M. Emin Parlaktürk

M. Emin Parlaktürk

Tefrikten Tevhide Üst Kimliğimiz

Tefrikten Tevhide Üst Kimliğimiz

Yıllar önce bir gençlik grubundan davet almıştım. İdealist öğretmenler, Orta Anadolu’dan bir ilimizde konferans düzenlemişler, konuşmacı olarak çağırmışlardı.

Konusunu sordum: “Hocam, size bırakıyoruz, her konu olabilir” dediler. Bu belirsizlik hoşuma gitmedi.
Muhatap kitlenin sosyal ve kültürel dokularını, meşrep yelpazelerini ve günlük yaşantılarını öğrenince konuyu kafamda şekillendirdim ve ilan için gençlere konu başlığını verdim.
***
Bir tatil günüydü. Eşimle birlikte o şehre gelerek öğretmenler grubuna misafir olduk. Akşam, kalabalık bir dinleyici kitlesinin toplandığını görünce memnun kalmıştım. Aldığım bilgiler, gelenlerin çok değişik siyasi görüşlerden ve farklı meşrep mensuplarından olduğu yolunda idi. Böylece, “üst kimlik ve birlik” konusunun isabetle seçildiği de ortaya çıktı.

Konferansta, mevcut siyasi partilerin ve değişik cemaat gruplarının isimlerini telaffuz etmeden uzunca bir konuşma yaptım. Ancak, incitmeden verdiğim somut örneklerin hangi parti veya dini grupları ilgilendirdiğini, mensupları çok iyi anlıyorlardı.

Kendilerine yapılan bu göndermelere rağmen, salonda çıt çıkmadan ve pür dikkat dinlemeleri beni sevindirmişti. Anlatılanlardan onların da etkilendiğini fark ettim. Çünkü, konuşmanın ana teması ayet ve hadis merkezli idi.
***
Özetle şunlardı anlatılanlar:

Şimdi ben, filan parti mensubu olarak size konuşuyor olsam ve parti liderimin söylediklerini anlatıp sizi buna uymaya çağırsam, biliyorum ki beni sadece kendi partimin mensupları can kulağıyla dinleyecek ve dediklerimi yapmaya çalışacaklardır. Diğer partililer ise, beni rakip gördüklerinden konuşmalarımı dinlemeyecekler, hatta haklı bile olsam bana cephe alacaklardır.

Aynı şekilde, filanca dini meşrebin mensubu olarak konuşuyor olsam ve sadece şeyhimin söylediklerini size anlatıp buna uymaya çağırsam, beni sadece o meşrep mensupları can kulağıyla dinleyecek ve dediklerimi yapmaya çalışacaklardır. Diğerleri ise, “bu bizden değil” diyerek konuşmamı ciddiye almayacak, hatta haklı bile olsam içlerine sindiremeyecek, belki de dışlayacaklardır.

İtiraf edelim ki, partilerimiz ve dini gruplarımız genellikle bu anlayışla konuşmalarını yapıyor ve mensupları da bu ön kabullerle kendi lider veya önderlerini dinliyorlar.
***
Şimdi düşünelim:
Hepimiz, insan olarak Allah’ın kullarıyız. Dolayısıyla, kullukta biriz, beraberiz. Şimdi ben, Allah’ın ayetlerini size okuduğumda, her biriniz onu can kulağıyla dinleyecek, hiçbir ayrılığa ve farklı düşünceye sapmaksızın bunları yerine getirmeye çalışacaktır. Bunda tereddüt yok, ihtilaf yok, ayrılık yok, gayrılık yok değil mi? Çünkü hiçbirimiz, konuşmayı dinlerken ne parti farklılığını, ne cemaat mensubiyetini, ne de tarikat intisabını gündeme getirmeyiz. Allah’ın kelamı, ortak değerimizdir.

Aynı şekilde, her birimiz Hz.Muhammed aleyhisselamın ümmetiyiz. Onu peygamber olarak tasdik etmiş, izinden gideceğimize söz vermişiz. Hayattaki yegane örneğimiz ve dinde kılavuzumuz da odur. Dolayısıyla hepimiz, Allah’a kullukta olduğu gibi, Peygamber’e ümmetlikte de biriz, beraberiz.

Şimdi ben, Rasülullah’ın sünnetini anlattığım ve sözlerini naklettiğimde, her biriniz onun ümmeti olarak can kulağıyla dinler, hiçbir ayrılığa ve farklı düşünceye sapmaksızın bunları yerine getirmeye çalışır. Bunda da tereddüt yok, ihtilaf yok, ayrılık yok, gayrılık yoktur, değil mi? Üstelik bunları dinlerken de, asla parti farklılığını, cemaat mensubiyetini veya tarikat intisabını gündeme getirmeyiz. Çünkü, Peygamber efendimizin de sözleri bizim ortak değerimizdir.
***
O halde, Allah’ın kulu ve Peygamberin ümmeti olduğunu kabul eden bizler, Allah ve Rasulü’nde birleşip bütünleşen bu üst kimliğimizi yeterli görüp kendimizi böyle takdim etsek ne olur? Gerçekte de böyle olması gerekmez mi?

Oysa, değişik siyasi, etnik, mezhep, meşrep ve tarikat mensubiyetlerimizi kendimize üst kimlik yapıp bunları öne çıkardığımızda, lider ve önderlerimizin sözlerini Allah ve Rasulü’nün sözlerinin önüne geçirdiğimizde, birlik ve beraberliğimizi farkında olmadan tahrip etmiş olmuyor muyuz?

İntisaplarımızı neden kimlik yapıp, farklı bölünmelere, parçalanmalara, dolayısıyla kamplaşmalara sebep oluyoruz ki! Selef-i Salihîn’den hangi alim, müçtehid, imam, fakih bunu yaptı? Onlara nispet edilen mezhep ve tarikat isimlerinin sonradan konduğu bilinen bir gerçektir.

Yoksa, Rabbimizin şu ayetleri bize mensubiyet olarak yetmiyor mu?

“Hem geçmiş çağlarda hem de şu anda sizi ‘Müslüman’ diye isimlendiren O’dur.”(Hac,78).
“İnsanları Allah’a çağıran, Allah’ın güzel gördüğü iyi işleri yapan ve ‘kesinlikle ben Müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet,33).
***
Gelin, artık sayamayacağımız kadar çoğalan alt kimliklerimizle değil, Rabbimizin bizi tanımladığı “Müslüman” üst kimliğimizle kendimizi ifade edelim.
“Kelime-i tevhid” inancımızı söz ve davranışlarımıza öyle yansıtalım ki, böylece ilahi rahmet ve mağfiretin ümmeti kuşatmasına vesile olalım inşallah.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. Emin Parlaktürk Arşivi