Recep Garip

Recep Garip

Düşünce-I

Düşünce-I

Hayal; zihinde tasarlanan, canlandırılan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, imge, hülya anlamlarına geliyor. İmge ise, zihinde tasarlan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, hayal, hülya. Birbirini tamamlayan, ayrılmayan iki kardeş gibi hayal ile imge kelimeleri.

Üzerimizden sanki koca bir tren geçti, ezildik kaldık bir yerlerde. Öylece geçip gitti giden mevsimler, bizse hala toparlanamadık. Binlerce yıllık yollardan gelmiştik. Binlerce yılı omuzlarında taşıyan çınarların gölgesinden gelmiştik. Binlerce yılın gözleri vardı gözlerimizde. Yaşanılan her anın, bir kaderi barındırdığını biliriz. Olan olaylara karşı durup düşünerek bir tefekkür faslı açışımızın, gözden geçirişimizin, derler çıkarışımızın anlamı büyük.

Bir ezan yurduydu yurdumuz, okundukça gök titrerdi lakin biz etkilenmedik, değişen bir şey yoktu yüreklerimizde. Kulaklarımıza, gönüllerimize perdeler mi inmişti? Volkan kaynaklarında, şelalelerde, ummanlarda yıkanmak, arınmak mı icap ediyordu? Yeniden, yeniden iman etmek mi gerekiyordu? Nisa suresinin 136. ayetinde; “Ey İman Edenler! Allah’a Ve Resulüne (Yeniden) İman Edin, Allah’tan Korkun ...!” uyarısı bizlere değil miydi? 

Korktuk insanlardan, insanların verdiklerinden, verip de aldıklarından. Örneğin, makamdı ululadık, paraydı talana uğradık, insandı insanın külüne bulandık. Daha bir sürü şeyler vardı sayamadığımız onlar boşalttı içimizi. Çarşılardı, pazarlardı, evlerdi, arabalardı, çocuklardı, kadınlardı, erkeklerdi, şiirlerdi, hikâyelerdi, sözlerdi, yalanlardı, talanlardı, riyakârlıklardı, dostluklardı, sırdaşlıklardı. “Bir kişiye tam dokuz/dokuz kişiye bir pul”du hayatımız. Eridik, ufaldık, ufalandık öylece kala kaldık. Yeniden dönmemiz gerekliydi özümüze, içimize. Öze dönüş olmadan kurtuluşu beklemek bir hayaldi. Kur’an’sız ve sünnetsiz bir kurtuluş mümkün değildir. İslam olmak, mümin olmak mümince davranmayı, eylemlerde bulunmayı gerektiriyor. Ahirete iman eden insanların riyasız, gurursuz kibirsiz bir hal ile tevazu içerisinde birbirine şefkatle bakması gerekiyor. Çıkarsız bir yürüyüş ulaştırır insanı Allah’a. Çıkarsız, beklentisiz bir bakış, bir söz, bir hizmet, bir destek, bir yardım hedefe ulaşır. İsra 37. ayeti kerimede şöyle uyarılıyoruz; “Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.” Elmalılı Hamdi Yazır’ı rahmetle anıyorum.

Para, dünya çekti içimizi, çöktü içimize kara siyasa. Bitlendik, pirelendik, kirlendikçe kurtuluşu briyantinlerde, fısfıslarda aradık. Oysa içimiz yangınlara düşmüştü, içimize iman ve ilim gerekliydi. Allah ve Kur’an gerekliydi, Peygamber ve sünneti gerekliydi. Bir diriliş levhasına, nefesine, muştusuna ihtiyacımız vardı. Bir er kişiye, bir ermişe, dervişe, irfan sahibine ihtiyacımız vardı. Öyle olmalıydık. Olmak için bir gayretimiz olmalıydı. 

İnsanın kendi dışındaki dünyayla kurduğu temas, akla hükmeden, gönle sirayet eden, olumlu ya da olumsuz aklın kararını etkileyen olayların tümüne düşünce diyebiliriz. Fikir, mütalaa, mülahaza, idea gibi anlamlar da yüklenebilir. Zihin dediğimiz melekenin beynin içine sızarak geçirdiği evrelere ve bizde çıkan sonuca da düşünce diyoruz.

Birkaç gün önce bir düş gördüm ve uyandım “muvazene” kelimesini tekrar edip duruyordum. Unutmamak için de yazdım. Muvazene neydi, ne kast edilmişti diye o günden bu yana sormadan edemedim. Bu yazıda da bu gün böylece muvazene yerini almış oluyor. Hala düşünüyorum kast edilen gerçekte neydi? Muvazene, denge, dengeleme, iki şeyin eşit olması, uygunluk, denklik, eşyayı, ağırlık merkezinde tutmak, mukayese gibi anlamlar yüklemek de mümkündür. Üstat Necip Fazıl şöyle ifade ediyor; “Ruh muvazenesi yalpalamaya başlayınca nesil ahengi kaybolmaya yüz tutar ve şimdiki manzara doğar.” Aşırı uçlardan, tarz ve tavırlardan kaçmak, kurtulmak, mutedil olmak anlamlarını da sanırım yükleyebiliriz. Muvazene sahibi olmalıyım. Mutedil, orta yolun sahibi olunmalıdır. Aşırılıklardan, aşırı tavırlardan, aşırı taleplerden aşırı gülüp oynamalardan vaz geçerek hayatı disipline etmek icap ediyor. Benlik duygusunun ıslah edilmesi gerekiyor.

Her bir ferdin fert fert kendisini düzeltmesi, tövbe etmesi gerçekleşmedikçe, topluluklar hayrı, iyiliği, rahmeti talep etmedikçe gidişatta değişiklik beklemek hayal olur. Kaybetmek, kimi zaman kişinin, toplumun kendisini gözden geçirmesini sağlar ki bu da rahmettir. Her yeni gün için, her yeni zaman için ve her yeni gayret için besmele çekerek ruhi ve kalbi arınmalardan geçerek, ihlâsla, ibadetlere devam ederek yeniden toparlanılabilir, hedefe koşulabilir. 

Bir mevsimdi içinde durduğumuz. Her mevsimden bir iz vardı hallerimizde. Yetmiyordu hiçbir mevsim, hiçbir an ve zaman. Zaman neydi diyemeden ezildik bir kuytu köşede. Zamanın ufaladığıydık. Ufalandıkça ufaldık, minicik kaldı gövdemiz. Bu gövde ile efelendik her bir insana. İnsan insandı lakin biz neydik, adımız neyin nesiydi? Kırdık, yolduk, hurda haline getirdik bize bırakılan emanetleri. Oysa emanete ihanet yoktu inandıklarımızda. Oysa sahip olduklarımızı zannettiklerimizin hepsi yaratıcımıza aitti. O vermişti, kıymetini eğer bilmez isek bir gün elimizden alabilirdi. Vaktin sahibi, mülkün sahibi, her şeyin sahibine olan ünsiyetimiz daha kavi olmalıydı. Onun rızasını incitecek hususlardan, tavırlardan, davranışlardan, hallerden giyim ve kuşamlardan kurtulmamız icap ederdi.

Son yıllarda değişimin boyutları giderek akıllara ziyan verecek durumdadır. Kılık ve kıyafetlerimiz bir İslam ümmeti bireyine yakışır şekilde olması gerekir. Toplumumuzun kodlarına uygun olunmalıdır. Batının ve emperyalizmin sundukları parlak ve cilalı tutumlardan, kokan ve kokutan, hisleri ve duyuşları değiştirip dönüştüren tavırlardan, başörtülerini bir İslam giysisi sıfatıyla incitmeden çok yönlü bir saldırının, kültürel emperyalizmin altında olduğumuz göz ardı edilmemelidir. Başörtülerin başta üçgensi bir havayla üçlemeyi çağrıştırdığını bunun da bir planlamayla bu hale getirildiğini hatırlatmakta yarar görüyorum. Aynı zamanda kocaman gözlüklerle başörtülerinin üstünde başka bir âlemi çağrıştıran tavırlardan da bir an evvel vaz geçilmelidir. Müslüman topluluklara dahası kadın ve erkeklere, genç delikanlı ve kızlara yakışan Müslüman olma, Müslüman’ca giyinme ve Müslüman’a uygun tavırlar içinde, davranışlar, üsluplar içinde olmaktan ibarettir. İbadetler bizi böyle olmaya çağırır.

Şimdi bir ala karga karşı tarlada, bir orada bir burada, uçuyor oradan oraya. Sonra bağırıyor, çığırıyor toplanıyor bütün kargalar. Hep bir ağızdan bağırıyorlar. Top yekûn halinde bir ağacın başındalar. Damların saçaklarında bir kısmı, bazıları bir başka çatının üzerinden bağırıyor. Dikkatlice bakıldığında bir gurup kararı, gurup toplantısı ve birlik halinde hiçbir fire vermeden bir mesele üzerindeler. Hayretle bakıyorum bu kargalara. Çok zeki oldukları söylenir ya ondan bakıyorum. Gözlerindeki, yürüyüşlerindeki ve bağırışlarındaki haller bir birliğin bütünlüğüyle hareket halindeler.

Şimdi ben kendime bakıyorum. Sonra kardeşlerime, canım kardeşim dediklerime, dostlarıma, sırdaşlarıma bakıyorum. Söz verişlerime bakıyorum. Sadece bakıyorum da bir karga kadar olamadığıma, olamadığımıza yanıyorum. Sözün sirayet etmediği sadırlara, gözlere, düşlere, hülyalara, rüyalara bakıyorum. İki kere ikinin toplamındaki şüphe, benimle senin arandaki şüpheyle eşdeğerdir.

Şüphecilik aldı götürdü değerlerimizi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Recep Garip Arşivi