Asıl Hürriyet insan haklarını ihlal ediyor
Onlar her ne kadar kendilerini 80 sonrasının apolitik gençliği olarak yorumlasa da, postmodern darbeler sürecinde geliştirdikleri postmodern protesto ve eylem yöntemleri ile içinde bulunduğumuz dönemin en çok konuşulan ve takdir gören gençleri arasında yer alıyorlar. Yaşanan her toplumsal travmanın ardından acaba onlardan ne tür bir yorum gelecek diye herkes o yöne bakıyor. Onlarda bunun hakkını vermiyor değiller, şimdiye kadar eylem ve söylemleri ile kavgasız da mücadele verilebileceğini ortaya koyarken gençler içinde yepyeni ufuklar açıyorlar. Genç yaşları, convers ayakkabıları, ufukları aşan bağımsız ve bağlantısız fikirleri ve 12’den vuran eylemleri ile Genç Siviller’den bahsediyoruz. Türkiye’nin bu yeni model protest gençliği ile Türkiye’nin gündemindeki olayları değerlendirdik.
- Bir sivil toplum örgütü olarak çok ilginç eylem ve çıkışlarınız var. Üniversiteye başörtülü girebilmek için kılavuz kitap yayınladınız, Hürriyet Gazetesi’nin İnsan Hakları Trenini protesto ettiniz. İçimizdeki farklılıkları anlamak adına “birazda biz Kürtleşelim” dediniz, şimdide 82 Anayasasını protesto etmeye harılanıyorsunuz. Bu fikirler nasıl ortaya çıkıyor, bir kurulunuz falan mı var?
Turgay- Yatay bir yapılanma modelimiz var, aramızda hiyerarşi yok. Bu da insanların fikirlerini paylaşmaları için daha bereketli bir zemin oluşturuyor. Bizim mekânımız internet, yani sanal bir dünya. O yüzden mekândan bağımsız olarak dünyanın ve Türkiye’nin her yerinden parlak fikirler paylaşılabiliyor. İnternet ortamında bir form sitemiz var, fikirler burada ortaya atılıp tartışılıyor ve kabul görüyor. Bir de bunun dışında İstanbul ve Ankara başta olmak üzere 30 kişilik bir gurubumuz var, karar aşamasında bu gurupların da etkisi oluyor.
- Siyasi ya da toplumsal bir olayı değerlendirirken kıstas aldığınız bir ölçü var mı? Yani o olay neye göre iyi veya kötü?
Turgay- Var tabii, vicdan.
- Vicdan derken...
Turgay- Hepimiz farklı kimliklerden, farklı inançlardan geliyoruz. Bir olay karşısında her zaman aynı duyarlılığı gösteremesek de çoğu kere ortak bir noktada buluşabiliyoruz. Vicdan hepimiz için ortak bir ses. Üniversite kapısında okumak istediği halde okuyamayan bir kız herkesin yüreğini burkar. Belki çok az sayıda insan bundan etkilenmez.
Erkan- Vicdan derken, yaşanan travmalar vicdanımızı sızlatıyor. İşte 60 darbesinden, 74 muhtırasından, 80 darbesinden, 28 Şubattan, 27 Nisan e-muhtırasından, Kürt meselesinden dolayı vicdanımız sızlıyor. Hürriyet Gazetesi Ahmet Kaya için “Vay Şerefsiz” manşetini attığı zaman bu bizim yüreğimizi sızlatıyor ve buradan bir tepki veriyoruz. Vicdan zemini ortak duyarlılıklar yaratacak bir zemin.
- “Eylemsiz tefekkür ve tefekkürsüz eylem’in eksik olduğunu söylüyorsunuz. Biraz açar mısınız ne demek istiyorsunuz?
Erkan- Siyaset bizim için varoluşsal bir şey. Bu nedenle eylemsiz tefekkürde tefekkürsüz eylemde tek başlarına eksik olan şeylerdir. Yaptığımız tüm eylemlerde arka planda entelektüel bir hareket zaten var. İşte “Tek parti olsun temiz olsun” derken CHP’li milletvekillerinin bu konudaki çabalarını eleştiriyoruz. Hürriyet Gazetesi’nin İnsan Hakları Treni’ni protesto ederken, gazetenin daha önce attığı çelişkili manşetleri gündeme getirerek protesto ediyoruz. “Cumhuriyetin Gözü Yaşlı Çocukları” etkinliğini yaptığımız zaman İskilipli Atıf’tan Uğur Kaymaz’a kadar, Musa Anter’den Bülent Tanör’e kadar bu insanların neler yaşadıklarını bilerek bu eylemleri yapıyoruz. Bütün bu yaptıklarımızda bir tefekkür alanı oluşturup öyle eyleme dönüştürüyoruz.
- Sivil olgusunu çok fazla vurguluyorsunuz. Sivil olmanın sizin için kriteri nedir?
Turgay- Bizim için “Sivil” biraz “yersiz yurtsuz” demek. Çabuk hareket edebilen, vicdanının peşinden hızlı koşabilen, hatta sembol olarak kullandığımız spor ayakkabı bile bunu çağrıştırmaktadır. Bunun yanında tektipçi olmayan, sosyal ve düşünsel anlamda tüm üniformalardan kurtulmuş bir hareket demek.
- Siyasi bir partiye dönüşme ihtimaliniz var mı?
Turgay- Biz zaten sivil toplum tabanlı bir siyaset yapıyoruz. Siyaset yapmak için parlamentoya girmeye gerek yok. Türkiye gibi siyasetin itibarsızlaştığı bir dönemde hangi partiden olursa olsun siyasete atılan partileri bir kere tebrik etmek gerek. Bu gün bir milletvekilinin ensesine bir tokat atarsanız bundan paçanızı kurtarabilirsiniz. Ama bir valinin veya garnizon komutanının ensesine tokat atarsanız yıllarca hapislerde yatarsınız. Aziz Nesin’in tabiri ile en Zübükzate belediye başkanı ve milletvekili bile dört başı mamur bir bürokrattan çok daha iyi ve değerlidir. Bizim Genç Siviller kimliği ile siyaset yapma gibi bir niyetimiz yok ama kendi kimliği ile siyasi partilerin içinde olan arkadaşlarımız var.
Erkan- Sözün başladığı yerde siyaset vardır zaten. Bizim yaptığımız tüm eylemler siyaset aslında. Siyaset deyince sadece yasa çıkarmak, meclisteki toplantılara katılmak anlaşılmamalı.
- Milletvekillerine bir çağrıda bulunarak, darbe girişimlerine karşı dik duruşa davet ettiniz. Sizce milletvekilleri halkın verdiği temsil görevini yerine getirebiliyorlar mı?
Turgay- Darbe süreçleri biliyorsunuz 60’ta başladı ve şu anda başbakan ve milletvekili koltuğunda oturan herkes kendilerinden önce bir başbakanın ve bazı milletvekillerinin milletin gözü önünde asıldığını ve hiç kimsenin de buna bir şey diyemediğini biliyor. Bu durumun bugün bile siyaset yapan herkeste etkisinin olduğunu düşünüyorum. Biz de CHP’yi saymazsak en yaşlı parti 15 yaşında falan. Darbeler geçmişi ortadan kaldırarak güçlü bir politika yapılmasını engelliyor. Bu nedenle de milletvekilleri kendilerini çok güçlü hissetmiyorlar.
- Üyelerinin bir kısmının hukukçu bile olmadığı Anayasa mahkemesinin, halkın temsil yetkisi verdiği parlamentonun iradesini ortadan kaldırabildiği bir rejimi nasıl tanımlarsınız?
Erkan- Son yaşadığımız olay aslında 27 Mayıs darbesinin bir devamıdır. 5 Haziran tarihli başörtüsü kararı, 367 kararı, Danıştay ve Yargıtay bildirileri, bunlar tam bir yargıçlar rejiminin göstergesi. 11 kişilik bir ekip tamamen kendi gerekçe ve kendi hukuklarını yaratarak oradaki yüzde 50 oy almış bir partiyi kapatmaya kalkışabiliyorlar. Bunun tüm dünyadaki adı yargıçlar diktatörlüğüdür başkada bir adı yoktur.
- Başörtüsü ile ilgili Anayasa değişikliğinin Anayasa Mahkemesinden dönmesi ve Ak Parti’nin kapatılma talebi ile devam eden süreci “Cumhuriyet Asıl Şimdi Tehlikede” diyerek bir tavır sergilediniz. Savcıda kapatma talebine ilişkin iddianamesini aynı korkuya dayandırmıştı. Türkiye’de taleplerimizi niye korkular üzerinden dile getiriyoruz?
Turgay- Bizimki korkutmak değildi aslında. Demokratik Cumhuriyet dediğinizde bir parlamento vardır insanlar oyları ile temsilcilerini seçerler onlarda yasa yaparlar. Anayasa mahkemesi bu kararıyla parlamentoyu fiilen dağıtmış oldu. Bu da cumhuriyet değildir zaten feodal lordluk gibi bir şeydir.
Erkan- Eğer toplumu siyasetten uzak tutarsanız cumhuriyet tehlikeye girer biz o yüzden başörtüsü kararının ardından “Cumhuriyet tehlikede” dedik.
Turgay- 1930’lu yıllarda Cumhuriyet gazetesinde yer alan ve bir bürokratın söylediği “Halk plajları doldurdu vatandaş denize giremiyor” yakınması bunun bir göstergesi zaten. Bizim Cumhuriyetimiz için iki çeşit insan vardır. Bir cumhuriyetin vatandaşları vardır bir de halk vardır. Halk plajları doldurduğu için vatandaş denize giremeyince bunlar üzülürler. Şu anda da olan budur.
- Mayıs ayında çok ilginç bir çağrıda bulunarak “Biraz da biz Kürtleşelim” dediniz. Bu empati daveti nasıl yankı buldu?
Pınar- Genellikle olumlu tepkiler aldık. Projeye başlarken Diyarbakır’a gideceğimiz için arkadaşlar biraz tedirgindi. Nasıl karşılanacağımızı bilmiyorduk ama orada çok güzel karşılandık. Üniversitedeki arkadaşlarla forum yaptık, çok güzel paylaşımlar oldu.
Turgay- Bu girişim Kürtlere hoş görünmek için yaptığımız bir şey değildi. Japonca “merhaba” demeyi bilen, Japonların ünlü yemeklerini bilen, Japonların giydiği geleneksel kıyafetleri bile bilen bir toplum ne yazık ki Kürtçe “merhaba” demeyi bilmiyor. Kürtler ise Türklerin her şeyini biliyorlar. Biz ise Türkler olarak sıfır noktasındayız. Biz bu cehaletimizle yüzleşip en azından bunu giderme noktasında bir adım atmış olduk.
Pınar- Yaşadığımız ülkede sadece Türkler yok, en başta bunu kabul etmek gerekiyor. Bunun da aslında kötü bir şey olmadığını anlamalıyız.
HÜRRİYET STATÜKONUN SESİDİR
- Hürriyet gazetesinin İnsan Hakları Beyannamesi’nin 60. Yılı dolayısıyla oluşturduğu İnsan Hakları Trenine bekleneninde ötesinde bir tepki gösterdiniz. Neden?
Turgay- Hürriyet gazetesi Türkiye’de normalleri belirleme enstitüsü gibi çalışıyor. Hürriyet ve yazarları gibi düşünenler bu taraftan diğerleri o taraftan gibi bir durum var adeta. Koltuğunuzun altında Hürriyet taşırsanız normal bir insansınız, ama Vakit taşırsanız marjinal bir insansınız. Hürriyetin bir kere böyle bir pozisyonu belirlemeye hakkı yok. Çünkü Hürriyet’in insan hakları ile ilgisi yok. Yaptığı ihlaller ortada. Çok büyük bir protesto yapamadık sadece görüldükleri yerde protesto edilmesi çağrısında bulunduk. Son olarak İstanbul’da Selamsız Bandosu ile karşıladık. Hürriyet gazetesi bu protestoları hiç yansıtmadı ama çok da rahatsız oldu.
Mehmet- Hürriyet kurulduğu günden bu yana özellikle de son 10–15 yıldır bütün insan hakları ihlallerini sessizce seyretti. Dolayısıyla bunu afişe etmek için bu protestoları gerçekleştirdik.
- Bu tavrınızın “Medyaya rağmen darbe olmaz görüşüyle de bir ilgisi var mı?
Turgay- Hürriyet hep darbelerden yana olmuştur. Bu nedenle Aydın Doğan’ın da değildir zaten, hiçbir zaman hiç kimsenin olmamıştır. Hürriyet statükonun, Türkiye’de ne olduğunu bir türlü anlayamadığımız görünmez bir güç ve büyük bir erkin gazetesidir. Orada başka bir aklın çalıştığının farkındayız. Zaten protestolarımız sonucunda Hürriyet bizi yanıltmadı. Ertuğrul Özkök yaptığı konuşmada “Genç Siviller bizi protesto ediyor ama bir dahaki sefere biz onlara da bir vagon vermeyi düşünüyoruz” diyerek bize Ahlaksız teklifte bulundu.
- Sayınız az ama çok etkili eylemler yapıyorsunuz. Nasıl oluyor bu?
Pınar- Belki de çok yaratıcı eylem yöntemleri geliştirmemizden kaynaklanıyordur.
Kemal GÜMÜŞ / VAKİT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.