Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Diklenmeyin, ama dik durun!

Diklenmeyin, ama dik durun!

AB Bakanımız Egemen Bağış, katıldığı bir televizyon prgogramında Avrupa ile ilgili çalışmalarından bahsederken ilginç bir noktayı gözlerimizin önüne seriyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kendisine görevi tevdi ederken görevine genel bir elbise giydirmiş:
- Sayın Bağış, diklenmeyin ama dik durun!
Gerçekten bugüne kadar Sayın Egemen Bağış da bakanlığını icra ederken bu tavsiyeyi içine sindirdiğini her davranışında gösteriyor, yani Avrupalı muhataplarına diklenmedi, ama hep dik durdu. Eminim bu tavsiye bütün bakanlara yol haritası olarak verilmiş olacak ki, bunların tezahürlerini hep gördük. Bu tavır bugüne kadar hasret kaldığımız bir tavırdı. Tabii bu dik duruşu yapabilmek için ekonominizin sağlıklı bir zemine oturması gerekiyor. Borçlu iseniz, daima sahaya 5-0 yenik çıkıyorsunuz demektir. Erdoğan’a bir enkaz devreden siyasi kadronun iskeletini oluşturan ve yıllarca bu ülkede başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış olan Süleyman Demirel’in ilginç bir tesbiti vardır:
- Geceleri uykum kaçıyor. 250 milyar dolar Batı’ya borcumuz var. Bir yandan ertelenmesini istediğimiz bir borçtur bu. Batı bir anda “Ertelemiyoruz, ödeyin tamamını” derse ne yaparız?
Türkiye yıllarca kötü yönetildi maalesef. Daha yeni yeni vatandaş olduğumuzu hissediyoruz. Ülkenin milli geliri geçmişle kıyaslanmıyacak bir şekilde arttı ve vatandaşları arasında adil bölüşüm yönünde mesafe aldı. Yeterli mi, şüphesiz daha alacağımız yol var. Ama sağlık başta olmak üzere devrim çapında kararlar alındığını olaya siyah gözlükle bakmayanlar göreceklerdir. Bugün bu kararları cesurca alabilen o Başbakan, kendisi de bakanlarına söylediği tavsiyeyi hayatının her anına nakşediyor. Amerika başkanlarının bile cesaret edemeyeceği bir şekilde İsrail Cumhurbaşkanı’na haddini bildirebiliyor:
- Siz bebek katilisiniz, sizin plajlardaki çocukları bile nasıl öldürdüğünüzü iyi biliriz!
Ve gerek Avrupa Birliği ülkelerinin liderleri, gerek ABD başkanları karşısında iki büklüm duran Bülent Ecevit’i bir koltuğa oturtuyoruz, bir koltuğa da Başbakan Erdoğan’ı. Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kendinden emin duruşu, devleti ve vatandaşını temsil yeteneği şüphesiz bizleri gururlandırıyor. Birleşmiş Milletler’de ve çeşitli uluslararası toplantılarda dünyayı kendi sağmal inekleri gibi gören Batı’ya beklemedikleri bir ders veriyor. Ezcümle, “Dünyaya bakışınızı değiştirmezseniz sizin oğullarınız ya da torunlarınız kucaklarında yeni acılar ve sıkıntılar bulacaklar” diye onları uyarıyor. Doğrusu Başbakan Erdoğan’ın her konuşması beni çok etkiliyor. Dünyanın bu uyarılara ve bu sese ihtiyacı var. Bir yanda dünyanın kaynaklarının çoğunu hem de cömertçe israf eden Batı ülkeleri, diğer yanda açlıktan ve hastalıktan nüfusu kırılan Afrika ülkeleri. Onlara karşı daha adil bir bölüşüm teklif eden bu adam, dünyadaki tüm mazlum ve mağdur insanların vicdanı olarak konuşmaya devam ediyor.
Zira, dünyanın kimsesizlerin kimi, dik duruşu olan liderlere ihtiyacı var!


Sayın Sakık, kim domuz?

Dağlıca’daki askeri birliğe yapılan PKK baskını ve 8 askerimizin öldürülmesi konusunda BDP milletvekili Sırrı Sakık’la yapılan bir söyleşiyi dinliyoruz. Sakık, kendi penceresinden olayı yorumlamaya çalışıyor. Bu arada sunucudan ilginç bir soru geliyor:
- Efendim, siz Uludere’de 33 kişiyi bombalayanları “Domuz” olarak vasıflandırmıştınız. Dağlıca baskınını yapan ve 8 askerimizi şehit edenlere de aynı hitapta bulunacak mısınız?
Sakık, anında gayet pişkin bir şekilde cevap veriyor:
- Şimdi sizin bu sorunuz ayrımcılık kokuyor!
Sayın Sakık, haydi dağdaki muhatabınız asker olduğu için, potansiyel düşman olarak gördüğünüzü söyleyerek kendinize bir parantez açabilirsiniz. Siz de PKK’nın uzantısı ve onun siyasi arenadaki temsilcisi olduğunuz için sizin baktığınız yerden kendi açınızdan kendinizi haklı görebilirsiniz. Ama, sokaklarda arabasını parketmiş insanların arabalarını yakmak, içinde insan dolu belediye otobüslerini ateşe vermek sizce nasıl bir hak arama şeklidir, davanıza ne kazandırır? Sizin, sokaktaki ve oto galerilerindeki otomobilleri ve belediye otobüslerini yakmanız ile, bir tarihte PKK’ya lojistik destek sağlıyorlar gerekçesi ile Kürt köylerini boşaltmak amacına matuf köyleri bütünüyle yakmak arasında ne fark var? Yanlış aynı yanlış, sadece failler farklı değil midir? Siz, bu muhakemeyi yapmadığınız ve terör hangi taraftan gelirse gelsin reddetmediğiniz sürece Kürt meselesinin çözümüne katkı sağlamayacaksınız. Aksine bu işi çıkmaza sokacaksınız. Ama ben sizin BDP olarak bu işin çözülmesi gibi bir niyetinizin olmaığı noktasında ciddi endişeler taşıyorum. İyi hatırlayınız, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürt açılımı konusunda ilk adımı attığı gün, memleket kan gölüne dönmüştü. PKK eylemlerinde patlama olmuştu adeta. Birileri bu açılımın önünü kesmek için alelacele düğmeye basmış ve taşeronları PKK tam da o gün sokağa çıkmıştı. Halbuki mesele Kürtlerin hak arama davası olsa, “Kürt açılımı yapıyoruz” diyen Başbakan Erdoğan’ın ne dediği ve karşı teklifleri dinlenmeliydi. Ama öyle olmadı ve açılımın önünü kesmek için adımlar atıldı adeta. Ve ne zaman Hükümet bu açılıma ek bir şeyler yapmaya kalksa hemen ortalık kan gölüne dönüverdi. Böylece anladık ki, PKK kendisini kullanan ve bugüne kadar lojistik ve parasal destek sağlayanlara gebedir ve Kürt hakları artık asıl gündemleri değildir. Hergün yeni Türk-Kürt ölümleri olursa olsun, bu BDP milletvekillerinin ve PKK üst düzey yöneticilerinin hiç de umurunda olmadıkları anlaşılıyor. Nasıl PKK terörünün bitmesini istemeyen ve bundan nemalanan etkili ve yetkili kurumlar hayatımızın bir gerçeği ise, bu mantığın simetriği de BDP ve PKK’dır. Türk ve Kürt analar nasıl olsa bir yandan doğuruyorlar.
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi