Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Çevre, Şehir ve şehir emini

Çevre, Şehir ve şehir emini

Çevreye duyarlı şehirler inşa etmek kabil mi?

Günümüzde Le Corbusier’in hayal ettiği hijyenik modern irileşebilen kentleri, yahut Howard’ın yeşil kuşak üretebilen iyimser kentleşmeci anlayışı ihya edilebilir şehir imkânını bize veriyor mu? 

Hem çevreyi koruyarak hem de irileşerek var olmak mümkün mü?

Bugün artık görüyoruz ki bazı başkentler bile sıfırdan inşa edilebiliyor. İşte Kazakistan’ın yeni başkenti Astana… Tamamen başkent olmaya planlanmış yepyeni imar planıyla, düzgün caddeleri, meydanları, parkları ve devlet binalarıyla maket gibi kent. Gürcistan da böylesi sıfırdan inşa edilmekte olan bir kent tasavvurunu hayata geçiriyor.  

Tarih Boyunca Kent kitabında Lewis Mumford kültürel, çevresel, sosyolojik ve iktisadi her boyutuyla kent kuramlarını masaya yatırmış, dünyadaki bütün kentleri ve gelişimlerini incelemiş ama İslami şehir anlayışını, şehir mimarisini, Osmanlı kentlerini hiç ele almamış. 

Campenalla’nın Güneş Ülkesi kitabında anlattığı gibi bir kent anlayışı kadim çağlardan beri mabedler etrafında ticaret ve eğitim ve sonra konutlar biçiminde dairesel bir yerleşimi model aldığımız bir şey midir?

Türk İslam şehir mimarisi nasıl bir temel anlayışın izlerini taşır?

Şehir nedir, nasıl meydana çıkar, nasıl gelişir, neyi ifade eder, neleri taşır? 

Bir şehir sadece köyden daha irice olarak insan kalabalıklarını bünyesinde barındıran binalar yığını mıdır? Bir şehir sadece bugünkü yüzüyle bir şehir midir? Bazıları yüzlerce, bazıları binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan şehirlerin tarihsel kimliklerinin geleceğe dair ipotekleri, sınırlılıkları ve açılımları yok mudur? 

Şehirler, bünyesinde barındırdıkları veya idaresine getirdikleri tarafından ihanete nasıl uğrar? Uğrar mı?

Şehrin kimliğini, dokusunu, hususiyetini nasıl muhafaza edebiliriz, şehri geliştirme derken bundan ne anlamalıyız?

Şehrin hafızası var mıdır? Yapacağımız yanlışlardan dolayı bu hafıza bizi ikaz edebilir ve bize engel olabilir mi? Şehrin hafızası olan nedir? Şehrin tarihi mi? Şehrin güngörmüş yaşlıları mı? Şehrin sokakları, caddeleri, eski yapıları; mabetleri, çarşıları, kaleleri, limanları, hanları, hamamları, köprüleri, kuleleri, bacaları, anıt ağaçları mı?...

Bir yol açmağa kalktığınızda orada boynu bükük duran bir mezar taşı, bir cumbalı taş yahut ahşap ev, köhne bir cami, bir kale duvarı, bir eski Pazar kalıntısı size bir şey anlatmıyorsa; “ehemmi mühime tercih” noktasında bir tefrik etme hazinesine sahip değilseniz, idrakiniz dumura uğramışsa şehrin hafızası size ne anlatırsa anlatsın boşuna…

Bin yıllık şehirlerimizi hep bu şekilde traji-komik bir modernleşme tutkusuyla mahvetmedik mi? Asfalt düşkünlüğümüz, beton düşkünlüğümüz, sınır tanımaz hırslarımız yüzünden bir daha asla geri getiremeyeceğimiz değerleri yok etmedik mi?

Üstelik de bu iğrenç yok edeciliği modernlik, halkçılık, gelişmecilik, kalkınmacılık diye savunmadık mı? Şehirlerimizin kimliğini bozanlar karşısında sözde tarihselliğimiz ve yeni dava adamlığımızla alternatif olmaya hamlettiğimizde de yine tarihî olana ve bizatihi temsil ettiğimizi iddia ettiğimize daha iğrenç bir ihanetle saldırmadık mı?

İslâm şehir mimarisini bizzat İslamcı belediye başkanları eliyle bozmadık mı? 

Şehre karşı işlenmiş suçlar

Bütün dünyada gelişen nüfus karşısında şehir yönetimleri şehir mimarisini, şehir estetiğini, şehir kimliğini muhafaza ederek büyüme sancıları çekmektedir. 

Elbette şehir büyüme gayretindedir. İster istemez şehir yeni insan, yeni aile, yeni meslek, yeni eşya ve böylece yeni dünyalar kazanma, ihata etme isteğindedir. 

Elbette kırsal kesimdeki nüfus oranımız azalmalı, tarımdan diğer sektörlere işgücü transferi gerçekleştirilmelidir. Elbette bütün şehirlerimiz büyümeli, gelişmelidir. 

İstihdam imkânları artırılmalı, yeni iş alanları meydana getirilmelidir. Sanayimiz ve hizmetler sektörümüz geliştirilmeli, tarımdaki fazla nüfusu emecek potansiyele eriştirilmelidir. 

Açlığın, yetersiz beslenmenin, fakirliğin, işsizliğin temel sorunları oluşturduğu bir ülkede şüphesiz şehirleri salt önceki yüzüyle muhafazaya kalkışmak abesle iştigal olacaktır.

Fakaaaatt!...

Yanlış ve çarpık sanayileşme ile yanlış ve çarpık kentleşme sonucunda hem şehir gereğinden fazla irileşecek ve hem de telafisi mümkün olmayan bir bozulmayla eski değerinden de kaybedecektir. 

Büyüme ve gelişme; sanayileşme ve kentleşme ilmî verilerle ve metotlarla, uygun ve doğru stratejiler ve programlarla gerçekleştirilmelidir. 

Sanayileşme ve kentleşme şehirlerin ortasına fabrika, dev alış veriş merkezleri, sanayi siteleri, üniversiteler, hastaneler, devlet binaları yapmak değildir. 

Düşkün ve sefil bir halk için bu anlamdaki yapıcılık en mübarek işler arasındadır ve böylesi bir yapılaşmayı her ne pahasına olursa olsun ihtiyaç sahipleri destekleyecektir. Onun için ölmüş ataları ve onların yaşadıkları şehirler bir şey ifade etmeyecektir. Kimliğinden habersiz yığınlar için başını sokacak bir ev, bir iş veya sadaka babından yardım fonları ile kömür, yiyecek giyecek desteği elbette önemlidir. Bu yığınlar geniş asfalt yollara da itiraz etmezler, imar planlarının sürekli bozulup şehrin ortasına konulu verilen sakat ve çirkin binalara da… 

Oysa sanayileşme ve kentleşme bir bilimdir, disiplindir.

Fabrika kuruluş yeri seçimi de başlı başına bir bilimdir. Hammaddeye uzaklık, işgücüne uzaklık, pazara uzaklık, su kaynağına uzaklık, zemin ve toprak etüdü, çevre etki değerlendirmesi gibi bir yığın faktör analizi yapılmalıdır. 

Keza hastane ve üniversite yapımı da yine şehirleşme, eğitim ve sağlık politikalarının entegre bir gelişme planına dayalı yürütülmesiyle içli dışlıdır. 

Bütün gelişmiş ülkelerde bazı şehirler özellikle başkentler artan nüfus baskısı sonucunda bundan elli yıl önce yeni bir politika yürütülmesinin gereğine inanmış ve bunu gerçekleştirmişlerdi.

Londra, savaştan (2. Dünya Savaşı) sonra güvenlik gerekçesiyle yığınların hücumuna maruz kalınca İngiltere hükümeti hemen mahalli idareler bakanlığı teşkil etti ve önce üç sonra yirmi dört adet “çevre kent” meydana getirdi. Eski üniversite kentleri, yeni açılan üniversiteler hep bu politika etrafında kullanıldı. Bu çevre kentlerde Londra’da ne varsa vardı. İnsanlar bütün ihtiyaçlarını bu kentlerde giderebiliyorlardı. Londra’ya sadece belki hafta sonlarında genellikle de toplu taşıtları kullanarak gezmeye gidiyorlardı.

İtalyanlar bile bunu öğrendi. Eski Roma’ya artık kimse dokunamıyor. Bir çivi çakamıyor. 

ABD’nin başkenti Washington’un nüfusu yirmi yıl önce dört yüz bindi. Bugün kaç dersiniz? Bugün de dört yüz bin. Dört yüz bir bin değil…

Bütün dünyayı işgal eden Bush Beyaz Saray’ın bahçesine bir kulübe yapamaz.

Bizde ise öyle mi? Bir belediye başkanı istediği yere istediği biçimde yeni imar çizdirebilir. İstediği alış veriş merkezini istediği yere kondurabilir. İstediği kadar kat müsaadesi verebilir. İstediği yolu genişletebilir. İstediği dokuyu bozabilir. İstediği yere toplu konut yaptırabilir. İstediği yere sanayi sitesi açtırabilir. 

Geçenlerde Cenevre’de bir toplantıya katıldım. Bu vesile ile Cenevre’yi gezdim. Yazık oraya bizim başkanlar uğramamışlar. Bu yüzden de Ankara’nın birkaç misli ekonomisi olan, dünya saat ticaretinin, finans sisteminin merkezi olan, Avrupa ve dünya politikalarında uluslar arası kuruluşların yönetiminde söz sahibi olan bu kent ne yazık ki(!) Ankara kadar gelişmemişti. Ankara’daki yolların, alış veriş merkezlerinin hiçbirisi orada yoktu. 

Dünyanın bu önemli merkezinde otellerin, saatçilerin ve çok önemli kuruluşların bulunduğu göl kenarındaki yol sadece iki arabalık yoldu ve fakat gölle yol arasında elli metre genişliğinde yeşil alan vardı. İnsanlar bu alanda yürüyüş yapıyorlardı. Yazık, hiçbir İsviçrelinin aklına yolu genişletmek gelmiyordu. Bu büyük finans ve yönetim merkezi bir türlü gelişemiyordu!...

Biz ise Ankara’nın nüfusunu altı milyonların üstüne çıkarmakla övünüyorduk. Biz ise şehrin ortasına şu kadar sanayi sitesi kurmakla, şu kadar toplu konut yapmakla, şu kadar üniversite açmakla övünüyorduk. Arabalarımız durmuyor ve şehrin içindeki bulvarda bile 90 kilometre hız yapabiliyorduk. Bir yıl içinde yeni genişletilen yolda yüz kişi mi ölmüş. Olsun. Ölen ölür kalan sağlar bizimdir. Arabalarımızın modelleri değişmişken, öyle zart zurt araba niye duracakmış?...  Sonra o gecekondular, ne güzel yıkıldı da yerlerine apartmanlar yapıldı. 

Eskiden Ankara’da gecekondular vardı. Yemyeşil ağaçların arasında kulübeler. Yeşilden binalar neredeyse gözükmüyordu. Hepimiz gecekondu düşmanı yetiştirildik ya… Ne yaptık. Hepsini yıktık. Artık yeşil de yok toprak da… toprak yoksa su da yok… yağan yağmurlar toprakla buluşamıyor artık, yer altı suyunu besleyemiyor. Yerin altından da su çekildi, yerin üstünden de…

Su artık sel felaketi olarak mahallemize… yatak odalarımızda suyu görünce televizyon ekranlarından bağırıyoruz “nerde bu devlet”… yatak odalarımıza su nasıl girdi? Bilmiyor muyuz?

Kitapçı

Le Corbusier Şark Seyahati İstanbul 1911, çev. Alp Tümertekin, İş Bankası yayınları, İstanbul 2009

Yazar kendi el çizimleriyle de Osmanlı şehir hayatı ile ilgili önemli tespitlerde bulunuyor. Geçen asırdan bu yana şehirlerimizi bizzat kendi ellerimizle nasıl bozduğumuzu anlamak için Corbusier’in tespit ve eleştirilerini okumak lazım. “Yeniden yavaş yavaş Haliç kıyısına iniyoruz. Mor ve altın renkleri için son derece yüce görünen devasa camilere bakıyoruz köprüden.” Evre ve şehircilik açısından mutlaka okunması gereken bir kitap ve bizi yazıyor. Felaketimizi de oradan çıkarabiliyoruz. Şehrimizi ne hale getirmişiz? 

Dağarcık

“Kör bir şoförün sürdüğü otobüste bulunmak mı, bediî idrakten mahrum belediye reisinin yönettiği şehirde yaşamak mı daha tehlikeli derseniz; ikincisi daha tehlikelidir derim.”      Necip Fazıl Kısakürek

Rubai

TOPRAĞI VE SUYU KİRLETENLERİN 

DÜŞTÜĞÜ CEHENNEM KUYUSU DERİN

EY ŞEHRE VE ÇEVREYE ABANANLAR

MASUMLARIN KALBİNİ GERİ VERİN

Günün Tweet'i

Çaşıtlar düşmanlar dilime düşman

Allah katındaki ilime düşman

Dilimi töremi tarumar edip

Peşinden girecek 

ilime düşman

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi