Başörtülüleri 'kendi alanlarında görmüyorlar'

Başörtülüleri 'kendi alanlarında görmüyorlar'
Kanal 7 Haber Dairesi Başkanı Nazmiye Yılmaz, bir kısım medyanın başörtülü çalışanlara kota koymasını eleştirerek, “Başörtülünün alnına kendi elleriyle yapıştırdıkları sınıfsal bir etiket var ve o etiket beyazların dünyasında alerjik reaksiyona nede

NAZİF KARAMAN'IN RÖPORTAJI...

Kendi sınıfından görmediği için reddediyor. Tüm bilinçaltı önermeleri, ‘Senin burada yerin yok, yaşa ama mümkün olduğu kadar benden uzakta, çık benim sahamdan’ diyor. Kendi alanının daraldığını, özenle çizdiği sınırların ihlal edildiğini düşünüyor” dedi.

Nazmiye Yılmaz 21 yıldır gazetecilik yapıyor. 1989 yılında Tercüman gazetesinde stajyer olarak mesleğe giren Yılmaz, 16 yıldır Kanal 7’de. Ahmet Hakan Coşkun’dan sonra Kanal 7’de Haber Dairesi’nin başına geçen Yılmaz 6 yıldır bu görevi başarı ile yürütüyor. Ekran önünde pek görmediğimiz Nazmiye Yılmaz ile gazeteciliğe nasıl başladığını, başörtüsünün meslek hayatında kariyerine engel olup olmadığını, medyada başörtülülerin yerini, Kanal 7 Haber’i ve son günlerdeki sivil dikta tartışmalarını konuştuk.

Öncelikle Nazmiye Yılmaz’ı tanıyabilir miyiz?
Zonguldak’ta doğdum. Çocukluğum, ilk gençlik yıllarım Zonguldak’ta geçti. Üniversiteyi kazanınca İstanbul’a geldim. O gün bugündür bir İstanbul aşığı olarak, keyifle bu kentte yaşıyorum. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum. Aman unutmadan söyleyeyim, aslen Rizeliyim yani babam Rizeli... Bizim akrabalar Rize’yi anmadığımda fena kızıyorlar. Ayrıca iyi ki Karadenizliyim. Rizeli olmak hoşuma gidiyor.

Niye?
Karadenizli olmak bana göre hız demek, adrenalin demek, pratik çözüm demek... Ben hızdan ve hareketten hoşlanıyorum. Bu biraz da bizim işimizin ‘olmazsa olmazı’ diye herhalde... Ağır, aksak hiçbir şeyi sevmiyorum.

21 YILDIR MESLEKTEYİM

Mesleğe nerede ve ne zaman başladınız?
Tercüman gazetesinde 1989 yılında başladım. Üniversitedeyken, stajyer olarak...

Meslek hayatınız boyunca hep başörtülü müydünüz?
Tercüman gazetesi, Günaydın gazetesi, İhlas Haber Ajansı, Kanal 7... Sayarsak dört ayrı durak ve 21 yıl... Evet, hep başörtülüydüm.

21 yıl uzun bir zaman. Kaç yılı Kanal 7’de geçti?
16 yıldır Kanal 7’deyim. Bu temmuz ayında Allah kısmet ederse 16 yıl dolacak.

Peki hep Kanal 7 mi olacak? Başka bir iş, pozisyon, kurum hiç düşünmediniz mi ya da düşünmüyor musunuz?
Burada olmaktan memnunun, işimi seviyorum. Ama kader, kısmet... İlanihaye burada olacağım demek mümkün değil, ayrıca bu doğru da olmaz. Her şeyden önce alttan gelenlere haksızlık olur. Öte yandan 21 yıldır bu işi yapıyorum, bir profesyonel olarak çalışabileceğim, uygun olan her zeminde işimi aynı motivasyonla yaparım diye düşünüyorum. Öncelikli olan mesleğim.

ÖNYARGI DENEN PSİKOLOJİK BİR DUVAR VAR

Başörtülü bir gazeteci olmanın avantajını ya da dezavantajını yaşadınız mı?
Maalesef arazide arzu ettiğim kadar kalamadım. En az 10 yıl olmasını çok isterdim ama 6 yıl muhabirlik yaptıktan sonra mutfağa geçtim. Bu nedenle başörtülü olarak arazide büyük dezavantaj yaşadım diyemem. Ama bu başta Kanal 7 olmak üzere çalıştığım kurumlar ve bulunduğum pozisyonlar nedeniyle benim şansımdı sanırım. Genel olarak bakarsak başörtünün bir avantaj olmadığı ortada... Başörtülü bir gazeteci olarak önünüze önce ‘önyargı’ denen bir psikolojik duvar çıkıyor, sonra malum ‘kamusal alan’ kısıtı var. Her ikisini de aşmanız öyle çok kolay değil. Önyargı duvarını aşmanız için mesela önce karşınızdakinin sizi küçük çaplı bir zeka testinden geçirmesine izin vermeniz gerekiyor. O testi geçerseniz şayet karşınızdakinin paşa keyfi ‘baskı’ yüzünden kapandığınıza da kanaat getirebilir, ‘siyasal simge’ taşıdığınıza da iman edebilir. Yani bildik bariyerler işte. Aş aş dur işin yoksa. Bunun bireysel bir tercih olduğunu, kendinizi böyle rahat ve tamam hissettiğinizi, başörtünüzün size ait, kişisel din anlayışınızın bir yorumu ve dışa dönük formu olduğunu anlatmayı başarabilirseniz ne mutlu size...

Yolunuz kamusal alana hiç düşmüyor mu?
Şahsen benim yolum kamusal alana neredeyse hiç düşmüyor. O alanda haber kovalamıyorum. Öte yandan haberin başındayım ama diğer meslektaşlarım gibi sıkça resmi programlara, davetlere, gezilere katılan bir haber yöneticisi de değilim.

Sürekli özgürlüklerden dem vuran bir kısım medya gruplarının başörtülü gazetecilere iş vermemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Genel olarak fotoğrafın bütününe bakarsak bunda şaşılacak bir şey yok aslında. Önce başörtüsü türban diye kodlandı, sonra bu ‘siyasal simgedir’ diye yaftalandı, ondan sonra planlandığı gibi başörtüsü üzerinden fırtınalar koparıldı. Özgürlüklerden dem vurmak şık ama derinlere kadar işleyen, o yasakçı kodları çözmek hiç kolay değil. Üstelik o kodlar sadece derin güçlerin eylem planlarına, siyasal linç kampanyalarına veya dinsel reddedişlere dayanmıyor, sınıfsal hazımsızlığa da tekabül ediyor.
Cüneyt Özdemir geçenlerde verdiği bir röportajda, “Kanal 7’de çalışan erkek bir muhabir işsiz kaldığında, biz 5N1K’nın kapısını açtığımızda kimse bir şey demiyor ama aynı kanaldan ayrılan başörtülü muhabir olunca işler değişiyor” dedi. Önemli bir noktaya işaret etti.

SİZ BAKMAYIN ERTUĞRUL ÖZKÖK’ÜN SÖZLERİNE...

Neden erkeğe tamam, başörtülü muhabire hayır?
Çünkü başörtülünün alnına kendi elleriyle yapıştırdıkları sınıfsal bir etiket var ve o etiket beyazların dünyasında alerjik reaksiyona sebeb oluyor. Kendi sınıfından görmediği için reddediyor. Tüm bilinçaltı önermeleri “Senin burada yerin yok, yaşa ama mümkün olduğu kadar benden uzakta, çık benim sahamdan” diyor. Kendi alanının daraldığını, özenle çizdiği sınırların ihlal edildiğini düşünüyor. Siz bakmayın Ertuğrul Özkök’ün “Başörtülü bir yazar çalıştırabilirdim, ıskalamışım” demesine... Sadece ileri sürdüğü tezi inandırıcı kılmak için yaptığı bir çıkıştı o... Ya da kaleme aldığı sitcom’dan eğlencelik bir replik diyelim...

Sedat Ergin’in “Ben Milliyet’te başörtülü bir yazar çalıştırmam” sözü için ne düşünüyorsunuz?
Bu konuda Sedat Ergin’i daha samimi buluyorum. Önyargılı, tahammülsüz olabilir ama en azından dürüst. Özgürlükçü olduğunu iddia eden bu konuda mangalda kül bırakmayan ama başörtülü çalıştırmayan grupları ikiyüzlü buluyorum. Özgürlüklerden yana olup, korktukları veya çekindikleri için başörtülü çalıştırmayanlar da var tabii, onları da atlamayalım. Onların durumu daha trajikomik...

EKRAN ÖNÜNÜ DEĞİL MUTFAĞI SEVİYORUM

Neden kamera önünde göremiyoruz sizi?
Ben ekran önünü değil, mutfağı seviyorum ve şu anda bulunduğum noktada mutluyum. Sadece işimi yapayım ama gerçekten iyi yapayım istiyorum, o kadar... Geçen sene bir program denememiz oldu aslında. Süleyman Çobanoğlu ile birlikte Ekmek ve Gazete’yi yaptık. Kendimi hiç iyi hissetmedim ekranda. Bu negatif durum, görünür olmayı sevmemekten kaynaklanıyor olabilir, bilmiyorum.

Mesela ana haberi sunmayı hiç düşünmediniz mi bugüne kadar?
Hayır, hiç düşünmedim. Ayrıca bu işi çok iyi yapan bir isim var zaten. Erhan Çelik bültenimizi gayet başarıyla sunuyor. Sadece arkadaşlarıma söz verdim. Şayet psikolojim değişir ve bir gün kamera fobimi yenersem, her şeye rağmen haber içerikli bir programın içinde olmayı deneyeceğim. Verdiğim sözü tutacağım.

Başörtülü bir sunucu ekranda nasıl durur ve ekranda nasıl bir algı oluşturur?
Bizim 15 yıl önce iki tane başörtülü haber spikerimiz vardı. Gayet iyi duruyorlardı ekranda... Çok da olumlu tepkiler alıyorlardı. Bir müddet sonra ailevi nedenlerle kurumdan ayrıldılar. Aslında o dönem ilk oldukları için sadece ulusal değil dünya basınının da ilgisini çektiler.
Bugüne gelirsek gerçekten meslekten gelen, işini iyi yapan ve ekrana yakışan başörtülü bir haber spikeri olursa izleyicinin yadırgamayacağını düşünüyorum. 

Başörtüsü bu toplumun genetiğine aykırı bir şey değil ki.
Tabii tahammülsüzler, bir bardak suda fırtına koparanlar, bağcıyı dövenler her zaman oldu, yine olacak... Sırf başörtülü diye birisini stüdyoya sokamazsınız, sokarsanız o da ayrı bir facia olur.
Bu arada spiker olmasa da ekranlarda gayet başarılı yorum yapan başörtülü kadın gazeteciler var. Başörtüsü karşıtlarının bile onların zekalarını takdir edip, ekran performanslarını gıptayla izlediklerini biliyorum.

DARBE PLANLAYANLAR AK PARTİ’NİN SEÇİMLE DEVRİLEMEYECEĞİNE İNANMIŞLAR

Sivil dikta söylentileri için ne diyeceksiniz?
Tek kelimeyle saçma. En az bugüne kadar temcit pilavı gibi önümüze konan ‘irtica’ yaygarası kadar saçma. Açıklandı işte 2011’de seçim olacak. Seçime giden bir parti mi ‘sivil diktatörlük’ kuracak? Gerçekten Ak Parti’nin seçime gitmeyeceğine mi inanıyorlar? Bana kalırsa yaşadıkları sivil diktatörlük korkusu değil. Seçimde halkın kullanacağı tercihten korkuyorlar. Ya halk yine beğenmedikleri o tercihi yaparsa diye... Tahammülsüzlükleri bundan.

Her ne pahasına olursa olsun AK Parti’yi devirme planı yapanlar, bunun seçimle değil ancak darbe ile yapılabileceğine kanaat getirmişler bir kere. Ortaya çıkan korkunç belgeler de, ne pahasına olursa olsun denip hazırlanan kanlı planlar da ‘sivil faşizm’ eleştirisini seslendirenlerin hızlarını kesmiyor, çok yazık!
Bir durup düşünmek gerekmiyor mu? Omuz verilecek konu mu yok? Dünya standartlarında bir demokrasiyi, gerçek bir hukuk devletini, özgürlükçü bir anayasayı, darbe ihtimali ortadan kalkmış bir orduyu konuşup tartışsak. AK Parti’yi ve muhalefeti, her ikisini birlikte demokratikleşme konusunda eksiklikleri, ağırdan alışları, hataları yüzünden eleştirsek.

Bugün Anayasa Mahkemesi’nin iktidarda alan bir partiyi kapatma ihtimali sorun değil mi mesela? ya da yine o partiyi iktidardan almak için yapıldığı söylenen kanlı planlar... 300 çocuğun ölme ihtimali, cami bombalama, uçak düşürme olasılığı... Ortaya dökülen planların doğru olma ihtimali yüzde bir bile olsa dehşet verici değil mi?

Kesinlikle evet. Bu tartışmayı yapanları hiç vicdanlı bulmuyorum. Üstelik bunu sadece 27 Mayıs’ı hatırlayarak söylüyorum.

VAKİT

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.