Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Hayat Tarzımız ve Şahsiyetli Adam

Hayat Tarzımız ve Şahsiyetli Adam

Boş olanın; tarzı, üslubu stili, kişilikli çizgisi, tek kelimeyle “tutarlılığı” olmaz. Nasıl eğleniyorsunuz, nasıl üzülüyorsunuz, nasıl seviniyorsunuz, nasıl seviyorsunuz, nasıl eğitiyorsunuz, nasıl küsüyorsunuz, nasıl düşünüyor ve düşüncelerinizi nasıl ifade ediyorsunuz; bütün bu özellikleriniz nasıl bir “tutarlılık hâli” oluşturuyor? Önemli olan farklılık izahı işte budur. Ana caddede yere düşmüş birini kaldırmaktan imtina eden, aynı binada oturmalarına rağmen orada yaşayan insanların, ne sevincini, ne üzüntüsünü paylaşan, ne hastasından ne cenazesinden haberi olanlarla yaşanan bir hayat insani bir hayat mıdır? “Bize ne oldu” diye kendi kendimize soramaz mıyız? Fıtrata aykırı sun’ilikler içinde kendi kendimizin kölesi hâline gelmişiz. Fıtrata aykırı bir faaliyet içinde; üretirken tükeniyor, temizlenirken kirleniyor, beslenirken zehirleniyoruz. Yaparken bozuyor, çalışırken âtıllaşıp dinlenirken yoruluyoruz. Okurken de cahilleşiyoruz. Batı’lı hayat tarzının zaaflarını da aşan bir yaşayış güzelliğine erişebiliriz. Ama şahsiyetimizi; bir biçimsel kimlik özelliğine takarak, bir şablona oturtarak kuramayız, yaşayamayız, şuurlandırıp tutarlı kılamayız. Bütün maddî ihtiyaçları karşılanmış bile olsa, insan “özgür” olmak ister. “Özgürlük” sadece maddî sonuçlarıyla tarif edilemez. Çalışmak, kazanmak, güvence elde etmek, yetmez. Onların hazır sunulması nasıl yetmezse, onları elde etme imkânlarının var olması da yetmez. İnsanın, “ruhî-manevî-insanî-kültürel” ihtiyaçları da var. İnançlarıyla, sevgileriyle, düşünerek ve hissederek yaşamanın imkânlarını da ister. Hatta bunlar için, maddî ihtiyaçlarından belli ölçülerde fedakârlık etmeyi de göze alır.
Mutlu olacağız, bunun için de bir “maddî-manevî” sıhhat dengesine kavuşmuş olarak yaşamayı mümkün kılan bir hayatın oluşturulması ve mümkün olduğunca geliştirilmesi amacıyla gayret göstereceğiz. Çerçeve kırılırsa, muhtevası anlamsızlaşır; çünkü yatağını kaybetmiş bir ırmak gibi kaybolup gider. O çerçevedeki bütün kavramların içi boşalır.
Her birey farklıdır, her toplum farklıdır. Her insan orijinaldir. Hiçbir ortak noktası olmayan bireyler de yoktur, toplumlar da. Ne farklılıkların hatırına ortak noktaları görmemek doğrudur, ne de ortak noktalar hesabına farklılıkları görmezlikten gelmek. Her birey ve her toplum, kendi tabii farklılıklarını ve özelliklerini koruyarak şahsiyetli bir şekilde yaşayabilir. Mukaddeslerini kaybetmemek, o çerçevede yaşamak şartıyla…
“Hayat Tarzı”, üzerine çok yükleme yapılmış bir kavramdır. İfadenin akışı içinde kolay bir bağlayıcıya ihtiyaç duyulunca hemen bu kavram kullanılıyor. Öncelikli öneme sahip bulunan kavramlar; ‘düşünce tarzı’dır, ‘yorumlama tarzı’dır, “hissediş ve içselleştirme” tarzıdır… Köydeki hayat tarzıyla şehirdeki hayat tarzı bir olmaz. İki asır önceki hayat tarzıyla şimdiki de bir olmaz. Hayat tarzı, objektif planda, insanın dışındaki sebeplerle bağlantılıdır; eşyaya dönüktür. Fakat şuuru, karakteri, kişiliği, üslubu oluşturan sebepler içseldir. Hayat tarzı; düşünce tarzıyla, yorumlama tarzıyla algılayış tarzıyla ilgilidir. Mesela aynı tarzda giyiniyor, yiyip içiyor, oturup kalkıyor olabiliriz; ama aramızda uçurumlar var olabilir. Beni bir tek mısra ağlatabilir, bir başkasının en acı manzaralar karşısında duyarsızlıkları görülebilir. Bu farklılıkları kabullenip, aykırı davranışları da, “hikmet hamuru”nda yoğuran bir yapıyı inşa edemez miyiz? Küçücük sabırlarla, anlayışlarla, inat ve gizli gururu aşmalarla, birazcık fedakârlıklarla, azıcık muhatabına hak vermelerle kolayca halledilebilecek hususlar problem hâline getirilirse ne olur bu insanlığın hâli? Basit bir aile sorununu çözemeyen, saatlerce bağırıp çağırarak anlaşamayan ve bunun sıkıntılarını yaşayan apartmanlarımızı bilmeyen var mı? Kapıyı kapayıp açmak değil dan-dunlarla “kapı çarpmak” alışkanlığı yaşanmıyor mu? Moda ve makyaj komiklikleri gibi basitlikler bile, konunun uzmanları tarafından bile açıklanmıyor mu? Dar bir alanda tutarlılıkları olan bazı kesimlerin dünya gerçeklerine sırt çeviren, yaşadığı gerçeklerden uzak akıl dışı tutkulara yöneldiğini görmüyor muyuz?
Bizim kültürel kaynaklarımızla, Batı’nın insana (bireye) ancak asırlık “gel-git” dalgalarının çarpıp savurmalarıyla öğretebildiklerini, biz “hazır sentez” değerleri hâlinde fazlasıyla kazandırabiliriz. “Sonuçlarını çok istediği şeylerin sebeplerine karşı çıkmak, sonuçlarını hiç istemediği şeylerin sebeplerine taraftar olmak” gibi akıl almaz gariplikler devam ettiği müddetçe hayat tarzımız da değişmez, şahsiyetli adamlar da yetişmez. Akvaryumda balina arıyoruz. Yahut akvaryumda balina yetiştirmeye çalışıyoruz. Hayat tarzı, biçimsel ve dış görüntülerin ötesinde, aslen, bir düşünüş ve içselleştiriş olgusunun yansımasıdır. İnandığının yaşanmasıdır. Âidiyet duygusuna sahip, “değişerek biz kalan. Biz kalarak değişen” yapıya ne kadar muhtacız? Aşağılık kompleksine kapılmadan, taşıdığı milli ve mânevi değerleri bir kambur gibi değil, gururla ve şerefle taşıyarak “örnek insan” olmanın gayreti içerisinde hareket edilirse “şahsiyetli adam” yetişir. Bu sayede “hayat tarzı” değişir.
Doğru’ya, İyi’ye, Güzel’e ulaşmak için yapılacak fazilet mücadelesinin bugün düğümlendiği nokta “şahsiyetli adam yetiştirme” meselesidir. Şahsiyetli adam da kendi hayat tarzımızda yetişir. Bu düğüm çözülmeden diğer meselelere sıra gelmez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi