Ekşi kendini vurdu
Bugünkü yazısında, Başbakan Erdoğan’ın Uşak’ta halka hitap ederken, af isteyen bir vatandaşa ‘Af yok. Suç işleyen cezasını çeker. Devlet katili affetme yetkisine sahip değil. Affetme yetkisi maktulün varislerine aittir” sözlerini köşesine alan Ekşi, Başbakan’ın bu sözlerinin ‘şeriat hukukunun’ uygulandığı ülkelerde geçerli bir bakış olduğunu yazdı.
Ancak, Oktay Ekşi, 30 Temmuz 1999 yılında yazdığı kamuoyunda ‘Rahşan Affı’ olarak bilinen af konusuyla ilgili bir yazıda, “Gerçekten devletin ne hakkı var ancak mağdur olan kadının affedebileceği ırz düşmanını affetmeye? Veya ancak evi soyulmuş bir insanın affedebileceği bir hırsızı sokağa salıvermeye? Veya ancak yakını öldürülmüş bir kişinin söyleyebileceği ‘‘seni affettim’’ sözünü onun adına kullanmaya?” cümlelerini kurmuştu.
Başbakan Erdoğan’ın sözlerini ‘şeriatçılığa’ dayandırmak isteyen Ekşi, benzer sözleri 9 yıl önce kendisi dile getirirken, bugünkü yazısında Başbakan’ı eleştirmesi, “Başbakan’a vurmaya çalışırken, kendisiyle çelişiyor” yorumlarına neden oldu.
İŞTE EKŞİ’NİN 9 MART 2008 VE 30 TEMMUZ 1999 TARİHLERİNDEKİ YAZILARI
EKŞİ’NİN BUGüNKü ‘DEŞİFRE EDİNCE’ BAŞLIKLI YAZISI
BİZE sorarsanız, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın önceki gün Uşak’ta halka hitap ederken kendisine "Af yok mu?" diye soran vatandaşa verdiği yanıtın hiç de sürpriz sayılacak bir tarafı yok.
önce, "Suç işleyen cezasını çeker" demiş. Ama mutad üzere bir noktadan itibaren "laik Cumhuriyet’in Başbakanı" olduğunu unutmuş.
öteki kimliğine yani "Tayyip Erdoğan"lığa dönmüş.
Ve sözlerine, "Devlet katili affetme yetkisine sahip değil. Affetme yetkisi maktulün várislerine aittir. öyle olması lazım (...)" diyerek devam etmiş.
Bu sadece "şeriat hukukunun" uygulandığı ülkelerde geçerli bir bakıştır. Nitekim bu ülkenin hukuk fakültelerinden birindeki öğrenciden Tayyip Erdoğan’ın verdiği gibi bir yanıt alırsanız, o öğrenci "dersini öğrenip bir sonraki sınav döneminde gelmesi" için evine gönderilir.
Yeri gelmişken belirtelim:
Tayyip Erdoğan neyse ki "Katil eğer öldürdüğü kişinin ailesine kan parası öderse, mesele kalmaz" dememiş. "Kısasa kısas" ilkesinden, "recm" cezasından söz etmemiş. Deseydi maksadı daha çabuk anlaşılırdı.
Hoş iki sene önceki "zinayı suç sayalım" tartışmalarını anımsarsınız.
Gerçi orada CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın da -sonradan biz şaka yapmıştık türü tevile sığınmasına rağmen- akıl almaz bir gafletine tanık olmuştuk. Hatta Baykal’ın savunduğu görüş, mahalle halkını ahlak zaptiyesi haline dönüştürmek gibi bir tehlikeyi de içeriyordu.
Hadi onunki "gafletti" diyelim. Tayyip Erdoğan’ın kafası "anti-laik" bir rejimin özlemiyle dolu olduğu için o her fırsatı değerlendirip "bir adım daha" atmaya bakar.
Zaten yeni Ceza Yasası’nın 263’üncü maddesini -o yasa Meclis’ten geçtikten sonra- değiştirip "kaçak Kuran kursu açanları" hapse atılmaktan kurtarmayı ihmal etmemişti.
Erdoğan konuşurken dikkat etmek lazım. O kürsüye "Başbakan" sıfatıyla çıkar. Beş on dakika "Başbakan" kimliğine uygun konuşur.
Sonra bir yerde tepesi atar. O anda "Tayyip Erdoğan"laşır ve gerçek düşüncelerini o zaman söyler. çünkü bilinçaltındakiler bu sırada ortaya çıkar.
O nedenle aldanmamak lazım. örneğin, 18 Mayıs 2006’daki "Laiklik toplumsal barışın teminatıdır" sözü; 1 Ekim 2006’daki "Laiklik her türlü aşırılığa karşı halka ve ülkeye koruma sağlıyor" sözü; 29 Ekim 2006’daki "Laiklik farklı yaşam biçimleri için özgürleştirici bir güvencedir" sözü sizi aldatmasın. O "Başbakan Erdoğan"ın sözleridir.
Asıl kendininki, örneğin 14 Kasım 2006 tarihindeki "Bu kavramlar (laiklikten söz ediyor), bu kelimeler fakir fukaramı, garip gurebamı azaltmıyor, onları daha zengin hale getirmiyor (...)" cümleleridir.
Almanya gezilerinden birinde "özgürlüklerin yaşanması (her Müslüman’ın İslam şeriatına göre yaşama özgürlüğü) noktasındaki her türlü engeli kaldırmak için adımlar atıyoruz. Hedefe er ya da geç ulaşacağız" dediğini unutmayın. O cümlesini de "katili affetme yetkisi" ile ilgili görüşlerinin yanına koyunca, "hedefin ne olduğunu" anlarsınız.
EKŞİ’NİN 30 TEMMUZ 1999 TARİHİNDEKİ YAZISI:
AF KİME LAZIM, KİME DEĞİL? 30 TEMMUZ 1999
İyi anımsıyoruz. Sayın Rahşan Ecevit bir ‘‘af’’ fikrini bundan aylar önce ortaya attığı zaman nerdeyse herkes karşı çıktı.
Aşağıda özetleyeceğimiz itirazlar bize kalırsa çok yerindeydi.
Şöyle deniyordu:
Türkiye'deki infaz sistemi Turgut özal'ın ‘‘devleti çürütme’’ misyonu çerçevesinde zaten dejenere olmuş durumdadır. Nitekim bu yüzden halen, beş yıl ceza alan bir insan iki yıl hapis yattıktan sonra serbest kalmaktadır.
Yıllardır uygulanan bu, ciddiyetini kaybetmiş infaz sistemine ek olarak bilindiği gibi her fırsatta çeşitli konularda ‘‘af’’lar çıktı. Vergi kaçakçılarına af, döviz kaçakçılarına af, toplu kaçakçılık suçu faillerine af, laik cumhuriyeti yıkmak isteyenlere (163'üncü madde mahkûmlarına) af, hayali ihracat soyguncularına af... Derken zaten -tabiri hoş görün- bir halt edip de yakayı sıyırmamış kimse kalmadı.
Yolsuzluk yapmış, devleti soymuş, bankasını boşaltarak halkın parasının üstüne yatmış, çetelerle işbirliği yapmış, her türlü pis işe bulaşmış ama yolunu bularak, dosyasının zamanaşımına uğramasını sağlamış olanları hiç saymıyoruz.
Oysa biliyoruz ki, yukarıdakilerin her birinin hukuk sistemine aykırı bir şekilde, bir gün olsun ortalıkta dolaşması, kamu vicdanına da, hukuk devleti ilkelerine de aykırıdır.
Buna rağmen şimdi devletin mantıken hiç hakkı yokken, yetki kullanıp devlete karşı işlenmiş suçlar dışındaki suçlar için af getirmesinin savunulması kolay değildir.
Gerçekten devletin ne hakkı var ancak mağdur olan kadının affedebileceği ırz düşmanını affetmeye? Veya ancak evi soyulmuş bir insanın affedebileceği bir hırsızı sokağa salıvermeye? Veya ancak yakını öldürülmüş bir kişinin söyleyebileceği ‘‘seni affettim’’ sözünü onun adına kullanmaya?
Devlet ancak kendisine karşı işlenmiş suçların faillerini veya ifade özgürlüğünü kendisinin kısıtlı tutması yüzünden hapse atılmış insanları özgürlüğüne kavuşturabilir. Bu da onun bir lütufkárlığı değil, uygarlığa ve hukuka olan borcunun gereğidir.
İfade özgürlüğünü kötüye kullanan mı var? örneğin ülkenin bölünmez bütünlüğüne aykırı yayın mı yapılıyor?
Kimse bunları yapana ceza verilmesin demiyor...
Ver bu suçu işleyene 10-15 milyar TL. para cezası... ödesin bakalım.
Bunları biz ‘‘Türkiye'de düşünceleri ifade özgürlüğü kısıtlıdır’’ iddiasında olanlardan biri sıfatıyla ve 1 Eylül 1998'den 1 Nisan 1999'a kadar olan 7 ay boyunca, tam 186 dava dosyasının ‘‘resmi’’ özetlerini tek tek inceleyip 153 sayfalık bir rapor hazırlamış olmanın gücüyle söylüyoruz.
Elbet aksini düşünenler de var. Bu da normal. çünkü başkalarına hakaret edip mahkûm olduğunuz zaman bunun bedelini siz değil de patron öderse fikir özgürlüğü var sanırsınız.
(habervaktim)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.