İktidar, muhalefet, AYM, Danıştay, YSK, TSK: "Konuşan Türkiye"

İktidar, muhalefet, AYM, Danıştay, YSK, TSK: "Konuşan Türkiye"

İstanbul’un trafiği ile Ankara’nın siyaseti fenâ halde birbirine benzemeye başladı. Son zamanlarda, İstanbul’da öksürsen trafik sıkışıyor, Ankara’da hapşırsan “siyasî kriz” çıkıyor.
Yağmur yağıyor, Meclis’te cıngar çıkıyor, güneş açıyor, devletin kurumları gırtlak gırtlağa geliyor. Mahallî seçimler yaklaştıkça gerilim o kadar büyüdü ki, kimin kime bıçak çektiği, kimin kime kafa attığı belli olmayan bir “karambol” ortamı oluştu.
Ankara’nın siyasî havası, “ölümüne” bir maçın son dakikalarını andırıyor. İki tarafta da ne “oyun disiplini” kaldı, ne sinir. Tekmeler havada uçuşuyor. Kemik sesleri tribünlerde yankılanıyor. Oyun çığırından çıktı, çıkacak…

***

Son “pozisyon”u bir kere de ağır çekimde izleyelim…
İKTİDAR:
- Anayasa’nın “falan” maddesine göre, Meclis’in kanun çıkarma hakkı ve yetkisi vardır!
MUHALEFET:
- Anayasa’nın “filan” maddesine göre, bu kanun anayasaya aykırıdır!
ANAYASA MAHKEMESİ:
- Anayasanın “fişman” âmir hükmüne göre, muhalefetin itirazı yersiz bulunmuştur!
DANIŞTAY:
- Anayasa’nın “feşmekân” âmir hükmünün c bendine göre, Anayasa Mahkemesi’nin kararı bağlayıcı değildir. Kanun geçersizdir.
BAŞBAKAN:
- Anayasa Mahkemesi’nden başka Anayasa Mahkemesi yoktur.
ANA MUHALEFET LİDERİ:
- Ne demek yoktur? Sen geçen gün de “ekonomik kriz yoktur” demiştin. Seçimi kaybedeceğini anladın galiba!
YÜKSEK SEÇİM KURULU:
- Seçim kanununun “giriş” kısmında açıklandığı gibi, bu konuda Meclis’in de, AYM’nin de yetkisi yoktur. Yetki bizdedir!
AYM BAŞKAN VEKİLİ:
- Benim konudan haberim yok. Hanım bütün kulisleri dolaştı, Londra ile canlı telefon bağlantısı kurdu ama, o da bir şey öğrenememiş.
AYM BAŞKANI:
- Öğrenemez tabii, “çömez”siniz oğlum daha...
DANIŞTAY YÜKSEK KURULU:
- AYM’nin hukuktan anladığı yok. Burada hukuku temsil eden bir makam varsa, adı da, adresi de bellidir icabında!
YSK BÜYÜK ORGANI:
- Kişisel görüş bunlar, kişisel. Kişisel görüşle peynir gemisi yürüseydi, Elif Çakır HSYK üyesi olurdu!
YARGITAY ONURSAL BAŞKANI (HER ŞEYİ BİLEN ADAM):
- AYM başkanı istifa etsin. Başbakan da istifa etsin. Cumhurbaşkanı da etsin. İktidar partisi milletvekilleri de. Yeniden seçim yapılsın. Yapılsın ama, AKP’ye oy verilemesin. Gizli gizli vermeye çalışanlar suçüstü yakalansın ve elleri kesilsin. Geçici maddesinin z bendine göre… Ayrıca Ermeniler’den özür dileyenleri de tesbit ettim ben!

***

Hâsılı Ankara’da ortalık fenâ karıştı. Bugüne kadar TSK tartışmalara katılmadı ama, yakında onun da bir bildiri yayınlayarak katılabileceği söyleniyor. Ankara’daki bütün devlet kurumlarına, “Tarafını belli et, ya bizdensin ya onlardan” diye baskı yapıldığı da gelen haberler arasında…
Pardon, bu arada mesele neydi? Cirosu 2 milyarın altına düşen bankalar mıydı, imam hatiplerdeki kız öğrenci sayısı mı, öyle bir şey…

TERETE ŞEŞ…

Kürtçe yayın yapacak olan TRT-6 (Şeş) yayın hayatına atılmış...
Çok sevindim…
Kürtçe’si nasıl olur bilmem ama, TRT denince, bir kelebek havalanır benden…
Çocukluk hayatımın tatlı hatıraları arasında uçuşur, uçuşur…
Hatıra haznemin bütün güzel çiçeklerine konar…
Şuurumun “interStar”, “tele ON” diye başlayan kirlenme sürecine henüz adımını atmadığı bir tazeliğe götürür beni…

***

“TRT Çocuk Korosu”nu hatırlarım…
“Türkiye’ni temiz tuut, yeşili koruuu
Arş çocuklar ilerii, güzele doğruuu…”
Bana “çevre bilinci” ile “askerlik bilinci”ni bir arada aşılayan bu şarkı, kişiliğimin oluşmasında ne büyük bir etkiye sahiptir…
O gün bugündür “Türkiye’me” bir sigara izmariti bile atmamışımdır. Gerekirse parmaklarım kül oluncaya kadar beklemiş, beklemiş, bir köşede unutulmuş bir çöp sepeti aramışımdır…
O gün bugündür, yolda “yeşil” bir şişe bile görsem, öpüp kaldırmışımdır. “Yeşil”… O bazen bir yaprakta, bazen bir kuşun kanadında, bazen bir cenaze aracında karşıma çıkabilir.
Hep korumuş, hep korumuşumdur…
Şarkıda geçen “arş!” sözü, bana, çevre olayının bir emir-komuta silsilesi içinde algılanması gerektiğini öğretmiştir.

***

Ertürk Yöndem’i hatırlarım…
Ayın muayyen günlerinde çok ciddî bir haber programı yapardı kendisi…
Öyle ciddî idi ki, sinyal müziğini duyar duymaz, ailecek hazırola geçer, program bitene kadar, üzerimize uçak düşse kıpırdamazdık.
“Üzerine uçak düşse kıpırdamamak”, o zamanların gözde deyimiydi. Genellikle, İstiklâl Marşı karşısında nasıl tunçtan bir saygı göstermek gerektiği öğretilirken teşbih unsuru olarak kullanılırdı. Yoksa birinin üstüne uçak düşmesi hadisesine sıklıkla rastlanmazdı.
İstiklâl Marşı birinci sıradaysa, Ertürk Yöndem’in programının sinyal müziği ikinci sıradaydı. İstiklâl Marşı nasıl tüylerimizi diken diken ederse, o da ederdi.
Ertürk Yöndem bize, Türkiye’mizin, ne büyük belâlar ortasında olduğunu öğretirdi. Ülkemize karşı yürütülen bölücü, yıkıcı, parçalayıcı, koparıcı envaî çeşitten faaliyeti ezberlemiştik o zaman.
Bu faaliyetleri yürütenlerin tamamının “bir komşu ülkede eğitim görmüş” kimseler olduklarını bellemiştik. Ancak o “komşu ülke”nin neresi olduğunu hiç çıkaramamıştık. Bütün komşularımız olabilirdi.
Yeryüzünün, bütün komşularının kendisine düşman olduğu, ama kendisinin hiç kimseye düşman olmadığı yegâne ve yekpâre ülkesinde yaşıyor olduğumuzu bilmek, bize nasıl bir gurur verirdi!

***

“İstanbul’un Fethi”ni hatırlarım…
Onu unutmak mümkün mü?
Her sene 29 Mayıs gecesi yayınlanagelen nâdide bir filmdi o…
Devrin mizah dergileri bu konuyu çok işlerlerdi. Bazıları, filmin son 30 yılda 28 kere yayınlandığını, o iki yılınsa “artık yıl” olduğunu söyleyip güyâ kafa bulurlardı. Bazıları da, filmin “İstanbul’un Fethi’nden bile eski” olduğunu iddia edip, düşmanların ekmeğine yağ sürerlerdi.
Kim ne derse desin, bizim gibi, İstanbul’un Fethi’ne duyduğu saygıdan ötürü, o filmi her sene izlemeyi tarihî bir vecibe addeden nesiller de vardı. “Devrin mizah dergilerinin en büyük malzeme deposu olan, program tekrarları ve yayın arızalarıyla millete alay konusu olan TRT” olgusu, umrumuzda bile değildi.
Aktör Sami Ayanoğlu, bizi günün kısır tartışmalarından sıyırıp, 1453’lere götürürdü. Kartal gagası burnu ve kartal bakışlarıyla, ne kadar da İtalyan ressamının fırçasından damlamış bir “Fatih” portresiydi. Onu görünce, hepimiz bir Ulubatlı Hasan olur, İstanbul’un surlarına bir sancak dikerdik.

***

TRT denince daha neler ve neler hatırlarım…
Öyle derinden hislenirim ki, o gün bugündür TRT seyredemem…
Seyretmek bir yana, 200 küsur kanallık uydu listemde bile TRT’ye yer veremem…
Umarım, TRT Şeş izleyicileri, onun, benim kadar “bağımlısı” olmazlar!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi