Gökhan Özcan

Gökhan Özcan

Araftan boşluğa düşmek

Araftan boşluğa düşmek

Çalışma Bakanlığı tarafından açıklanan rakamlara göre her gün tam beş bin kişi şöhret olmak için ajanslara başvuruyormuş. Bunların çoğunluğunun genç insanlar olduğunu söylemeye herhalde gerek yok. Aslında meselenin vahametini görebilmek için bu türden rakamlara da çok ihtiyacımız yok. Vaziyet malum; gençlerimizin önemli bir kısmı, kendilerine fazlasıyla sıradan gelen hayatlarından sıyrılıp kapağı televizyon ekranlarında izledikleri gibi şatafatla dolu dünyalara atabilmek için adeta çırpınıyorlar. Saçların başların, giyim ve kuşamların, mimik ve haraketlerin, vurgu ve telaffuzların aynı tornadan çıkmış gibi tek tipleştiği bir yerde hayallerin öykünmeler üzerine kurulmasında şaşıracak ne var?

Gençler kendilerine her türden televizyon kahramanlarını örnek alıyorlar, onlar gibi olmaya çalışıyor, onlara benzeyebilmek için uğraşıp didiniyorlar. Çok üzücü evet, ama o kadar da gerçek! Hayatımızı insanî bir yörüngede tutan değerler sistemimiz ciddi sarsıntılar geçiriyor. Gençlerimizin hergün muhatap oldukları onlarca ışıltılı yalandan birine ikisine kolayca kapılıp gitmesi bizi elbette üzüyor; ama bunun böyle oluşuna şaşırma hakkına sahip değiliz. Modernleşmenin getirdiği yeni yaşama alışkanlıklarını, kendi değerler sistemini muhafaza ederek hayatlarına katabileceklerine inanan kuşaklar fena halde yanıldılar. Hayat, bu zihniyetler üzerinden bir yandan modernliğe doğru dönüşürken, muhafaza edeceği varsayılan değerleri koruyamadı. Aslında koruması da düşünülemezdi, o modernliğin geçiş iznini alıncaya kadar söyleyip durduğu pembe bir yalandı sadece.

O kuşakların birer genç insan olarak kişiliklerini oluştururken düştükleri bu tuzak, yıllar geçip anne baba olduklarında önlerine ağır faturasını koymakta gecikmedi. Gemisini ister istemez geleneksel olanla modern olan arasındaki dalgalı denizlerde yüzdürmek zorunda kalan o kuşaklar hem çok yoruldular, hem de kendi ideallerini çıkaramadılar hayatlarından. Dolayısıyla onların çocukları boşluğa doğdu.

Anne babalarının inandıkları değerler sistemiyle kurdukları ilişkinin samimiyetsizliğini hemen farkettiler. Öte yandan ömürlerini bir tür arafta mahkum geçirmelerini de geleneksel olana bastıkları ayaklarını bir türlü karşı tarafa, yani modern hayata atamayışlarına bağladılar. Yeni kuşaklara göre bugünün ebeveynleri ne eskiye ait olabiliyor, ne de eskiden tam olarak kopabiliyorlardı. Bu onları yeniye ait olmaktan, yeni hayatın nimetlerini doyasıya yaşamaktan da alıkoyuyordu. Kendilerine anne babalarından kalan zihinsel miras da bir kafa karışıklığından başka bir şey değildi. Geleneksel olanla bağları anne baba zoruyla olmuş ve sadece şekilden ibaret kalmış, bir hissiyata dönüşmemişti. Yani onların kendilerini modernliğin ışıltılı nimetler dünyasına tümüyle bırakıvermelerine engel hiçbir engel yoktu. Öyle yaptılar, öyle yapmaya çalışıyorlar.

Kimi hayatını şöhretle anlamlandırmaya çalışıyor, kimi parayla pulla... Kimi macerayla, kimi kariyerle, kimi abartılı tutkularıyla... Eğitimin bile bir tür yarışa dönüştürülmesinin ardında böyle bir anlam arayışı var. Daha lüks arabalar, daha konforlu evler, daha trendy alışkanlıklar, "in-out" gelgitinde durmadan değişmekte olan başka bir sürü ıvır zıvır... Bunların arasında olmayan tek seçenek, her insanın kendi hayatından memnun olması, kendi hayatına razı olması... Oysa tek mümkün ve gerçek seçenek bu!

Bizi hayata ve insana dair derin düşüncelere sevkedecek iç meraklarımız yoksa eğer; adımızın, kimliğimizin, fikriyatımızın, şöhretimizin, servetimizin, kopyalayıp yapıştırarak biriktirdiğimiz ucuz hikmetler koleksiyonumuzun bize hiçbir yararı yok ve olmayacak! Çünkü bütün gerçekliğimizden, elde edildiğinde sabun köpüğü gibi patlayıp kaybolan yalanlar uğruna vazgeçiyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gökhan Özcan Arşivi