografik amaçla kullanılabilir. Yarın öbür gün çocuğunuzun fotoğraflarını birden bire hiç ilgisiz yerlerde görmeye başlarsınız. Paylaşmamak gerektiği gibi çocukların paylaşımlarına da dikkat etmek gerekir.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.