“Türk”ün Kürtçe konuşmasının hatırlattıkları...

“Türk”ün Kürtçe konuşmasının hatırlattıkları...

Evet, Demokratik Türkiye Partisi (DTP) Genel Başkanı Ahmet Türk, partisinin meclis grup toplantısındaki konuşmasının bir kısmını Kürtçe yaptı. Konuşmanın bir kısmını tv’de gördük, dinledik.
Bu tavır, ideolojik bir gâyeyle yapılan siyâsî bir çıkış olduğu için, cevabı önce siyâsîlere düşer. Biz, meseleyi başka bir cihetten, “Tencere dibin kara, seninki benden kara” mânâsında ele alacağız.
Bakıyorum da, siyâsî bir şahsiyet olsun olmasın, bu Kürtçe konuşmayı tenkit edenlerin çoğu, Ahmet Türk’ün “Dinime dahleden bâri müselmân olsa” diyeceği kimseler. Yani kendileri zaten Türkçe kâtilleri…
Meselâ, lâf ebesi olmayan sahte söz ebelerinin “Örnek” kelimesine doğurttukları, nesebi gayr-i sahih “Örneğin” kelimesi var. Ahmet Türk’ü, “Mecliste Kürtçe konuştu” diye tenkit edenlerin hangisi “Örneğin”i kullanmıyor? Ama kullanmamalılar. Var mı kullanmayan? Bilelim de tebrik edelim kendisini…
60’lı senelerde Kırıkkale Lisesi’nin orta kısmında bir resim öğretmenimiz vardı. Aşırı solcuydu. Ondan iyi not almak için, yaptığınız resim iyi olsun kötü olsun komünizm rengi olan kırmızıya boyamanız yeterliydi. Bir gün ders arasında “Örneğin” demişti de hepimiz gülmüştük. O da, “Gülmeyin çocuklar! Bu kelime öztürkçe. Türkçe dersinde siz de örneğin derseniz Türkçe öğretmeniniz memnun olur” diyerek ideolojisi uğruna bizi kandırmaya çalışmıştı. Şimdi nerdeyse “örneğin”i kullanmayan kalmadı. Niçin meselâ değil de örneğin diyorlar? Bu kelimenin aslının Ermenice olması hiç ilgiledirmiyor mu kimseyi?
Türkçe olmayan bir kelime de ahlâk mânâsına kullanılan Etik… Ahmet Hakan ile Zahit Akman, Kanal 7’deyken “Basında Etik” başlıklı beyne’l-milel bir toplantı tertip etmişlerdi. “Basında ahlâk” deseler kolları kopardı sanki. Kanal 7 o zaman “Etik etik…” deyip duruyor. Araştırdım, baktım ki meğer bu da bir piç kelime. Yok yok, piç değil, babası Fransızca… Ahmet Türk’e kızıp “Etik”i kullananlara takdim olunur..
Eski İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli’nin yolsuzlukları ortaya çıktığında, Kalemli TBMM’de “Yaptığım etik değil” demişti de kimse, “Mecliste niçin Türkçe konuşmuyorsun!” dememişti…
Dememek şöyle dursun, yazarı-çizeri, milletvekili-bakanı hepsi artık “Ahlâk” yerine “Etik” diyor. Ahlâkın ne kötülüğünü gördüler acaba! Ahlâk derlerse anlaşılmayacaklar mı? Onun için mi “Ahlâk” yerine de “Ahlâkî” yerine de “Etik” kullanıyorlar? “Ahlâkî değil” demiyor “Etik değil” diyorlar. Etîkî değil desinler de biraz gülelim bari. Ama olsuuun! Nasıl olsa Türkçe değil ya! Türkçe olmayana can kurban ha!
“Ne ahlâksız adam” yerine henüz “Ne etiksiz adam” denilmiyor. Eh, yazarlarımız sayesinde o da olur.
Bir de “Yanıt” kelimesi var. Milleti lâl etmek için bunu israrla kullanıp en azından gençleri cevapsız bırakanlar, zaferleriyle övünebilirler. Dede torunun yanıtını, torun dedenin cevabını anlamıyor, sevinebilirler.
Kanal 7 spikeri 19 Şubat akşam haberlerinde, Encümen-i Dâniş’ten bahsederken, “Dâniş” yerine “Daniş” diyor. Kaniş köpeğinden bahseder gibi oluyor, ayıp oluyor…
Beyler! Nemâ’ya nema, târih’e tarih, kâmil’e kamil, kâtil’e katil, câhil’e cahil, nâim’e naim, âlim’e alim sâdık’a sadık, fâil’e fail, gâye’ye gaye, nûriye’ye nuriye, hûriye’ye huriye denilmez…
Dil meselesini basit görmeyelim lütfen değerli okuyucular. Çünkü insanlar kelimelerle düşünürler.
Ayıptır! Çocuklarımız lügata bakmadan Reşat Nuri Gündekin’i, Faruk Nafiz Çamlıbel’i anlayamıyor.
Böyle bir vasatta bazıları kalkmış Ahmet Türk’ün Kürtçü konuşmasını tenkit ediyor. Önce kendimize bakalım beyler kendimize! Türkçe konuşulmasını istiyorsak önce bunu kendimiz yapmalıyız kendimiz…
SAYIN ALİ SOYLU: Geçen haftaki yazımda, “Sofiyyeden büyük bir âlim” diye bahsettiğim Râgıb El-İsfehânî’nin sofiyyeden olduğuna dair kaynak soruyorsunuz. El-Müfredât’ın Çıra Yayınevi’nin yaptırdığı tercümesinin 1. cild 17. sahifesinde, bu zatın sofiyyeden olmaktan öte, tarîkatın şeyhi olduğu yazılı. Kaynak şu: Râgıb El-Muhâdarât, I, 7, 110; Hicvîrî, Keşfü’l-Mahcûb, II, 584. İkinci kaynak: Eski Diyanet İşleri başkanlarımızdan Ömer Nasûhî Bilmen’in Tabakâtü’l-Müfessirîn Büyük Tefsir Târihi isimli eseri. Cild 2, sahife: 443, madde 167. Ömer Nasuhi Hoca, İsfehânî’nin 6. tabaka müfessirlerden olduğunu ve tasavvuf ve ahlâka dair Ez-Zerîa İlâ Mekârimi’ş-Şerîa isimli bir eseri bulunduğunu kaydediyor. Selamlar…
SAYIN ASELAM: “İslâm dininde birinci kaynak Kur’an olduğu için, meal okuyanların bazıları, İslâmî ilimlerin kaynağına indiklerini zannedip, kendilerini İslâm âlimi zannediyorlar” demiştim. Buna karşı, “Allah, “Kulum sen neden bu Kur’an’ı okudun? Bir de anlamaya çalıştın ha?” deyip cehenneme atamayacak” diyorsunuz. Oysa ben, “Aslolan ilmi temelinden, kaynağından öğrenmektir” diye okuyucularımıza hedef olarak İslâmî ilimlerin kaynağını gösterdim. Çünkü, meal insana yeterli bilgi vermez. Şöyle ki, Kur’an mealini okumayı bırakın, ezberleyen bir kimse bile, ezberlediğiyle iki rek’at namaz kıldıramaz. Kıldırmayı bırakın kendisi de kılamaz. Meal, en önce değil en son okunması gerekenler arasındadır. Müslüman olmayan birisine önce meal verebiliriz. Ama müslüman olduktan sonra onun eline vereceğimiz ilk kitaplar ibâdetlerin nasıl yapılacağını anlatan fıkhî eserlerdir. Peygamberimizi sevdiren kitaplardır. Va’z ve nasihat kitaplarıdır. Büluğ çağına gelen müslümanlara verilecek kitaplar da bunlardır. Ondan sonra bilgisini artırmak için buyursun isteyen okuyabileceği kadar meal okusun. Selamlar…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi