Hüsnü Aktaş

Hüsnü Aktaş

İslamofobia fesadı ve üçüncü dalga teorisi

İslamofobia fesadı ve üçüncü dalga teorisi

Tarih boyunca gayr-i meşrû servet sahibi olan müstekbirler; hem siyasi, hem iktisadi hayatı kontrol altına alabilmek için, bütün imkanlarını seferber etmişlerdir. Kendi aralarındaki mücadele/rekabet, sömürüden daha fazla pay alma ihtirasıyla sınırlıdır. Müstekbirlerin ortak vasıflarından birisi de İslâm düşmanlığını hayatlarının merkezine yerleştirmeleridir.  Bu hakikat muhkem nassla haber verilmiştir:

‘Biz hangi memlekete, gelecek tehlikeleri haber vermek üzere bir Peygamber gönderdikse, mutlaka oranın mütrefleri ve müstekbirleri: "Biz sizin getirdiğiniz şeyleri inkâr ediciyiz" dediler. Ve "Biz hem servet, hem evlâd itibariyle daha güçlüyüz. Azaba uğratılacak da değiliz" dediler" (Sebe Sûresi: 34-35) Müstekbirlerin ‘yönetici elit’ vasfına haiz oldukları bütün ülkelerde, Müslümanların "aşırı dinci, terörist veya psipokat" gibi sıfatlarla anıldıklarını ve hakarete uğradıkları söylemek mümkündür.

Küfrün önderleri ve müşrikler, tarihin her döneminde peygamberleri tahkir için, propaganda imkanlarını kullanmışlardır.  Kureyş Müşrikleri'nin propagandası ile ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de:

"Onlardan evvelkilere de herhangi bir peygamber gönderilince, mutlaka «Sihirbazdır veya delidir» derlerdi. Hepsi de bunu (öncekiler, sonrakilere) tavsiye mi ettiler? Hayır!. Bunlar azgınlar gürûhunun ta kendileridirler" (Zariyat Sûresi: 52-53) hükmü beyan buyurulmuştur. Dikkat edilirse peygamberlerin "sihirbazlıklarla veya delilikle" suçlanmaları; karşılıklı tavsiye veya nesilden nesile geçen vasiyet sonucunda ortaya çıkan bir hadise değildir. Gerçek sebeb,  müşriklerin zalim ve azgın olmalarıdır.

Sebeb noktasındaki benzerlik, aynı sonuçların ortaya çıkmasına vesile olmaktadır. Muhakkak ki yaşanan hadiselerin sebeb, vesile ve sonuç ilişkilerini iyi tahlil edilebilen her müslüman,  tarihten ibret alabilir.

 İSLAMOFOBİ HASTALIĞININ YAYILMASI

Geçtiğimiz son on içerisinde AB ülkelerinde yaşanan ve ‘islâm’ düşmanlığını ön plana çıkaran hadiseleri, kısaca hatırlamakta fayda vardır. Hollanda'da, Wilders'in hazırladığı "Fitne" filmi, hiçbir te’vile yer bırakmıyacak ölçüde Kur'an-ı Kerim’e ve Hz. Peygamber'e (sav) hakareti ön plâna çıkarmıştır. Hakkında açılan davayı Amsterdam mahkemesi, ‘düşünce özgürlüğü’ gerekçesini öne sürerek, müfterinin beraatine karar verdiği malumdur. Bu beraat kararından sonra Wilders'in kurduğu siyasi parti; hassas siyasi dengeler sebebiyle, Hollanda’nın iç ve dış politikasını etkilemeye başlamıştır. Hayvanların helal kesiminin ve erkek çocukların sünnet edilmesinin yasaklanması gibi meseleleri parlamentoya taşıması, değişik tartışmaları beraberinde getirmiştir.

Fransa'da ‘İslâmi tesettürü’ mahkûm etmek için, yoğun bir propaganda faaliyeti ön plâna çıkarıldığını gizlemek mümkün değildir. Hatta hava alanlarında, güvenlik gerekçesiyle uçağa binmeden önce kadınların başörtülerini açmaları gibi, şaçma-sapan bir tedbir ön plâna çıkarılmıştır. Almanya'da Köln eyalet mahkemesi ‘Müslümanların çocuklarını sünnet ettirmeleri’, kesici bir aletle yaralama suçu saymış ve yasaklamıştır… Ancak Avrupa Hahamlar Konferansı Başkanı’nın ‘Musevilikte sünnetin farz olduğunu’ ve  ‘Köln Mahkemesi’nin verdiği bu kararın din hürriyeti ile bağdaştırılamayacağını’ ifade etmesi, yasağın kaldırılmasına vesile olmuştur.   Danimarka'da bir gazete Hz. Peygamber’i (sav) ‘Terörist’ gibi gösteren karikatürler yayınlamıştır. Danimarka Başbakanı bu karikatürleri "düşünce özgürlüğü" kapsamında değerlendirmiş ve yapılan şikâyetleri dikkate almamıştır. Eski ABD Başkanı George W. Bush’un, 11 Eylül hadiselerinden hemen sonra ilân ettiği ‘Haçlı Savaşı’na’ katılmayı tercih eden fanatik Hıristiyanların bu kabil ölçüsüzlüklerini normal karşılamak mümkündür.

Fakat AB Ülkeleri’nin ‘din ve inanç hürriyetini ihlal eden tavırlarını anlamak kolay değildir.

Müslümanların kahir ekseriyetinin İslamofobia’yı  (İslâm korkusunu) gerçek bir tehditten ziyade sanal bir algı, daha doğrusu politikacıların, kitleleri yönetmek için ‘düşman bulma ihtiyacından’ kaynaklanan  bir vehim olarak değerlendirdikleri malûmdur. SSCB’nin dağılmasından sonra Illuminati Çetesi’nin emellerine hizmet eden politikacılar,  Batı medeniyetinin alternatifi olarak gördükleri İslam'ı hedef göstermeye başlamışlardır. O zamanki ABD Başkanı George Bush ile İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher'ın bu konudaki beyanları, o dönemde yaşayanların hafızalarından silinmemiştir. Hevâlarını ilâh edinen, akıllarını şeytani ihtiraslarıyla sınırlandıran ve derin dünya devletini kurmaya hazırlanan İlluminati Çetesi’nin liderleri; soğuk savaş döneminden sonra, İslâmi değerleri mahkûm eden siyasi projeleri ön plâna çıkarmışlardır.

DÜNYANIN GELECEĞİ VE ÜÇÜNCÜ DALGA TEORİSİ

Amerika’da yönetimi ele geçiren Siyonist Musevi Lobi’si (Amerikan-İsrail Kamû İşleri Komitesi) ile İlluminati çetesi’nin ittifakı, yeni bir dünya savaşını ön plâna çıkarmıştır. Bu savaşın fikri ve siyasi hedeflerini ortaya koyan düşünce kuruluşunun adı ‘Dünyanın Geleceği Derneği’dir.  ABD Temsilciler Meclisi’nin yıllarca sözcülüğünü yapan Newt Gingrich, il­luminati'nin hedeflerine bu derneğin üyesi­dir.

Alvin ve Heidi Toffler imzasıyla yayınlanan "Yeni Bir Medeniyet Yaratmak" isimli kitaba yazdığı ön­sözde Newt Gingrich, üçüncü dalga teorisini savunmaktadır. Allah’a inanmanın, milli­yetçiliğin ve vatanseverli­ğin; siyasi soykırımlara ve gereksiz psikolojik baskılara  sebep olduğunu ileri süren kitapta yer alan tezlerden bazılarını, kısaca ifade edelim. 

l  Üçüncü dalga, ekonomi­leri geliştirerek iş yaşamı­nın ve paranın küreselleş­mesini sağlayacak, milliyetçilerin bunca zamandır yücelttiği "milli egemenliğin" anlam­sızlığını ortaya koyacak olan bir projedir. (Sh: 33)

l Üçüncü Dalga; kültürle­ri, insanlığın üzerinde ittifak ettiği yeni değerleri ve ahlak anla­yışlarını birleştirecektir. Bundan böyle dini inançların siyaseti ve iktisadi teşebbüsleri etkilemeleri sözkonusu olmayacaktır." (Sh:84)  Üçüncü dalga ile yeniden şekillenecek olan küresel ekonomik sistem, bütün ülke liderlerini, ege­menlik haklarının bir bölümün­den feragat etmelerini zaruri kılacaktır.  Global hukuka göre, eğemenlik hakları yeniden tesbit edilecektir.’

Alvin ve Heidi Toffler; "Yeni Bir Medeniyet Yarat­mak" isimli eserde; Tanrıya inanmanın, herhangi bir peygamberi rehber edinmenin, milli­yetçi duygulara kıpılmanın ve vatanseverli­ğin, siyasi anlamda vahşileşmeye ve mantıksız baskıların ortaya çıkmasına sebep olduğunu ifade etmektedir. (Sh:374 vd)

Eserin hemen girişinde;  Üçüncü Dalga Teorisini,  İilluminati Çetesi’nin önde gelen isimlerinden Al Gore ile ABD Temsilciler Meclisi eski Sözcüsü Newt Gingrich'in benimsediği ifade edilmektedir.  (Sh:9)  Amerika'nın siyasi önce­liklerini tesbit eden ve ka­rara bağlayan Cumhuriyet­çiler ile

Demokratların "Üçüncü Dalga Teorisi"ni benimsemelerinin bir değil birden fazla sebebi vardır. İslâm topraklarında işlenen cinayetleri; sadece ABD’yi kontrolü altına alan Illuminati Çetesi’nin ihtiraslarıyla açıklamak, elbette doğru değildir. Modernizme iman eden, adaleti hafife alan ve İslâm Fıkhı’nı tahkir eden devlet adamları (tağuti güçler) bütün müslümanlara ihanet etmişlerdir.  İhlâsla Allah’a (cc) teslim olan insanların, hevâlarını ilâh edinen müstekbirlerin emellerine hizmet etmeleri caiz değildir.
(Misak Dergisi-263)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüsnü Aktaş Arşivi