Ahmet Türk

Ahmet Türk

Ne işi Var O Meydanda Türk Bayrağının?

Ne işi Var O Meydanda Türk Bayrağının?

Önemli gelişmelerin peşi sıra gündeme geldiği yoğun bir hafta geçirdik...

Bizimkiler nalıncı keseri gibi kendilerine yontup tüm detayları deşifre etmese de, asıl “oyun kurucu” ABD'nin Dışişleri Bakanı John Kerry'nin ve Obama'nın Ortadoğu'da ki son performansının neticesi olarak İsrail Türkiye'den özür diledi. Bu gelişme diplomatik başarı ve cilalama kampanyasının ötesinde bir izaha muhtaç...   Özür dilemede en önemli saik Dışişlerimiz mi, yoksa özür dilemek için devreye giren Obama mı? Soru şu: Bu özür ABD’nin projesiyse ve Türkiye’de yaşanan “Kürt Baharı” süreciyle birleştirilirse olanları ve olacakları nasıl okursunuz? Anlaşılan İran’a yakında ciddi bir cephe açılacak!

Ha bu arada… Suriye Muhalif ve Devrimci Ulusal Güçler Koalisyonu İstanbul’da yaptığı bir toplantıyla, 25 yıldır Amerika’da yaşayan Kürt asıllı Gassan Hito’yu kurduğu geçici hükümetin başbakanlığına seçti. Sayın Başbakanın ‘yüzü aşkın ülkenin Suriye’de liderliğini kabul ettiği kişi’ diye meydanlarda lanse ettiği Muaz el-Hatib istifa etti! Aylardır ABD’yi oyun dışında gösteren, Türkiye’nin orada oyun kurucu olduğunu sanan ve Obama’nın “ABD, Suriye muhalefetinin güçlendirilmesi üzerinde çalışıyor. Bizim için birleşik Suriye muhalefetinin kurulması büyük önem arz ediyor” beyanlarını görmemiş gibi davranan, Türkiye’nin Esed sonrası süreçte masaya oturup savaş sonrası ortaya konacak pastadan hak iddia edeceğini sanan dostlarımıza hayırlı olsun!

Esed’li Suriye ile can ciğer kuzu sarması bir münasebetimiz varken ve ortak bakanlar kurulu toplantısı düzenleyecek kadar içli dışlıyken, düşman kardeş olmamıza hangi irade sebep olduysa; Türkiye’yi terör örgütü ile masabaşı müzakerelerine mecbur bırakanda aynı iradedir.  Çözüm Süreci, Kürt Açılımı, Milli Birlik Projesi, gibi adlandırmalarla kamufle edilen "Kürt Baharı"nın tüm bu olaylardan bağımsız bir proje ürünü olduğunu göz ardı etmek, sürekli güncellenen Türkiye ve Ortadoğu kitabından bihaber olmak demektir!

Aslında geçen haftadan kalan Başkanlık rejimi ile ilgili yazımın ikinci kısmını yazacaktım. Lakin Nevruz sonrası yaşananlarla alakalı düşüncelerimi ve duygularımı paylaşma mecburiyetini hissettim. “Aha buraya yazıyorum” kabîlinden bir duruş sergilemek ve “kayıt düşmek” istedim…

Hükümet bu açılım sürecini çok kötü yönetti. Bunu bazı Ak Partili vekil dostlarımızla ve yöneticilerle de paylaştım. Gerçektende bu süreçte yaşanan dezenformasyonlar,  lüzumsuz ve tehlikeli kimlik tartışmaları, usul ve üslup yanlışlıkları, âlemi sersem milleti kör sanmalar, sürecin bizatihi kendisi kadar kötü idi… Hele kaşığı derin daldırıp tarihin diplerinde günümüz siyasi konjonktürüne münasip cevazlar aranması, ortaya garip tarih ve sosyolojik tezlerin dökülmesi ve etnik şantajlarla sürecin yönetilmesi tam bir felaketti!

Genel bir kabuldür: Türkiye gibi toplumlarda vatandaşların ve seçmen kitlesinin beyin ve psikolojik şekillendirmelerini iktidarlar belirler. Bu konuda Ak Parti iktidarının medya ilizyonunu ve milletin önüne sadece kendilerinin beğendiği yemeği servis edip, bu yemeği ‘ekseru'n-nâs’a beğendirme gibi müthiş bir becerisi var. Şu anda en çok izlenen ulusal kanalların hemen hemen hepsine bakın, ne süreci şeffaflıca tartışan haber programlarını bulursunuz, ne de etkin ve yetkin isimleri görebilirsiniz… Süreci yönetenlerin kabulü dışında yazan ve konuşan kişilerin ne denli netameli bir işle iştigal ettiğini tasavvur edebilirsiniz. Ya süreci sabote eden bir provokatör, ya bir ırkçı, ya da kandan beslenen bir vampir olarak yaftalanabilir!

Düşünsenize, daha 4 ay önce, BDP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılmasını TBMM gündemine alan Ak Parti hükümeti ve terör suçluları için idam yasasını kamuoyunda tartıştıran bir Başbakan, 4 ay sonra yani bugün bambaşka bir formata giriyor! Önce Zana ve ekibinin “Başbakan bu işi çözer” gazları, ardından da “Başbakan terörü bitirirse II. Atatürk olur” gazları ile kamuoyu ısıtılıyor… Sonra birden “Devlet aklının”, “MGK’nun”, “MiT’nın” başına saksı düşüyor!  2012 yılı içerisinde PKK’nın ve KCK’nın anasından emdiği sütü burnundan getiren ve PKK Kürt kardeşlerimizin temsilcisi değildir diyen  %50 oy oranına sahip bir Hükümet; aniden meşrulaştırdığı terör örgütü ve saz arkadaşlarıyla birlikte büyümeye ve bölgesel güç olmaya karar veriyor! Ne demişti ‘Öcalan’ı muhatap alın’ diyen silsilenin önceki halkası eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal: "AKP oyları meşruiyet sağlamaya yeter!" 

Dedik ya… Süreci sorgulamak ve tenkit etmek netameli bir hal aldı. “Barış olabilir, çözüm bulunabilir, silahlar susabilir, bu başka bir şey… Ama bunu; müzakere-mütareke formunda yaparsanız, ‘Kürtlere statü Öcalana Özgürlük’ tabelasının ve apo posterinin gölgesi altında davul zurna ile yapılmasına izin verirseniz, sanki bu coşku memleketin dört biryanında yaşanıyor/yaşatılıyor havası verirseniz olmaz. PKK’nın devlet eliyle ve devlet imkânlarıyla tüm televizyonların katkılarıyla akıl almaz bir propaganda yapmasına yol açanlar bunun vebalini nasıl ödeyecek?” demek bile barış düşmanlığı ile eş tutulur hale geldi!

Ana konumuza geri dönelim… Biz bu süreci ve nevruzda yaşanan sahneleri, eylemsizlik kararı alıp silah bırakma raddesine kadar gelinen süreçleri geçmişte defalarca yaşamıştık. Süreci yönetenler olan biteni, “sanki eşkıya silahlarını koşulsuz teslim ediyormuş ve terör faaliyetlerini durduruyormuş gibi ilan ediyor.” Şiddetle ve silahla itibar kazanıp, Türkiye gibi koca bir devleti masaya oturtan terör örgütü bu aşamaya Sayın Başbakanın dediği gibi pazarlıksız ve taviz koparmadan mı geldi? Hayır! Alacaklarını alabilmek için şimdilik gerekli sözleri aldılar, doğal olarak da sürece katkıda bulunuyorlar! Onların haber grupları ve resmi yayın organlarını yakından takip edip pazarlık mevzularını öğrenme imkânımız var. Onlar bugün söylediklerini yarın inkâr etmeyi yahut hiçbir şey olmamış gibi davranmayı gerektirmeyecek şekilde süreci şeffaf yürütüyorlar!  

Yakın erimde müstakbel anayasada kimliksiz, devlet ve vatandaş tanımı istiyorlar. Kürtçe eğitim dilinin anayasal teminata kavuşmasını istiyorlar. Ayrı bir bağımsız devlet kurma istekleri ‘şimdilik’ yok! Fakat yoğun olarak yaşadıkları topraklarda tek söz sahibi kendileri olmak istiyorlar. ‘Anayasal çözüm temelinde’ özerklik statüsünde bir “yerel yönetim” yetkisi istiyorlar. TBMM’nin aktif olarak sürece dâhil olmasını istiyorlar! Genel “Af” çıkarılmasın, ama KCK’lıları ve PKK’lıları serbest bırakacak bir yasal düzenleme yapılsın istiyorlar. Yarın bir gün, Irak’tan sonra Suriye'de ve Türkiye'de kurulacak olan bölgesel yönetimlerin bir konfederasyon haline gelmesinin ve apo'nun özgürlüğüne kavuşup bu devletimsi yapının başına geçirilip geçirilmeyeceğini de zaman bize gösterecek! ( itirazı olanlar bir zahmet molla google’a müracaat edip; bu süreci yönetenlerin geçmişte İngiltere hakemliğinde yaptığı müzakerelerden biri olan “Oslo görüşmelerinin ses kaydına veya tam metnine” göz atsınlar! )

Kalıcı barış isteyen PKK’nın şartları dün de buydu, bugünde bu… Dünle bugün arasındaki tek fark: Hükümet bunu bugün kabul etmek zorunda kaldı! Sayın Başbakanı Kaddafi’nin akıbeti ile tehdit eden Selahattin Demirtaş Şubat 2011’de ne demişti: “Ortadoğu'da gelişen devrimsel gelişmeler K.Afrika'da yaşanan halk hareketlenmelerinin Türkiye'de Kürt Baharı olarak karşılık bulmaması için AKP büyük bir manipülasyon hareketi başlatmıştır.” 2013’e gelindiğinde ise AKP bu manipülasyon politikalarını ve 2012 yılı içinde mükemmel giden tüm güvenlikçi politikaları rafa kaldırdı. Geçenlerde ne demişti Karayılan: “Halk savaşını en üst seviyeye çıkarmak için gerekli bütün hazırlıkları tamamlamış durumdayız” Bugünkü süreç, bu tehdidin devlet tarafından ciddiye alınmasından sonra tetiklenmiştir.

Daha öncede yazdım: Bu süreçte gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendiğinden bundan sonra bunun düzgün durmasını, ütü tutmasını ve iki yakasının bir araya gelmesini mümkün görmüyorum!

Sonra neymiş efendim, Diyarbakır’da nevruz kutlamalarında Türk Bayrağı olmaması büyük provokasyonmuş!

Ne işi var o meydanda Türk Bayrağının?

Neticede “apo ile müzakere süreci” neticesinde barış geleceğini iddia edip, yüzyılın en büyük terör yuvası, uyuşturucu kaçakçısı, insan kaçakçısı, katil, kendisini hangi ülke kullanırsa oraya satan bir örgüt ve siyasi uzantılarıyla masaya oturulup onlara devlet muamelesi yapılacak... Apo bebek katilliğinden Hulusi Kentmen’liğe terfi ettirilecek! Barış adı altında terör örgütlerinin liderlerinin posterlerini açıp kurmak istedikleri Kürdistanın bayrağını dalgalandırabilecekler… Ve bu devletin kolluk kuvvetleri buna ses edemeyecek! İşte gelinen bu nokta, ülkeyi yönetenlerin kabulüyse ve tutup sadece neden orada Türk bayrağı yok diye eleştiriyorlarsa, birileri de Genel Kurul salonunda çocuk gibi ellerine bayrak tutuşturup maskaralık ve milliyetçilik yapmaya çalışıyorsa yandı gülüm keten helva!

Bu nasıl bir bakış açısı ve pişkinliktir Allah aşkına!

O gün o meydanda, teröre ve teröriste ithaf edilerek bir ortak kültürün yok edilişinin fitili ateşlendi. O gün o meydanda, yavaş yavaş bir psikolojik kopuş ve sosyal fragmantasyon ortamı doğduracak örnekler sergilendi. O gün o meydanda, aynı ülke içinde birbirinden farklı iki ayrı halk ve iki farklı kamuoyu varmış intibaı uyandırıldı… Psikolojik savaş ve meydan okuma alanına döndürülmüş o meydanda Türk bayrağının işi ne! Tabii ki olmayacak orada bayrağımız. Türkiye bunlar gibi mi düşünüyor ki, bayrağımızın gölgesinde böyle rezillikler olsun.

Bayrağımız ve dilimiz, egemenliğimizin ve birliğimizin sadece sembolü değil, ta kendisidir! Egemenliğini böldürmeyenler, paylaşmayanlar, vazgeçmeyenler, devir ve temlik etmeyenler… Ve bu yücelikler için temiz bir kalp ile bedel ödeyen ve her zaman da ödemeye hazır bulunanlar en soylu insan topluluğudur.

Bu bedeli ödeyen şehit Liderim MUHSİN YAZICIOĞLU’na selam olsun!

Bu bedeli ödemeye hazır tüm omurgalı insanlara selam olsun!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
27 Yorum
Ahmet Türk Arşivi