Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

İmtihan dünyasındayız

İmtihan dünyasındayız

Yaşananlardan habersiz, vurdumduymaz olamayız. Derdimiz, sancımız, ızdırabımız, hassasiyetlerimiz olmalı. ‘Bîdert olanın derdine derman olunmaz’ sözü ne kadar güzel. Üretim-tüketim, alış-veriş, harcama, para, konfor, ihtiyaç, mefruşat, teşrifat vs. İnsan “nerede” insan? Dünyanın her hal ve şartta bir “imtihan dünyası” olduğunu unutmamalıyız

‘Mahremiyetin kalmadığı yerde iffet, iffetin kalmadığı yerde hürmet, hürmetin kalmadığı yerde hilkat, hilkatin kalmadığı yerde fıtrat bozulur’ sözü ne kadar doğrudur.

Üstad Sezai KARAKOÇ ‘Tufan’ başlıklı yazısında:

‘İnsan nankörlüğüne ilk dayanamayan su oldu. Toprağın dayanamayacağı günler de geldi… Toprak dayanamıyor ve çatlıyor. Bu çatlayış, ilk işaretini atomun parçalanmasıyla verdi. Bu, gelişerek bir toprak tufanına kadar gider. Sonra ateş ve hava da verdi işaretlerini. Bütün işaretler verildi, ama insan uyanmadı. Toprağın ve ateşin ölçüsüyse başlamıştır bile. Atom, hidrojen, kobalt bombalarını yaptık. Ucundan ateş fışkıran tanklar ve silahlar yaptık. Güldüre güldüre öldüren, ağlata, ağlata yok eden, boğan, pörsüten gazlar icat ettik. Ateş, toprak ve hava bizden öç alsın diye kendi elimizle ve kendi aklımızla bunları yaptık.

Bir gün bir yerde, toprak, bir kanser uru gibi büyüyüp üzerimize yürümeye başlarsa hiç şaşmayalım. Bu, toprağın tufanıdır ve ikinci tufandır.

Bir gün bir yerde, bir ateş başını alır, önüne geleni yakıp doğudan batıya veya batıdan doğuya doğru kahredici bir kudret halinde ilerlemeye başlarsa hiç şaşmayalım; bu, ateşin tufanıdır ve üçüncü tufandır. Bir gün bir yerde, bir gaz kümesi, bir radyoaktivite bulutu, üstünden geçtiği şehirleri, üstünden bir kımıl bulutu geçmiş bir buğday tarlası gibi kupkuru ederse, bir “ölüm bulutu” gibi geçtiği yerlere ölüm tohumlarını saçarsa, buna hiç şaşmayalım. Bu, havanın tufanıdır ve dördüncü tufandır ve son tufandır.

Kitabımız Kur’an “Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükun yeri yaptı” buyurur. Peygamberimiz: ‘Sade hayat imandandır’ hadisiyle dünya hayatımıza ölçü getirir.

Ne zaman yüksek bina yarışını görsem Ad ve Semud kavminin hikayesi gelir hatırıma. Bina yapmak maksadıyla dağları, taşları oyan, cenneti dünyada arayan zavallıların hikayesi. Kaya gibi sağlam mekânlarda helaka uğradılar. Refahın verdiği şımarıklık, onları Peygamberlerini dinlemez hale getirmişti. Muhkem binalar, ihtişamlı yapılar, onları ölüme karşı koruyacağı düşüncesini doğurmuştu. Tıpkı şimdi ‘ölüm korkusu’ndan mezarlıkların şehir ve insandan uzak bölgelere taşınması gibi. ‘Her nefs ölümü tadacaktır’ hükmünün kendimize, özümüze dönüş ikazı yerine; ‘rahatlarını kaçırdığı’ için hayatın dışına itilmesi gibi.

Yaşananlardan habersiz, vurdumduymaz olamayız. Derdimiz, sancımız, ızdırabımız, hassasiyetlerimiz, derdimiz olmalı. ‘Bîdert olanın derdine derman olunmaz’ sözü ne kadar güzel. Üretim-tüketim, alış-veriş, harcama, para, konfor, ihtiyaç, mefruşat, teşrifat vs. İnsan “nerede” insan. Dünyanın her hal ve şartta bir “imtihan dünyası” olduğunu unutmadan. Küçüğü ile büyüğü ile, kazananı ile kaybedeni ile... Hastalığı-sağlığı, varlığı-yokluğu, kanaati-rızası, sabrı-şükrü, sevinci-üzüntüsü ile fânilikler içinde ebedilik arayışımızla devam edecek. Kazanılan “Allah Rızası” salih amellerle noktalanan iman yürüyüşü, “hayır insanı” olma gayreti belki muhtemel sınavlardan başarıyla çıkmamızın vesilesi olacak.

Bu kaygan zeminde ayakta durmak da birbirimize sahip çıkmaktan, ‘safları sıklaştırmak’tan geçiyor. Tabii safları da vücutların, kolların, omuzların temasından ibaret görmeyip; sevinçlerin, hüzünlerin, acıların, dertlerin, sızıların hep beraber hissedilmesi olduğunu unutmamak!

Kendimizi aşmamız, nefsimize uymayıp olgunluk göstermemiz, vefalı olmamız, bizi biz yapan değerleri hayata hâkim kılmamız, kaybolan insanlığı bulmamıza vesile olacaktır. Lokman Hekim’in tavsiyesi üzere kendisine yapılan iyilikleri ve ölümü unutmayıp, kendisine yapılan kötülükleri ve kendi yaptığı iyilikleri unutacak seviyeye gelme kıvamını tutturmamız gerekiyor. Çocuklarımıza sadece paranın (maddi imkanların) temin edeceği lüks hayat ile mutlu olmak yerine, bahşedilen nimetlerin farkına varmayı öğretebilsek, daha büyük bir iyilik yapmış olmaz mıyız? Hatta psikologlar ‘mahrumiyet eğitimi’nden bahsediyorlar. Varlık içinde yaşarken yokluğu bilmek! Sabır/kanaat/şükür istikametinde yürümeyi temin etmek.

Kendimizi aşmamız, nefsimize uymayıp olgunluk göstermemiz, vefalı olmamız, bizi biz yapan değerleri hayata hâkim kılmamız, kaybolan insanlığı bulmamıza vesile olacaktır. Lokman Hekim’in tavsiyesi üzere kendisine yapılan iyilikleri ve ölümü unutmayıp, kendisine yapılan kötülükleri ve kendi yaptığı iyilikleri unutacak seviyeye gelme kıvamını tutturmamız gerekiyor.

“Örnek olma”nın önemini kavrasak! Bizim yüzümüzden sun’î gündemler oluşmasa. Her halükârda dinimizi en iyi temsil etmenin, mukaddeslerimizden mahrum olanlara usül hatası yapmadan en güzel şekilde mesajlarımızı verebilmenin hassasiyeti içinde olsak. İslam’la Müslüman arasındaki makasın, bu kadar hızla açılmasına fırsat vermesek. Her zaman ‘imtihan dünyası’nda olduğumuzun şuurunda hareket edebilsek… Belki de çok şey değişecek vesselam.

 

 

Allah için din kardeşini ziyaret

Müslüman’ın Müslüman kardeşini ziyaret edip kardeşlik duygusunu kuvvetlendirmesi dahi Allah yanında çok değerli bir amel olarak kabul edilmiştir. Buhari’de bu kardeş ziyareti olayı şöyle nakledilmiştir:

- Bir Müslüman başka bir yerdeki Müslüman kardeşini ziyâret etmek için yola çıkmıştı. Allah Teâlâ, ziyaretçinin yolu üzerine (insan görüntüsünde) bir melek gönderdi. Kardeşini ziyarete giden adama melek sordu: Nereye gidiyorsun böyle?  

– Şurada bir din kardeşim var, onu ziyarete gidiyorum, cevâbını alınca da:

– O kardeşinden bir alıp vereceğin mi var ki onun ayağına gidiyorsun dedi? Adam da:

– Hayır, bir alıp vereceğim yoktur. Sadece o dürüst, vefalı bir din kardeşimdir. Onu bu yüzden seviyor, din kardeşimdir diye ziyaretine gidiyorum, başkaca bir dünyevi maksadım yoktur, dedi. Bunun üzerine melek ona şöyle dedi:

– “Sen o kardeşini nasıl seviyorsan Allah da seni öyle seviyor. Bunu böyle bil. Ben sana bu müjdeyi vermek için Allah Teâlâ’nın gönderdiği meleğim. Haydi ziyaretin mübarek olsun, sevinerek mutlulukla git kardeş ziyaretine, dedi.” (Müslim)

Evet, Rabb’imiz din kardeşlerinin birbirlerini ziyarete gitmelerini dahi böylesine sevimli bir davranış olarak görmüş ki bir melek göndererek bu kardeş ziyaretinin tüm inanmış insanlara örnek olarak duyurulmasını istemiştir.

Kıssadan Hisse İbretlik bir hadise

Bir kimse devamlı olarak; «Yâ Rabbi! Lûtf u kereminle âfiyet ihsan buyur, bizleri âfiyetten ayırma!» der dururdu. Onun bu sözlerini işiten birisi merakla:

“-Yapmakta olduğun bu duânın mânâsı nedir? Niçin bu kadar sık tekrar ediyorsun?” diye sordu. O da, soruyu yönelten şahsın merakını gidermek için başından geçenleri şöyle hülâsa etti:

“-Ben, sırtında semer ile insanların yüklerini taşıyan ve böylece geçimini temin eden bir hamal idim. Bir defasında çok ağır bir un çuvalını yüklenmiş, uzun bir müddet taşımış ve fazlaca yorulmuştum. İstirahat etmek için bir ara çuvalı yere koydum. Bu arada da içimden:

«-Yâ Rab! Böylesine yorulmaktansa bana her gün iki somun versen, onunla iktifâ ederdim!..» deyiverdim.

Tam bu esnâda, birbiriyle hangi husustan dolayı çekiştiklerini bilmediğim iki adam gördüm. Aralarını bulayım diye yanlarına vardığımda, biri diğerine vurmak istediği şeyi yanlışlıkla benim başıma vurdu. O anda yüzüm kanlar içinde kaldı. Bu sırada mahalle karakolundan gelip bu iki kişiyi yakaladılar. Yüzümü-gözümü kana bulanmış bir vaziyette görünce, kavgacılardan zannederek beni de yaka paça tutuklayıp hapse attılar. Bir müddet, karanlık, soğuk ve rutûbet kokusuyla dolu bir yerde hapis yattım. Lâkin her gün bana yiyecek olarak iki somun veriliyordu. Bir gece, rüyada birisinin bana şöyle dediğini işittim:

«-Yorulmadan her gün iki ekmek istemiş, fakat âfiyet istemeyi unutmuştun!... İşte, istediğin verildi.» Bu sırada uykudan uyandım ve yapmış olduğum hatadan dolayı Cenâb-ı Hakk’a ilticâ ederek:

«-Affet Rabbim!.. Sen’in sonsuz rahmet ve merhametine sığınıyorum. Artık ben sadece âfiyet isterim, âfiyet!» demeye başladım. Derken hapishanenin kapısının açıldığını ve:

«-Hamal Ömer nerede?» diye bağırıldığını işittim. Biraz sonra da beni dışarı çıkardılar ve salıverdiler. O gün bugündür, ben de bu duâyı tekrarlamaktayım.”

İBRET

İnsanoğlunun ihtirası

Bir Allah dostu, ibret nazarıyla seyrettiği bir manzaradan hareketle insanoğlunun ihtirasını şöyle ifade buyurur:

“Bir gün bir ağacın altında oturmuş dinleniyordum. Bir karınca dikkatimi çekti. Kendinden hayli büyük bir ekmek kırıntısını yüklenmiş, sürükleye sürükleye götürüyordu. Bazen bir su birikintisiyle karşılaşıyor ve etrafından dolaşıyor, bazen de otlara takılan ekmeğin ucunu kurtarmak için didinip duruyordu. Ama ne ekmek parçasını bırakıyor, ne de rahatça taşıyabilmek için ekmeği ufaltıp küçültmeye razı oluyordu. Bu şekilde o sıcak günde, bu ekmek parçasını uzun bir mesafe taşıdı. Nihayet yuvasına geldi. Lâkin yuvasına giden koridor küçük, taşıdığı lokma ise büyüktü. Bin bir zahmetle yuvanın ağzına kadar getirdiği ekmek parçasını bir türlü içeriye sokamıyordu. Ekmeğin etrafında dolaşıyor, parçayı döndürüyor, öbür tarafından çekiyor, ama bir türlü lokmacık yuvaya girmiyordu.

Bu manzara, beni, kendi hâlimi düşünmeye sevk etti. Bir ömür boyunca istif edip biriktirdiğimiz dünyalıkları, nasıl kabir kapısından sokmaya çalıştığımız aklıma geldi. Umma ki, küsmeyesin

DİKKAT DİKKAT

• Ümidini katık olarak yanından hiç eksik etme ki hayattan lezzet alabilesin.

• “Umma ki, küsmeyesin.”

Kullandığın kelimelere dikkat et, çünkü onlar senin yaşama biçimini belirleyecektir. Her istediğini (ölçüp biçmeden) söylersen, istemediğin cevapları işitirsin.

• Ağzını açtığında gönlünü de aç. İşte o zaman gerçekten söylemiş olursun. Fakat, ağzını açıp, gönlünü kapatırsan, sadece seslenmiş olursun.

• “İstenmeden veren” cömertlerden ve “intikam almaya gücü yettiği halde” bağışlayanlardan ol ki, öldükten sonra adın dillerde dolaşan ölümsüzlerden olasın.

• İntikam peşinde koşma ki, iki kabir birden kazmak zorunda kalmayasın, biri kendin, diğeri de intikam almayı düşündüğün şahıs için…

• Hayatı olduğu gibi kabul et. Ancak kabul edilebilir bir hale gelmesi için de çaba göster.

• Unutma! İyi yaşamak değil, yaşamayı iyi bilmek gerçek mutluluğu kazandırır.

• Hayır, bulmak istiyorsan, işleri hayra yor.

• İsteklerine gem vurma iradesi göstererek hürriyetine sahip çık. Çünkü, daha çok alma, daha çok sahip olma, daha iyi bir mevkiye yükselme vs. hep bir fasit dairedir. Yarıçapı ne kadar büyürse büyüsün, daire şeklinde bir sarmal olup, kurtulunması zor bir bağımlılık halini alacaktır. Fasit dairenin bu bağımlılığına bir kez kendini kaptırdığın an, bir önce aldığın miktar ve doz seni tatmin etmeyecektir. Daha fazlasını, daha fazlasını almak hep hedef olacaktır. Ömür, hep o sarmalın içinde koşuşturma ile geçerken bir de bakmışsın ki elinde kalan tek servet bir kefen bezi…

 

 Allah için din kardeşini ziyaret

Müslüman’ın Müslüman kardeşini ziyaret edip kardeşlik duygusunu kuvvetlendirmesi dahi Allah yanında çok değerli bir amel olarak kabul edilmiştir. Buhari’de bu kardeş ziyareti olayı şöyle nakledilmiştir:

- Bir Müslüman başka bir yerdeki Müslüman kardeşini ziyâret etmek için yola çıkmıştı. Allah Teâlâ, ziyaretçinin yolu üzerine (insan görüntüsünde) bir melek gönderdi. Kardeşini ziyarete giden adama melek sordu: Nereye gidiyorsun böyle?  

– Şurada bir din kardeşim var, onu ziyarete gidiyorum, cevâbını alınca da:

– O kardeşinden bir alıp vereceğin mi var ki onun ayağına gidiyorsun dedi? Adam da:

– Hayır, bir alıp vereceğim yoktur. Sadece o dürüst, vefalı bir din kardeşimdir. Onu bu yüzden seviyor, din kardeşimdir diye ziyaretine gidiyorum, başkaca bir dünyevi maksadım yoktur, dedi. Bunun üzerine melek ona şöyle dedi:

– “Sen o kardeşini nasıl seviyorsan Allah da seni öyle seviyor. Bunu böyle bil. Ben sana bu müjdeyi vermek için Allah Teâlâ’nın gönderdiği meleğim. Haydi ziyaretin mübarek olsun, sevinerek mutlulukla git kardeş ziyaretine, dedi.” (Müslim)

Evet, Rabb’imiz din kardeşlerinin birbirlerini ziyarete gitmelerini dahi böylesine sevimli bir davranış olarak görmüş ki bir melek göndererek bu kardeş ziyaretinin tüm inanmış insanlara örnek olarak duyurulmasını istemiştir.

Kıssadan Hisse

İbretlik bir hadise

Bir kimse devamlı olarak; «Yâ Rabbi! Lûtf u kereminle âfiyet ihsan buyur, bizleri âfiyetten ayırma!» der dururdu. Onun bu sözlerini işiten birisi merakla:

“-Yapmakta olduğun bu duânın mânâsı nedir? Niçin bu kadar sık tekrar ediyorsun?” diye sordu. O da, soruyu yönelten şahsın merakını gidermek için başından geçenleri şöyle hülâsa etti:

“-Ben, sırtında semer ile insanların yüklerini taşıyan ve böylece geçimini temin eden bir hamal idim. Bir defasında çok ağır bir un çuvalını yüklenmiş, uzun bir müddet taşımış ve fazlaca yorulmuştum. İstirahat etmek için bir ara çuvalı yere koydum. Bu arada da içimden:

«-Yâ Rab! Böylesine yorulmaktansa bana her gün iki somun versen, onunla iktifâ ederdim!..» deyiverdim.

Tam bu esnâda, birbiriyle hangi husustan dolayı çekiştiklerini bilmediğim iki adam gördüm. Aralarını bulayım diye yanlarına vardığımda, biri diğerine vurmak istediği şeyi yanlışlıkla benim başıma vurdu. O anda yüzüm kanlar içinde kaldı. Bu sırada mahalle karakolundan gelip bu iki kişiyi yakaladılar. Yüzümü-gözümü kana bulanmış bir vaziyette görünce, kavgacılardan zannederek beni de yaka paça tutuklayıp hapse attılar. Bir müddet, karanlık, soğuk ve rutûbet kokusuyla dolu bir yerde hapis yattım. Lâkin her gün bana yiyecek olarak iki somun veriliyordu. Bir gece, rüyada birisinin bana şöyle dediğini işittim:

«-Yorulmadan her gün iki ekmek istemiş, fakat âfiyet istemeyi unutmuştun!... İşte, istediğin verildi.» Bu sırada uykudan uyandım ve yapmış olduğum hatadan dolayı Cenâb-ı Hakk’a ilticâ ederek:

«-Affet Rabbim!.. Sen’in sonsuz rahmet ve merhametine sığınıyorum. Artık ben sadece âfiyet isterim, âfiyet!» demeye başladım. Derken hapishanenin kapısının açıldığını ve:

«-Hamal Ömer nerede?» diye bağırıldığını işittim. Biraz sonra da beni dışarı çıkardılar ve salıverdiler. O gün bugündür, ben de bu duâyı tekrarlamaktayım.”

İBRET İnsanoğlunun ihtirası

Bir Allah dostu, ibret nazarıyla seyrettiği bir manzaradan hareketle insanoğlunun ihtirasını şöyle ifade buyurur:

“Bir gün bir ağacın altında oturmuş dinleniyordum. Bir karınca dikkatimi çekti. Kendinden hayli büyük bir ekmek kırıntısını yüklenmiş, sürükleye sürükleye götürüyordu. Bazen bir su birikintisiyle karşılaşıyor ve etrafından dolaşıyor, bazen de otlara takılan ekmeğin ucunu kurtarmak için didinip duruyordu. Ama ne ekmek parçasını bırakıyor, ne de rahatça taşıyabilmek için ekmeği ufaltıp küçültmeye razı oluyordu. Bu şekilde o sıcak günde, bu ekmek parçasını uzun bir mesafe taşıdı. Nihayet yuvasına geldi. Lâkin yuvasına giden koridor küçük, taşıdığı lokma ise büyüktü. Bin bir zahmetle yuvanın ağzına kadar getirdiği ekmek parçasını bir türlü içeriye sokamıyordu. Ekmeğin etrafında dolaşıyor, parçayı döndürüyor, öbür tarafından çekiyor, ama bir türlü lokmacık yuvaya girmiyordu.

Bu manzara, beni, kendi hâlimi düşünmeye sevk etti. Bir ömür boyunca istif edip biriktirdiğimiz dünyalıkları, nasıl kabir kapısından sokmaya çalıştığımız aklıma geldi. Umma ki, küsmeyesin

DİKKAT DİKKAT

• Ümidini katık olarak yanından hiç eksik etme ki hayattan lezzet alabilesin.

• “Umma ki, küsmeyesin.”

Kullandığın kelimelere dikkat et, çünkü onlar senin yaşama biçimini belirleyecektir. Her istediğini (ölçüp biçmeden) söylersen, istemediğin cevapları işitirsin.

• Ağzını açtığında gönlünü de aç. İşte o zaman gerçekten söylemiş olursun. Fakat, ağzını açıp, gönlünü kapatırsan, sadece seslenmiş olursun.

• “İstenmeden veren” cömertlerden ve “intikam almaya gücü yettiği halde” bağışlayanlardan ol ki, öldükten sonra adın dillerde dolaşan ölümsüzlerden olasın.

• İntikam peşinde koşma ki, iki kabir birden kazmak zorunda kalmayasın, biri kendin, diğeri de intikam almayı düşündüğün şahıs için…

• Hayatı olduğu gibi kabul et. Ancak kabul edilebilir bir hale gelmesi için de çaba göster.

• Unutma! İyi yaşamak değil, yaşamayı iyi bilmek gerçek mutluluğu kazandırır.

• Hayır, bulmak istiyorsan, işleri hayra yor.

• İsteklerine gem vurma iradesi göstererek hürriyetine sahip çık. Çünkü, daha çok alma, daha çok sahip olma, daha iyi bir mevkiye yükselme vs. hep bir fasit dairedir. Yarıçapı ne kadar büyürse büyüsün, daire şeklinde bir sarmal olup, kurtulunması zor bir bağımlılık halini alacaktır. Fasit dairenin bu bağımlılığına bir kez kendini kaptırdığın an, bir önce aldığın miktar ve doz seni tatmin etmeyecektir. Daha fazlasını, daha fazlasını almak hep hedef olacaktır. Ömür, hep o sarmalın içinde koşuşturma ile geçerken bir de bakmışsın ki elinde kalan tek servet bir kefen bezi…

“An-dol-sun ki, si-zin için; Al-lah’a ve âhi-ret gü-nü-ne ka-vu-şa-ca-ğı-nı uman ve Al-lah’ı çok zik-re-den (mü-min)’ler için Ra-sû-lul-lâh’ta üs-ve-i ha-se-ne (en mü-kem-mel bir ör-nek) vardır.”

(33 Ahzâb, 21. ÂYET) ALLAH RASULÜ’NDEN

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Bir milletin içinde zina ve fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu alenî olarak işlemeye başladığında, mutlaka içlerinde vebâ hastalığı ve kendilerinden önce gelip-geçmiş milletlerde vuku bulmamış başka hastalıklar yayılır.”

(İbn-i Mâce)

 

GÜNÜN SÖZÜ

‘Öfke gelir, göz kızarır.

Öfke gider yüz kızarır.’

Atasözü

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi