Serdar Demirel

Serdar Demirel

İslâmcılık bitti mi?

İslâmcılık bitti mi?

İslâm’ı, İslâmî hareketleri, bu hareketlerin taleplerini ve geçirdiği evreleri oryantalist perspektiften okuyunca hem ‘İslâmcılık bütün radikal formlarıyla hayattadır’ demek, hem de ‘Artık Post-İslâmizm evresine girdik, İslâmcılık can çekişiyor’, iddiasında bulunmak mümkündür. Bu biraz da iddia sahibinin meşrebine bağlı bir şey.
Post-moderniteden ilhamla geliştirilen Post-İslâmizm kavramı, Müslümanların siyasi taleplerini geri çekmesini ve liberal Batılı değerlere entegre olmasını anlatmak üzere kullanılıyor. Tunus ve Mısır’daki gelişmeleri anlamak ve anlamlandırmak isteyen kimi yazarlar bu kavramlarla gelişmeleri açıklayabileceklerini sanıyorlar.
Kendi bilimsel teorilerimizi geliştirmediğimiz için Batılıların geliştirdiği teorilerinden medet umuyoruz. Kendi kelime ve kavramlarımızla düşünmediğimiz sürece de, özgün analizleri sınırlayan ve zihinleri kodlayan bu terminolojiler dünyasınının esiri olacağız.
Peki, İslâmcılık bitti mi?
Bu soruya cevap verebilmek için İslâmcılığı ortaya çıkaran arkaplanı hatırlatmak gerekmektedir.
“İslâmcılık”, “Panislamizm”e bağlı olarak vücut bulmuş bir akıma ve bu akımın dünya Müslümanlarının içine girdiği krizden nasıl çıkılacağının yol haritasına dair geliştirdiği açılımlara verilen isimdir.
Bu meyanda alanın otoritesi kabûl edilen İsmail Kara; “Benim tesbitlerime göre ‘İslâmcılık’ kelimesi ilk defa Ziya Gökalp tarafından kullanılmıştır. Gökalp aynı anlama gelmek üzere ‘İslâmlaşmak’ ve ‘İslâmlık’ kelimelerini de yazılarında sözkonusu etmiştir” demektedir. (Kara, İsmail, Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi, (İstanbul: Kitabevi, 3b c. 1, s.33)
Panislamizm’i ortaya çıkaran şey neyse, İslâmcılığı ortaya çıkaran şey de odur, diyebiliriz. Bunu şöyle özetleyebiliriz:
XVIII-XIX. yüzyıllarda İslam dünyası itikâdi-fikrî-siyasî buhranlar içine girmişti. Sanayi devrimini gerçekleştiren Batı dünyası, maddi ve teknik üstünlük itibariyle İslam dünyasıyla arasına büyük mesafeler koymayı başarmıştı. Bunun bir sonucu olarak bütün İslam dünyası, Batı karşısında askerî başarısızlıklarla sarsılmış, buna bağlı olarak da siyasi, içtimaî çalkantılar yaygınlık kazanmıştı.
1774’te Küçük Kaynarca’yla Osmanlı büyük bir hezimete uğradı, 1789’da Mısır Fransız, 1757’de Bengal ve 1852’de Hint-Pakistan alt kıtası İngiliz hâkimiyetine girdi. Önce sefirler, daha sonra da Batı’da tahsil gören Müslüman aydınların etkisiyle gittikçe artan bir oranda Batı’ya karşı büyük bir hayranlık ve bunun beslediği bir aşağılık duygusu Müslümanlar arasında hâkim olmaya başladı.
Bu ruh hali onları sahip oldukları inançların, yaşama ve düşünme tarzlarının yetersizliği, geçersizliği fikrine götürdü. Bu mağlubiyetlerin ardından “yeniden istikrara kavuşmak, galip devletleri taklit ile mümkündür” fikri bürokrat elit tabaka ve aydınlar arasında ağırlık kazanacaktı. (Bknz. Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi, c. 1, s.20)
Mağlubiyetleri, kötü gidişatı, siyasi, sosyal ve psikolojik dağılmayı vs. İslâm’a fatura etmek dinî inanca ve tarihsel gerçeklere aykırı olduğu için dönemin Müslüman âlim ve düşünürleri İslâm dünyasının ekonomik kalkınmasını, siyasi birliğini kurmak üzere çeşitli kurtuluş reçeteleri sundular.
Şimdi sormak gerekir; İslâmcılığı ortaya çıkaran bu talepler başarıya ulaştı mı ki İslâmcılık bitsin? Bu taleplerden vazgeçenlerin varlığı bütün Müslümanları bağlar mı?
Bize göre bağlamaz. İslâmî duyarlılığın oluşturduğu taleplerin bittiğini söylemek de gerçeklere aykırıdır. Öyle olsaydı modernite ve İslâm arasında gerginlik de son bulurdu.
Belki şu söylenebilir; 21. yüzyılda insanların siyasi, ictimaî, tüketim alışkanlıkları vs. değiştiği için konjonktüre göre İslâm’ın ruhuna uygun yeni pozisyon almakta sıkıntılar yaşanmaktadır. Ama bu taleplerin bittiği anlamına kesinlikle gelmez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Serdar Demirel Arşivi