Faruk Köse

Faruk Köse

Devletin Kürt siyasetinde bir yanlıştan öbür yanlışa

Devletin Kürt siyasetinde bir yanlıştan öbür yanlışa

Hükümet “terör”ü durdurmak maksadıyla “Teröristbaşı” ile yapılan “gizli” görüşmeleri alenileştirdi ya, kamuoyu derhal iki zıt kutba ayrılıp manzarayı tanımladı. Bir kutup “her şey çok güzel olacak”, diğer kutup ise “teröristle pazarlık devlet itibarını bitirecek” yaklaşımı içinde.


Ancak her iki kutbun görmediği husus; “yeni Kürt yaklaşımı”nın sadece Hükümet’in siyaseti olamayacağı. Bu, aslında “Devletin Kürt siyaseti”nde gelinen yeni aşama. Bunu icra vazifesi de haliyle Hükümet’in görevi. Yani anlaşılan, “toplumun değer yargıları” üzerine kurulmayan “Devlet aygıtı”nı yürüten unsurlar, “Kürt siyasetinde yeni aşama”ya geçmişler ve bunu yürütmek icra ile görevli Hükümet’e düşmüş. Yoksa, Hükümet’in, kendi inisiyatifiyle böyle bir karar alıp uygulaması, -bunu istiyor olsa bile- mevcut “devlet mekanizması” ve “rejimin sistemi” dahilinde zaten mümkün değil.
Tabiî ki burada Hükümet’in hiçbir işlevinin olmadığını, meseleye “devlet mekanizması”nın kendisine tevdi ettiği görevi ifadan öte bir dahlinin olamayacağını iddia ediyor değilim. “Yeni Kürt siyasetine dair yürütülen çalışmaları sadece Hükümete fatura etmenin doğru olmayacağı”nı düşünüyorum. Lâkin burada asıl vurgulamak istediğim husus bu da değil.

Meselenin başka bir cihetine dikkat çekerek Hükümet’i, “devlet mekanizması”nın tevdi ettiği vazifeyi yürütürken, “yapılacak yanlışlıklar” ve “oluşacak yeni durumlar”ın yükünün altında “yalnız” kalacağı hususunda uyarmak, “yeni Kürt siyaseti”ne işlerlik kazandırırken “zemin etüdü”nü doğru yapıp, “çözüm”ü uygun şartlar üzerine bina etmesi hususuna dikkat çekmek istiyorum.

Devletin Kürt siyaseti gerçeklikten ve haktan uzak bir yaklaşımla “hatalı zemin” üzerine bina edilmişti. “Gayrimüslim”ler “azınlık” statüsüyle “hak ve hukukları korunmuş” halde varlıklarını sürdürürlerken, “müslüman Kürt toplumu” hem azınlık sayılmadığından kimlikleri ve hakları gasbedilmiş, hem de “Türk” olmadığından, “Türklük” üzerine kurulmuş rejim içinde, “rejimin yaşama heyecanı”nı sürdürmede karşısına geçilen “hırpalanacak unsur” olarak görülmüştü.

Yani Kemalist rejimin Kürt siyasetinin, ırk bakımından “asimilasyon”, inanç/kimlik bakımından da “dinden uzaklaştırma” şeklinde tezahür ettiği malûmdu.
Şimdi “yeni Kürt siyaseti”yle yapılan, “resmi Kürt siyaseti”nin iki ayağından biri olan “asimilasyon politikasının iflası”nı resmileştirip, fiilen tanınan “Kürt kimliği”nin “sorun” olarak görülmesine son vermek bakımından, durumun “rejimin niteliği”ne işlenmesinin şartlarını oluşturmaktan ibaret. Böylece devlet, Kürt siyaseti bakımından takip ettiği “yanlış”ın birinden dönmek için manevra yapmakta.

İşte dikkat çekmek istediğim sorun da bu noktada nüksediyor. Devlet Kürt siyasetinde bir yanlıştan dönerken, yeni bir yanlışı kendi eliyle bina ediyor ve bunu da Hükümet eliyle yapıyor. Bu da demek oluyor ki, bu gidişle “Kürt sorunu”nun çözüleceği yok. Şöyle ki;

“Kürt sorunu”nu sadece “ırki bakımdan asimilasyon”dan ibaret sayıp, “Kürt kimliği”nin tanınmasıyla “çözüleceği varsayımı” üzerinden hareketle çözmeye çalışmak, aslında meseleyi çözmek değil, “müslüman Kürt halkı”nı, İslam karşıtı ve ırkçı “Kürt ayrılmacılığı”nı savunan “dinsiz Kürt şovenistleri”ne teslim etmekten başka bir sonucu doğurmayacaktır.
Evet, elbette kanın durması için, “devlet teröristle görüşmez saçmalığı”ndan vazgeçilmeli. Ancak bu yapılırken Kürt halkının sadece “ırki bakımdan Kürt” olduğunun tanınmasıyla yetinilmesi, “müslüman Kürt kimliği”nin tanınmaması ve buna uygun zeminin hazırlanmaması, bir yanlıştan dönerken öbür yanlışı inşa etmekten başka bir anlama gelmez.

O halde makul yaklaşım, kanaatimce şudur:

Kürt sorununun çözümü için, görüşme masasında bulunacak taraflar sadece “Devlet” ile “dinsiz-şovenist PKK ve yandaşları” olamaz.

O masaya asıl oturması gerekenler, “müslüman Kürt toplumu”nun gerçek temsilcileri olan “İslami cemaatler”, “müslüman kanaat önderleri” ve müslüman Kürtleri temsil eden kurum ve kuruluşların temsilcileridir. PKK ve yandaşları ise, “fiili durum” münasebetiyle masada yerini alabilir.

Böylece “Laik-Kemalist rejim”in oluşturduğu “Kürt sorunu”, “doğru taraflar”la birlikte ele alınır, “rejimin dönüştürülmesi” ile sağlam zemine oturtulup Türk ve Kürt toplumlarının “İslami kimlik” ekseninde birlikteliği sağlanırsa, çözüme kavuşturulabilir.
Aksi taktirde bir yanlıştan öbür yanlışa dönülmüş olur. Devlet parçalanır, ülke bölünürken, Kürtler de kendi içinde yeni bir kavgaya tutuşur. Zira Laik-Kemalist Türk Devleti, müslüman Kürt toplumunu “Laik-Şovenist Kürt örgütleri”ne teslim edince, müslüman Kürtler buna kuzu kuzu itaat mi edecekler, “Laik-Türk şovenizmi”ni reddeden Kürtler, “Laik-Kürt şovenizmi”ne rıza mı gösterecekler zannediyorsunuz?
Kan, parçalanıp sorunun zeminini değiştirmekle durdurulamaz. Devlet, sadece PKK’yı değil, müslüman Kürt halkının gerçek temsilcilerini muhatap almalıdır.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
16 Yorum
Faruk Köse Arşivi