Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Tevbe Şuuru

Tevbe Şuuru

Hata yapmak anlaşılabilir, asıl anlaşılmaz olan “hatayı savunmak” tır. Hatanın (günahın) kabullenilmemesi, itiraf edilmemesi insanı günahı savunur hale getirir ki bu da istisnalar dışında her zaman açık olan tevbe kapısının kapanmasına yol açar. Hz. Adem (as) da hata yaptı, Şeytan da. Fakat Hz. Adem tevbe etti; şeytan hatasını savundu. Hz. Adem’i “adam” eden hatasını kabullenmekti, Şeytan’ı “şeytan” eden de hatasını savunmak, hatada ısrar etmek. Ölüler hata yapmazlar, elbette iş yapan hata da yapacaktır. Ancak hiçbir zaman “faal halde bulunmak” yapılan hataların mazereti, “hata yapma ihtimali taşımak” da atalet ve tembelliğin mazereti olarak kullanılamaz. Tevbe, yapılan hatanın bütün vicdani sorumluluğunu üstlenmek ve söz konusu hatanın olumsuz sonuçlarını ortadan kaldırma kararlılığını sergilemektir. Bu manada samimi olarak yapılmış her tevbe mükemmel bir özeleştiridir. Her muhasebenin (özeleştirinin) “tevbe” olması ise, yapılan hatanın insan-insan ilişkilerine yönelik ahlaki sorumluluğunun yanında, insanın Rabbine yönelmesinin ahlaki sorumluluğunu da üstlenmesine bağlıdır. Şimdi, dövünme, ah u vah etme zamanı değil, tevbe zamanıdır. İstiğfar zamanıdır. Tevbe gibi bir “nefs muhasebesi” zamanıdır. Hatta toplumsal hatalar, isyanlar “toplumsal tevbe” yi gerektirir. Allah’ın verdiği nimetleri ona isyanda kullanmak, Rabbine adeta meydan okumak isyanını, günahını aleniyete dökmek cezayı müstelzimdir. İslam büyüklerinin şu tavsiyesi ne kadar önemlidir. “Sana verilen nimeti küçük görme. Onu sana gönderenin büyüklüğünü düşün. Günahını küçük görme. Kime karşı işlediğini düşün.” Cezanın cinsi de amelin cinsindendir. “Cinnet toplumu” nun kurtuluşu da “Tevbe Şemsiyesi” altında “Ya Rab!” diye Rabbine ilticadadır. Tevbe bir tehdit yahut teşvike dayanmak durumunda değildir. Çünkü gerçek tevbenin yegane teşvikçisi vicdandır. Belki de bu sebeple “her pişmanlık tevbe’dir” denilmiştir. Mev’ıza kitaplarında rastladığım “terzinin tevbesi”ni siz değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum.

Bir terzi, sâlihlerden bir zâta;

“–Rasûlullah (sav)’in: “Allâh Teâlâ, kulunun tevbesini, canı boğazına gelmediği müddetçe kabûl eder.” hadîs-i şerîfi hakkında ne buyurursunuz?” diye suâl etti.

O zât da sordu:

–Evet, böyledir. Ama senin mesleğin nedir?

–Terziyim elbise dikerim.

–Terzilikte en kolay şey nedir?

–Makası tutup kumaşı kesmektir.

–Kaç seneden beri bu işi yaparsın?

–Otuz seneden beri.

–Canın gırtlağına geldiği zaman, kumaş kesebilir misin?

–Hayır, kesemem.

–Ey terzi! Bir müddet zahmet çekip öğrendiğin ve otuz sene kolaylıkla yaptığın bir işi o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi o an nasıl yapabilirsin? Bugün gücün yerinde iken tevbe eyle! Yoksa son nefeste istiğfâr ve hüsn-i hâtime nasîb olmayabilir… Sen hiç: “Ölüm gelmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!” sözünü işitmedin mi?

Bunun üzerine terzi ihlâsla tevbeye sarıldı ve o da sâlihlerden oldu.

Sahibini yerinde durmaz eden, onu yanlıştan vazgeçirmeye çalışan kötüden, çirkinden, haramdan, günahtan rahatsız olduğunu sahibine sızlayarak, inleyerek bildiren vicdandır. Bu sebeple tevbe ilk hareketini içerden alır. Layıkıyla yapılmış her tevbe, vicdanın sesini dinlemek anlamına gelir. Her tevbe bir “bilinç tazeleme” olduğu için, aynı zamanda bir kendine dönüş sürecinin adımlarını atmaktır. Tevbe’yi kendine dönme, kendini bilme, kendini bulma olarak da değerlendirebiliriz. Tevbe’nin muhatabı Allah’tır. Kul tevbesiyle Rabbine yaklaşmış olur. Diğer bir ifadeyle Rabbiyle arasındaki engelleri kaldırma girişiminde bulunmuş demektir. Nihayetinde herkes bir Yusuf. Kimi Züleyha’sını ardından koşturacak, kimi Züleyha’sının ardından koşacak. Dolayısıyla kiminin gömleği önünden yırtılacak, kiminin gömleği de ardından. Bunları düşününce Allah Rasulü’ne “bana ve size ne olacağını ben de bilemem” sözünü söylemesinin niye emredildiğini daha iyi anlıyor insan. Bir de Sevgili Peygamberimizin şu duasını: “Ey kalpleri evirip çeviren Allah’ım! Kalbimi senin sevgin ve dinin üzerine sabit kıl.”

Hz. Musa (a.s) da “Rabbim! Ben kendime kötülük ettim.” İtirafında bulunmuş ve “Ne olur beni affet!” diye tevbe etmiştir. Kur’an, günahı kurtulunması gereken bir yük, yıkanıp atılması gereken bir kir gibi göstermekle günahkâra en büyük ikramı yapmaktadır. Vahyin inşa ettiği insanımızın da tek derdi vardır: Yeter ki insan kendi kendine zulmetmesin. Yeter ki insan ebedî saadetini elleriyle yok etmesin. Yeter ki insan yaradılış amacına uygun davransın. Hz. Musa’nın kaza cinayetine sebep olan eli, Allah’ın kendisine nübüvvet alameti olarak bahşettiği iki büyük mucizeden biri olan yed’i beyza’nın ta kendisidir. Verilen mesaj gayet açıktır: Eliniz kirlenebilir, fakat canı gönülden tevbe ederseniz, kirlenen elinizi yıkamış olursunuz. Siz elinizi temizlerseniz, Allah’ın bahşettiği temizlik nûr üstüne nûr olur. İşte o zaman eliniz “nurlu el” (yed’i beyza) olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi