Siyasetten öte çözüm yok

Siyasetten öte çözüm yok

Bulunduğunuz coğrafyada hatırı sayılır bir güç olarak yükseliyorsunuz. Hatta küresel ölçekte bir aktör olarak adınızdan söz ediliyor. Dünyanın en sorunlu bölgesinde, olup bitene sırt çevirmeyi terk edip, çözümün adresi olma iddiasını taşıyorsunuz. Sözünüz, duruşunuz, modeliniz ciddiye alınıyor.

Tüm bunların ortasında şu birkaç gün içinde yaşananlara bir bakın.

Yüksek Seçim Kurulu’nun verdiği bir kararla bir anda uçurumun eşiğine geliyorsunuz. Sokaklarda tansiyon yükseliyor. Gösteriler, demokratik bir tepki olmaktan çıkıp, yakıp yıkan bir tehdide dönüşüyor.

Her şeyden önce yıllar yılı halının altına süpürüp yok saydığınız bir sorunla yüzleşiyorsunuz. Dolayısıyla da şu anda YSK kararlarını değil, bunca yıldır ne yaptığımızı tartışmak zorundayız. Kimin kimden neyi devraldığı, kimin bugüne kadar ne yaptığını değil, bundan sonrasını dürüstçe ve sözü evirip çevirmeden konuşmak durumundayız.

Yazıyı tamamlamak için YSK’nın vereceği yeni kararları beklemeyeceğim. Dün Ankara’da esen rüzgarlara bakılırsa, adaylığı veto edilen isimlerin önemli bir bölümünün hakları iade edilecek.

Kuşkusuz böyle bir karar tansiyonu düşürecek, en azından 12 Haziran seçimlerine yönelik bir kuşkuyu bertaraf etmiş olacağız. Zararın neresinden dönerseniz kardır derler. Derler ama, olup bitenin birkaç günde Türkiye’yi ne kadar hırpaladığını da unutmayalım.

Neredesin ey akıl!

Bir şeyi daha unutmayalım. Ortada yönetilmesi gereken devasa bir sorun var. Elbette alınan mesafeyi de önemsemek gerekiyor. Ancak şu son kararla ortaya çıkan durum gösteriyor ki, büyük sorunların çözümü için gereken ‘siyasi aklı’ inşa etme konusunda ciddi sıkıntılarımız var.

Kürt meselesi, din-devlet ilişkilerinde yaşadığımız gerginlikler. Bu büyük sorunların parantezine eklenebilecek daha nice başlık var.

Bunları yeni bir algıyla, yeni bir siyaset tarzıyla ve gelecek tasavvuruyla yönetmek zorundasınız. Tüm bunları hükümetten bürokrasiye, sivil toplumdan tüm siyasi aktörlere kadar herkesle paylaşmak ve ortak bir ‘akıl’ üretmek durumundasınız.

Yüksek yargının yahut genel anlamda yüksek bürokrasinin iflah olmaz bazı alışkanlıkları var. Bunlarla ilk kez karşılaşmıyoruz. Özellikle 27 Mayıs darbesinin ardından yargı-ordu-büyük sermaye (ve kuyruğundaki ‘merkez medya’) eliyle oluşturulan güç dengesinin, siyaset lehine bozulması büyük sarsıntılara yol açtı. Siyaseti baskı altında tutan, yönlendiren ve adeta kuklalaştıran bu güçlerin, kendi görev alanlarına çekilmesi sanıldığı kadar kolay bir süreç değil. Buldukları ilk fırsatta varlıklarını hatırlatmaları da şaşırtıcı değil.

Derin paslaşmalar

Kamuoyu YSK’dan gelen ilk veto kararlarına müthiş bir tepki gösterdi. Çözümün siyaset dışı alanlara havale edilmesine karşı olağanüstü bir duyarlılık sergiledi.

Öte yandan BDP’nin desteklediği bağımsızlar listesinin hayli iyi hazırlanmış bir liste olduğunu, daha geniş kesimlere hitap edebilme imkanı verebileceğini, listeler açıklandığında sizlerle paylaştık.

Fakat ortada öyle tuhaf bir paslaşma var ki, değinmeden geçmek zor. Liste açıklanıyor, ardından inanılmaz bir veto kararı geliyor. Sokaklar bir anda karışıyor. BDP-PKK hattında çözümleri sabote etmeyi alışkanlık haline getiren damar, bulduğu fırsatı ya da aldığı bu pası en iyi bildiği yöntemle, şiddeti tırmandırarak değerlendiriyor. Çözümün tek adresinin siyaset olduğunu, öncelikle ve kuvvetle dile getirmesi gereken siyasetin bizzat kendisi. Bu konuda ürkek ve çekingen davrandıkça, boşluğu gayrı meşru güçler doldurmaya devam edecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi