Necmettin Türünay

Necmettin Türünay

Meclis kapanırken

Meclis kapanırken

Eğitim-öğretim yılı sona erdiği gibi, yakın süre içinde parlamento da tatile girecek.

Geçtiğimiz sonbahardan bu yana devam eden yasama faaliyetinin ardından, iktidarıyla muhalefetiyle bütün parlamento üyeleri memleketlerine gidecek. Orada teşkilatlarıyla, seçmenleriyle ve özellikle de ihtiyaç sahibi halk kesimleriyle geniş geniş sohbet edecekler. Kimisi bir yıllık çalışmalar hakkında izahlarda bulunacak, kimisi de akılda hesapta olmayan sorulara muhatap kalacak. Yani Ankara kulislerinin ve yüksek politikaların dışında gerçek insanla karşılaşacaklar.
Gerçek insan dediğimiz de sen, ben veya o!.. Küçücük problemlerin arasında boğulmuş, çaresiz kalmış sınıflar!.. Ya bir tayin meselesi ya da köyünün veya kentinin bir meselesi. Bunları aktaracaklar kendi seçtikleri temsilcilerine!..
Fakat dile getirdiği taleplere bakarak o kadar primitif bir intiba bırakan bu insanların, ilgili parlamento üyelerine, yer yer içinden çıkamadıkları kaygılarını da aktarmaları olacaktır. Suriye işi nereye varacak, bu işin aslı esası nedir gibi!.. Ya da ne bileyim, ardı arkası kesilmeyen şehitler kervanı? Acaba bir gün durur mu? Durması için de ne yapmak lazım gelir gibi!..
İşte Anadolu insanı, hükümetin onca güzel ve başarılı hizmetleri karşısında gönenip dururken, öbür yandan da karalar bağlar, boğazında bir yumruk öyle melûl-mahzûn bakakalır. Bu böyle kaçıncı ateştir ki ocaklara düşüyor!.. Bütün evleri ve mahalleleri de koyu bir duman kaplıyor. Çanakkale Savaşı’na giden gepegenç askerin dilinden bestelenen türküde olduğu gibi: “Hey onbeşli, onbeşli!..” Evet bu bir savaş türküsü ve savaşa gidenlerin türküsü!.. Bir de bunun Yemen boyutu var ki, o da dönmeyenlerin dilinden dökülen ebedi ağıtlar değil midir?
Yani bir yandan gidişlerin şevkini duyan bu insanlar, öbür yandan da dönüşsüz seferlerin acısına kendini kaptırmış, öyle melûl-mahzûn dalıp gitmemiş mi? Ziyaret edilmiş şehit evlerinde veya mezarlıklarda hâlâ daha asılı duran kırmızı bayrakları gördükçe, içimin nasıl sızladığını size anlatamam. Aynı sahnelerle, aynı duygularla illerine giden milletvekillerinin de karşılaşacağını düşünerek, şimdiden hatırlatmak istedim. Hangi söz, hangi teselli cümlesi bu yaranın sızısını dindirebilir?
Evet yurt savunmasının lüzumunu bu insanlar sizden, bizden iyi biliyorlar. Bölücü terör örgütünün ihanetini ve hunharlığını da aynı şekilde!.. Fakat uğrunda canların feda edildiği bir mücadelenin şöyle veya böyle netice aldığını duymak, işitmek ve görmek değil de nedir bu insanları teselli edecek? Yani başarı gibi bir şey demek istiyorum.
Dolayısıyla bu insana PKK’nın acımasızlığını anlatmak, vatan hainliğini ve bölücülüğünü delillendirmek fazla bir anlam taşımıyor. Çünkü o, bunu cephelerden gelen gencecik evlatlarının anlattıklarından biliyor. Adeta dinledikleri karşısında da görmüş gibi oluyor. İşte bu yüzdendir ki, 25 yıldır dinlediği PKK retoriklerine fazlaca bel bağlayamıyor. Ayrıca bunlardan bıkıp usandığı da anlaşılmıyor mu?
İşte haleti ruhiyesini yakından bildiğim Anadolu insanı, Ankara’dan gelen temsilcilerin etrafına şimdi toplanmış, onun ağzından çıkan veya çıkacak sözlere kulağını dayamış öyle bekliyor. Dinliyor, inceliyor, duyduğu sözlerin darasını düşüyor ve bir sonuç çıkarmaya çalışıyo. Kiminin gözlerinde belli belirsiz bir ışıma!.. Kimisi de acısını içine gömmüş, nerelere gitsem diye kendi kendine mırıldanıp duruyor. İşte bu büyük Âkif’in duyduğu bir acıdır ki, ona aynen şunları söyletiyordu:
Barındırmaz mısın koynunda ey toprak derim yer pek
Döner imdâdı gökten beklerim, heyhât gök yüksek!..
Şimdi bu insan, kendine dönük her sözü ve mesajı duyuyor. Duyuyor ve fikir ediyor:
PKK şöyle, PKK böyle!.. Onunla da sonuna kadar mücadele etmek!.. Bu sözleri duyuyor, fakat sonunu göremiyor!.. Eskiden PKK’yı asker içindeki bazı sınıfların güdümlediğine inanıyor ve biliyordu. Şimdi ise bu tür bir söylemin geçerliliğinin kalmadığına inanıyor. Yani sorunun ciddiliğinin farkında!..
Sonra hafiften hafife PKK’nın silah bırakması, Kürtlere bazı haklar tanınacağı gibi duyumlar ulaşıyor kulağına. Bir batıp bir çıkan sözler bunlar da!.. Şöyle ne yapılması gerektiğini, dört başı mamur bir şekilde anlatan da yok ortalıkta. Yani bu insan şimdi ev içlerinde, mahalle ve sokak aralarında, dost sohbetlerinde bunları konuşuyor, fikir edinmeye çalışıyor. Dolayısıyla da Ankara’lardan gelecek olan kendi temsilcilerine kucağını açmış, öyle bekliyor.
Fakat aynı muhitlerde, Safahat’ı kaçıncı defa okuduğu belli olmayan biri, Balkan Savaşlarını hatırlıyor ve Arnavutluk’un nasıl kaybedildiğinin muhasebesini yapıyor durmaksızın. Ulaştığı sonuç da şu oluyor: Lüzumundan fazla uzamış davalar, sonunda kangrene dönüşür. Öyleyse hangi yol tercih edilirse edilsin!.. Ona tekaddüm etmek şarttır. Hem de her türlü zararı göze alarak!.. Bunun zararı, kararsızlığın doğuracağı zararların yanında solda sıfır kalır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Necmettin Türünay Arşivi