İhtilâl için kaytan bıyıklı bir orgeneral aranıyor!

İhtilâl için kaytan bıyıklı bir orgeneral aranıyor!
İsmet Paşa: Şartlar tamam olursa, ihtilâl meşru olur! Dikkat! Dikkat! Muhterem vatandaşlar! Radyolarınızın başına geçiniz! Güvendiğiniz Silahlı Kuvvetlerinizin sesi bir dakika sonra sizlere hitab edecektir!

GİRİZGAH
Darbelerle tanışalı nerede ise yarım asır olmuş. (1960-2008) 27 Mayıs 1960, 22 Şubat 1962, 21 Mayıs 1963, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat ve son olarak darbecilik tarihimizi, hem de Türklerin tarih sahnesine yeniden çıkışlarını simgeleyen bir destandan aldığı adla taçlandıran(!) Ergenekoncular olayı. Biz bu yazı serisinde; son üç darbeyi pas geçeceğiz. Zira artık üçü de emir-komuta zinciri içinde "çantada keklik" darbe teşebbüsleridir. "Ya devlet başa, ya devlet başa" ya da biz zaten devletiz, üstelik sizi de kurtarıyoruz, daha ne istiyorsunuz demektedirler adeta.

Ve sonuncusu Ergenekon

Geçmiş darbelerden ders alarak mükemmel bir organizasyona imza atmışlar. Helal olsun! Anlaşılıyor ki, Türkiye'de devlet içinde devlet kurmuşlar. Sadece meclis binaları yok. O ihtiyacı da ya orduevindeki bazı mekânları, ya da Atatürkçü Düşünce Derneği"nin salonlarını kullanarak gidermişler. Teşkilatlanma mükemmel, dört dörtlük. Dava uğruna kendi Genelkurmay başkanlarına suikast düzenlemeyi göze alacak kadar da gözü karalar. Eğer iplikleri pazara erken çıkmasa, başarılı olsalar çok kan dökeceklerdi muhtemelen. Sadece kendileri gibi düşünmeyenleri değil, kendilerini bile ihtilâlin uğrunda ölüme sunacak kadar ihtilâlciler!

Ergenekon'da yeni bir yöntem denenmektedir. Bu defa asker-sivil ortak bir ihtilâl denemesi yapmaktadır. Türk'e has değişik bir model.

50 YILA 5 DARBE

50 yıla, başarıya ulaşan üç askerî darbe ve kuvveden fiile çıkan, fakat bastırılan iki askeri darbe (22 Şubat 1962-21 Mayıs 1963 Talat Aydemir ihtilâl teşebbüsü, kuvveden fiile çıkamadan Mahir Kaynak tarafından deşifre edilen "Madanoğlu Cuntası" teşebbüsü ve 28 Şubat postmodern darbesi ile en son Ergenekon denemesini sığdırmışız. Şaka gibi! Ne zaman Türkiye, ayakları üzerinde durmaya başlasa, işler iyiye gitse aniden suni olarak ekonomik darboğazlar meydana getirilmiş ve bir kurtarıcı ortaya çıkarılarak(!) tekrar geriye doğru yol almışızdır. Bir gizli el Türkiye ile oynamaktadır adeta. Bu gizli elin ya da ellerin sahiplerini bildiğimiz halde onların bize biçtiği rolü de zaman zaman oynamaktan geri durmamışızdır. Türkiye üzerinde emelleri olan Amerika ve Osmanlı'dan çok çektiği için sürekli gözü üzerimizde olan, kuruluşumuzda pay sahibi. Avrupa ülkeleri içimizdeki bazı mihraklarla kanka olup, zaman zaman yapılan darbelerin dünya siyaset sahnesinde kabulünü sağlamışlar ve Türkiye'nin kontrol dışına çıkmasını önlemişlerdir. Lozan'da bize giydirilen elbiseyi çıkarmamız asla istenmez. Hilafeti kaldırmış, dünyadaki dindaşları, ırkdaşları ile bağlarını koparmış, onlarla ortak sinerji üretmesi asla kabul edilmeyen, ekonomik kaynaklarının batılılarca ve Amerikalılar tarafından sömürülmesine ses çıkarmayacak iktidarlar desteklenmiş, aksi yollara sapanlar darbelerle durdurulmuşlardır.

ANAYASA'YI İLGAYA TEŞEBBÜSÜN CEZASI İDAM

1950'lerde yaşadığımız AKDEVRİM ile iktidara gelen, adeta bir sandık ihtilali gerçekleştiren Demokrat Parti, ne zaman ağır sanayi yatırımlarına yönelip, ABD'nin güdümünden çıkmak istemiş, 27 Mayıs ihtilali ile hemen önü kesilmiştir. Afyon ekimini yasaklamayı kabul etmeyen Demirel hükümeti 12 Mart'ta darbe ile indirilip, yerine zorlama ile partiler üstü bir hükümet kurulmuş ve ABD patentli başbakan Nihat Erim ilk iş olarak afyon ekimini yasaklamıştır. Burada ilginç olan bir başka şey dikkatimizi çekiyor. Darbeler ve hukuk birbiriyle nasıl barışıyor? Öyle ya, halkın oyları ile iktidara gelmiş bir siyasi partiyi indiriyorsunuz. Dünyanın hiçbir yerinde, anayasalarda darbecileri alkışlayan hükümler yoktur. Her yerde "Anayasa'yı tebdil, tağyir ve ilgaya teşebbüsün" ortak cezası idamdır. Türkiye'de ise fiili duruma bakılır. Darbeci başarıya ulaşmış ve muhalif unsurları susturabilmişse kahramandır, kurtarıcıdır ve kendi hukukunu koyar artık. Ve yaptığı yeni anayasanın başlangıç bölümüne de "Bizi yargılayacak adam daha anasından doğmadı" diye bir not düşer olur biter.

Bunu yapacak cesaretiniz varsa zaten, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin anlı-şanlı, ilim erbabı anayasa profesörleri size ihtilâl fetvası vermek için sıraya gireceklerdir. Hatta geçmişe dönük olarak işleyecek ve hukukun ırzına geçecek kararları bile almaya hazır ve nazır, mebzul miktarda hukukçumuz mevcuttur. Yeter ki, radyoevini ele geçirip ilk bildiriyi okuyun ve meclisi tanklarla çevirip, milletvekillerini paketleyip Yassıada'ya gönderin! Sonra "sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor" diyecek ne hakimler bulursunuz.

ERKANLI'NIN DARBELERDEN ÇIKARDIĞI DERS

27 Mayıs 1960 ihtilâlinin gözü kara binbaşısı, İstanbul'u iki saatte ihtilâlin hizmetine sokan Orhan Erkanlı, "Anılar, Sorunlar, Sorumlular" adıyla kitaplaştırdığı anılarında önemli bir tesbit yapıyor. Ya da bir nefis muhasebesi. Çünkü aynı Erkanlı, daha ihtilâlciliğin sefasını tam süremeden 14'lerle birlikte yurtdışına sürülüyor ve iki yıl kadar zoraki bir diplomat olarak oralarda yaşıyor. Buyrun Erkanlı'nın darbelerden çıkardığı derse:

"Asker, sivil, gelip geçen bütün iktidarların gerekçesi ve gayesi hep aynı idi: ‘Vatanı kurtarmak, demokrasiyi yaşatmak...’ Bu uğurda millet olarak büyük kayıplar verdik; asker veya sivil liderler asıldı, binlerce kişi hapsedildi, binlerce ocak söndü. Anayasalar, yasalar yaptık, değiştirdik, örfi idareler ilan ettik...
Son yıllarda, vatanı kurtarmak veya vatana ihanet etmek fiilleri, kahramanlık veya hainlik sıfatları o derece yersiz ve gereksiz, sık sık ve çok kötü şekillerde kullanıldı ki, artık bu kavramlara kimse inanmaz oldu. Bir süre kahraman olarak alkışladığımız, başımızda taşıdığımız, izinden gittiğimiz kişiyi veya kişileri, bir günde ayaklar altına almaktan, hain diye damgalamaktan, sürgüne göndermekten, asmaktan çekinmedik. Değer ölçülerimiz, yargılarımız değişti!

Aslında ortada kurtarılmaya muhtaç, batmış bir vatan ve zorla yaşatılacak bir demokratik düzen olmadığını, kahraman veya hain olarak nitelediğimiz kişilerin iktidar mücadelelerinin galipleri veya mağluplarından ibaret bulunduğunu bir türlü anlamadık.

Memleketimizin en ciddi, en önemli ve hayati sorununun, "vatanı; kurtarıcılardan, kurtarmak olduğunu" bildiğimiz halde açıklamadık, bu yolda samimi gayretler harcamadık."

"SİVİLLER DARBELERE DİRENMEDİ"

Aynı Erkanlı, sivillere de nefis bir hukuk dersi veriyor hatıralarında: "Sanıklardan bazılarının ve özellikle Bayar ve Menderes'in; ilk celsede Yüksek Adalet Divanı'nı yetkisiz ilan etmeleri, cevap vermekten imtina etmeleri ihtimali vardı. Sorgulamalardaki tutumları ve bazı özel konuşmaların bize intikali bu şüpheyi doğurmuştu. Aslında yapacakları tek şey bu idi. Yapamadılar; bu dirayeti ve cesareti gösteremediler. Bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde, Yassıada yargılamaları başlamadan biter ve korkunç bir skandal olurdu. Bir an için Bayar ve Menderes'in ve onları takiben diğerlerinin (ki, çoğu Bayar ve Menderes'in mahkemede takınacakları tavra göre kendilerini ayarlamak kararında idiler; bunu tesbit etmiştik): "Biz bu mahkemeyi tanımıyor ve kabul etmiyoruz. Milletin oyları ile iktidara gelmiş bir partiyi, hükümet ve meclis grubu olarak yargılayamazsınız. Silah zoruyla bizi iktidardan indirenler hakkımızdaki kararlarını versinler, kendimizi savunmuyoruz vs..." dediklerini farzedelim, durum ne olurdu?"

Siviller, hukuk ve meşruiyet silahını iyi kullansalardı, yani moda deyimiyle "Tankların üzerine çıkmayı göze alabilselerdi" bu darbelerin pekçoğu önlenirdi. Darbeciler darbe yapacakları zaman 40 defa düşünürlerdi. Böyle olmadığı gibi, bir de "Aman bizi kurtarın, daha ne bekliyorsunuz?" diye ihtilalcilere gaz veren yardakçı takımı siviller devreye girince darbecilere de "Ya devlet başa, ya kuzgun leşe" atasözünü hayata geçirmek için düğmeye basmak kalıyor. Haydi, vatanı ve kendimizi kurtarmaya(!).

İhtilâlin ilk bildirisini Türkeş okuyor

İhtilalin ilk basın toplantısı. İhtilalin ilk bildirisini Ankara Radyosu'ndan okuyan Kurmay Albay Alparslan Türkeş, ihtilalin bir siyasi partiye veya iktidara karşı yapılmadığını, birkaç ay içerisinde yeniden seçimler yapılıp kazanan partiye kayıtsız ve şartsız olarak iktidarın devredileceğini söylerken, aynı saatlerde adeta onu yalanlarcasına Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve Bakanlar Kurulu ile DP'li milletvekilleri tevkif edilip Harb Okulu'na, mahzenlere dolduruluyor ve Cemal Gürsel acele olarak Yassıada'nın DP'liler için hazırlanmasını istiyordu.

İsmet Paşa: Şartlar tamam olursa, ihtilâl meşru olur!

Bu hitap bana Sinan Çetin'in çektiği ve tüm internet sitelerinde yayınlanan 5 dakikalık "Bu Bir Emirdir, Mutlu Olun!" adlı filmi hatırlatıyor. Radyolarınızın başına geçiniz, hatta hazrolda durunuz, çoluk çocuk emir komuta zinciri altındasınız. Madem ki asker milletiz, güvenmek zorunda olduğunuz Silahlı Kuvvetleriniz bir darbe yapmıştır, bu darbeyi alkışlayın. Çünkü sizi kurtarmaya geliyoruz. Siz halksınız, herşeyi bilmezsiniz. Biz her şeyi çok iyi biliriz ve sizi kurtaracağız!

MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ İHTİLALİN ÇEKİRDEK KADROSU

Ve ihtilalin çekirdek kadrosu Milli Birlik Komitesi adıyla kendisini tavsif edip, çalışmaya başlar. 27 Mayıs 1960; ilk darbe olduğu için pek çok acemilik vardır şüphesiz. Sonrakiler, emir-komuta zinciri içerisinde yapılacaktır. 27 Mayıs günü Milli Birlik Komitesi'nin olduğu salona kim erken gelmişse oturmakta, ve geç gelenler yeterli miktarda sandalye olmadığı için ayakta kalmaktadır. O zaman, daha kapalı mahallerde sigara yasağı çıkmadığı için, dumandan göz gözü görmemektedir. Bu arada ihtilalciler, ihtilalin başına geçecek bir orgeneral aramaktadırlar. Bunun için tüm gazetelere tam sayfa ilan bile verilmiştir. "Vatanı kurtarmak için yaptığımız ihtilalin başına sicili temiz, tonton, yakışıklı ve kaytan bıyıklı bir orgeneral aranıyor!" Müracaatların en yakın askerlik şubesine ya da askeri garnizona yapılması istenmektedir. Ne yazık ki, bu şartlara haiz bir tek orgeneral bulunur, o da Demokrat Parti döneminde, iktidara yan gözle baktığı ve uyarı niteliğinde bir mektup yazdığı için görevinden alınan ve İzmir'deki pembe, iki katlı evinde emekli olduğunda bahçeye hangi ağaçları dikeceğinin hayallerini kuran Kara Kuvvetleri eski komutanı Orgeneral Cemal Gürsel'dir. Bir anda kapısı çalınır ve apar-topar uçakla Ankara'ya getirilir. Orgeneral Cemal Gürsel'in uçakta gelirken emir subayına rüyada olup olmadığını anlamak için:

- Oğlum, şu koluma bir çimdik at, dediği rivayet edilir.

Onun da;

- Aman paşam nasıl olur? hitabına:

- Bu bir emirdir, çimdik at! Yediği çimdikten sonra rüyada değil, malihülyada değil, bal gibi dünyada olduğunu anlayacaktır. Hem de ne dünya?

GÜRSEL'DEN İNÖNÜ'YE TEŞEKKÜR

Artık bir eli yağda bir eli baldadır. Bir dediği iki edilmez. İhtilalin ertesi günü, sinekkaydı bir traş olup, telefonla İsmet Paşa'yı arar:

- Size karşı kusurluyuz Paşam. Hareketimizi size önceden haber vermedik. Verseydik bizi bundan caydırmak isteyeceğinizden korktuk. Ama başka çare kalmamıştı. Emirleriniz bizim için peygamber buyruğudur paşam!
Cemal Gürsel kendilerine ihtilalin ilk fetvasını veren İsmet Paşa'ya teşekkür etmektedir. Paşa "Şartlar tamam olursa ihtilal meşru olur" dememiş miydi? İhtilalin ateşli Milli Birlik Komitesi üyesi Orhan Erkanlı, "İsmet Paşa'nın bu sözleri bize büyük bir rahatlık sağladı. Paşa bizim yanımızda olmasa bile, bize karşı olmaz" diye düşündük diyecektir.

Bu arada ikinci fetva da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Anayasa profesörlerinden gelecek ve darbeciler bile bu işe şaşacaklardır. Hatta aynı profesörler, DP'lileri yargılayıp, yargılamamak hususunda tereddüde düşen ihtilalcilere:

DP'LİLERE YASSIADA YOLU
- Şayet onları yargılamazsanız, siz kendiniz gayrimeşru duruma düşersiniz" diyecek ve böylece iktidar mensupları için Yassıada'nın yolunu açacaktır.

Buradaki ayrıntı; darbeciler bu yola girerken, canlarını ortaya koymuşlardır, sonunda bu kadar kolay olacağını beklemediklerini bile söyleyeceklerdir. Ya İstanbul'daki hukukçu taifesi? Onlar da ihtilale bir meşruluk fetvası vererek, hiç bir bedel ödemeden nurtopu gibi bir ihtilalin ortağı olacak ve onun nimetlerinden sonuna kadar faydalanacaklardır.

Ya da şöyle diyebiliriz. Aslında en ağır bedeli onlar ödemişlerdir. Hukuku ve vicdanlarını çok küçük bir dünya malına satmışlardır!

Fatih Uğurlu-Vakit

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.