Ali Ferşadoğlu

Ali Ferşadoğlu

Yalova İlâhiyat, zor meseleler ve yenilenme

Yalova İlâhiyat, zor meseleler ve yenilenme

Yakın tarihin gerçeklerindendir: Osmanlı Devletinin çöküş ve tarih sahnesinden çekilişinin ana sebebi, ilim, eğitim ve terbiye müesseseleri olan medrese, tekye ve zaviyelerin kendilerini yenileyememiş olmalarıdır.
Uzak tarih de şöyle der: Müslümanlar Kur’ân hakikatlerine ve İslâm ahlâkına sarıldıkları zaman yükseldiler, ilerlediler. Bilimde, san'atta, teknik-teknolojide, eğitimde, hukukta dünya çapında keşifler yapıp medeniyetler ortaya koydular.
Günümüze dönersek, sosyal, siyasî çalkantılara, ahlâkî erozyona, ekonomik krizlere dûçâr olmamızın sebebi; kendini dindar diye tanımlayanların da,—elbise, eşya, ulaşım vasıtaları, ev vesâireyi sık sık yeniledikleri halde—bilgi, ilim, iman ve ibadet, yani manevî cepheden kendilerini yenileyememeleridir.
Yenilenme, tecdid, öncelikle üniversitelerimizin ve özellikle, vurgulayarak söyleyelim İlahiyat fakültelerinin öncülüğünde olmalı… Zira, yenilenmenin itici gücü, lokomotifi İlahiyat fakülteleri, imam-hatip okulları, İslâm araştırma merkezleri, Kur’ân kurslarıdır.
“İkra!”, yani “Oku!” ve “Tefekkür edin!” emrini kendileri ifâ etmiyorsa, avam ve başka meslektekiler nasıl okuyabilir, nasıl yüksek düşünce olan tefekkür üretebilir, nasıl yenilenebilir?
Yeni kurulan Yalova İlahiyat Fakültesinin farklarından birisi de, gelişim ve yenilenmeye açık bir stratejiyi hedeflemesidir.
“Zamanın değişmesiyle ahkâm/hükümler de değişir” hakikatince, her çağın, her zamanın bir hükmü, her devrin kendine has bir ilmî damgası, bir anlayışı, bir yaklaşım, bir bakış tarzı vardır. Meselâ, geçmiş devirlerde “kalp ve teslimiyet” hâkimdi. Bugün, “akıl, bilim, mantık, ispat, araştırma, sorgulama” hükümrandır.
Kur’ân, akıl etmeye, araştırmaya, gözleme, bilime yönlendirir. İslâm hakikatleri ve ilimleri donuk değildir. Bilâkis gelişme istidadındadır. Yeni durum ve gelişmelere karşı yeniler ve yenilenir. Ki, içtihad-müçtehid, tecdid-müceddid hakikati bunun için vardır.
İçtihad-müçtehid, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’den çağın anlayışına göre hüküm çıkarma/çıkaran;
Tecdid-müceddid; İslâmın hakikatlerini çağın ilmi ve teknolojik şartlarına göre yenileme, ele alma, izah etme, yeni bir üslûpla tebliğ etme, anlatma/anlatan demektir.
Günümüzde fen (astro fizik, mikrokimya, genetik, nanoteknoloji, biyomikri vs.), sosyal, manevî ilimler dallanıp-budaklanmış, teknoloji harikası vasıtalar baş döndürücü bir sür'at kazanmış. Eskiden altı ayda gidilen Kâbe’ye üç saatte varılıyor bugün!
Eski çağın ilmi seviyesi, birikimi, doneleri ve ulaşım vasıtalarıyla hedefe ulaşmak imkânsız değilse de çok zor. Evet, onlarla Kâbe’ye gidebiliriz. Ama, binbir meşakkatle ve üç-beş ayda!..
Felsefe ve tıpta zamanın dahisi İbn-i Sina, yalnızca tıp alanında 29 buluş yapmış, onlarca tıbbî âlet geliştirmiş. Keza, El-Havi isimli tıp eseri, asırlarca Batı üniversitelerinde okunmuş.
Ne var ki, bugün, hastalıkların teşhis ve tedavisinde bu İslâm hükemasının metotları kullanılmıyor! Tıbbî veriler, metotlar, âletler, cihazlar, ilâçlar, kitaplar değişti.
Sosyal hayat ve anlayışlar fevkalâde inbisat ve değişim içinde. Meseleler, problemler, psiko-sosyal hastalıklar da çeşitlenmiş, derinleşmiş. 100, hatta 10 sene öncesinin bakış açısı değişti. Okullarda eski zamanların fizik, kimya, matematik, biyoloji, astronomi kitapları okutulmuyor!
Eski devirlerin ulaşım ve nakliye araçları kağnı, at arabası, faytonu ulaşım için kullanmadığımız gibi; sosyal hayatta da eski devirlerin ilmî birikimiyle tasnif edilen irşad, tebliğ metotları ve tefsirleriyle hareket edebilir miyiz?
Onlar, çağlarına uygun yazılmış temel eser, kaynak eserdirler. Ama, çağımızın insanını tatmin etmeye kifayet etmezler. Meselenin bir başka boyutu da şudur:
Kimi zaman, geçmiş devirlerin tefsirleri, günümüz ilmî, astronomik, coğrafî keşif ve gelişmeleri perspektifinden bakıldığında müteşabih âyet ve hadisler hakkında şüphe ve vesveseye, kimi zaman da reddine kadar sürükleyebilir. Birkaç örnek sunalım:
* Mugayyebât-ı Hamse’den (bilinemeyecek beş gaybî meseleden) “Anne rahmindeki ceninin erkek mi, dişi mi olacağı; yağmurun ne zaman yağacağı artık biliniyor! Bu gelişmeler Lokman Sûresinin 25’inci âyetiyle çelişmiyor mu?” deniliyor. (Biz, İlahiyat fakültesinde Celaleyn tefsirinde, ‘anne karnındakinin erkek mi, dişi mi olacağını kimse bilemez’ şeklindeki yorumu okumuştuk!) Çağımızın müceddidi Bediüzzaman ise, bu meseleyi eserlerinde harika bir şekilde izah etmiş.
* “Yeryüzüne bakmazlar mı; nasıl yayılmış” (Gaşiye Sûresi: 20) meâlindeki âyetin metnindeki, “sutıhat” kelimesi; geçmiş dönemlerin bazı tefsirlerinde, “satıh, yüzey” anlamından hareketle “dünyanın yuvarlak değil, düz olduğu” hükmüne varılmış. Aksini söyleyen âlimler de şiddetle eleştirilmiş…
Halbuki, bir cephesiyle belki de, “dünyanın yuvarlaklığı içinde düz gibi olması ve düzlüklerin bulunması mu'cizesi” de nazara verilmiştir.
Aslında, kimi tefsirlerde geçen, “Dünya düz ve sabit, güneş etrafında dönüyor” ifadeleri Batlamiyus’tan, Yunan felsefesi’nden alınmış yorumlardır. Çağımız âlimlerinden Abdülaziz Binbaz da, buna dayanarak aynı fikri savunan bir makale bile yazmış!
Bediüzzaman, İmam-ı Şafii aynı saatte, her yerde kılınan 5 vakit namaz sistemiyle, İmam-ı Gazali, Hüseyin-i Cisrî (ra), İbrahim Hakkı gibi âlimlerin dünyanın yuvarlaklığını ispat ettiklerine dikkat çeker. (Muhakemat, s. 84.)
* Meselâ, “Göğü, kudretimizle bina ettik; onu genişleten de Biziz.” (Zariyat, 47.) âyetini, 20. asrın astronomik keşfi olan, “Bütün galaksiler birbirinden uzaklaşmaktadır. Kâinat bir balona üfürülüp şişirildiği gibi genişliyor!” hakikatiyle daha iyi anlayabiliriz.
* “Dünya öküz ve balık üzerindedir” (Hakim, Müstedrek, 4:636; Münziri, Tergip ve Terhip, 4: 257; Heysemi, Mecmaü’z-Zevaid, 8:131; İbn-i Hacer, Metalibü’l-Aliye, 3:391; İbnü’l-Cevzi, el-Muntazam, 1:172) hadis olarak nakledilmiş.
Muteber müfessirler, âlimler bu hadisi tefsir kitaplarına almış. Bazıları ise, bugünkü ilmî verilere zıt bir şekilde, sanki bu bir teşbih (benzetme) değil de, maddeten de “Balık su deryasının, öküz balığın, dünya öküzün boynuzlarında” şeklinde yorumlamış! Bediüzzaman, bu meseleyi de, Lem’alar isimli eserinin 14. Lem’a’sında halletmiş.
Şu halde, 300, 500, 1000, 1400 sene öncesinin tefsirleriyle bugünkü meselelerimize çareler, çözümler üretebilir, sorularımıza cevaplar bulabilir miyiz?
İşte Yalova İlahiyat fakültesi, uzmanlaşan, derinleşen ihtisaslaşma esaslı bir anlayış;
“Sadece İlâhiyat mezunu sayısını arttırmaktan ziyade nitelikli İslâm âlimi yetiştirmek gayesiyle çok yönlü dil ve destek seminerleriyle donatılmış, geçmişi ve geleceği temsil eden bir fakülte.
“Çağın şartlarına göre mücehhez âlim yetiştirme stratejisi”yle fen, sosyal ve manevî ilimlerle mücehhez bir âlimler kadrosunu yetiştirmek için yola çıkmış…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Ferşadoğlu Arşivi