Önce kavga, sonra barış; hedefe varış!
Ali Karahasanoğlu'nun yazısı:
“Ertuğrul özkök: Ya şimdi Güneş biz biliyorsun bir tane karton fabrikası kuruyoruz Kocaeli’nde, ondan sonra ee.. Size bir teşvik başvurumuz var.
Güneş Taner: Tamam.
özkök: 50 milyon dolara kadar teşvik veriyorsunuz, şey pardon 50 milyon dolar en az olacak. Bizimki 130 milyon dolarlık falan bir teşvik...
Taner: Eee, veririz.
özkök: Senin masanda duruyormuş bu.
Taner: Yoo, daha bana gelmedi.”
Böyle başlıyor telefon muhabbeti..
Sonra patronun karton fabrikasının teşvik işi konuşulurken, bu işlerin nasıl yürütüldüğünü gösteren, usûlün ne olduğunu deşifre eden esas konuya geçiliyor..
“özkök: Yok abicim senin başbakanın bana etmediği hakareti bırakmadı.
Taner: Benim başbakanım oldu şimdi.
özkök: Ulan yine ben koruyorum, hâlâ da ben koruyorum. Röportaj gibi gideceksin ana avrat iyice bir kavga edeceksin ondan sonra tekrar iyi adam olacaksın.
Taner: Ankara’da her şey önemli bugünler, bu saatlerde.
özkök: Ben bunu kafaya yedikten sonra hiçbir şeyi yok. İftira atıyor, bana kalleş diyor. Atsın ne yapalım. Biz de öğrendik artık kavga ederiz onunla bir güzelcene ondan sonra barışırız biz de iyi adam oluruz ondan sonra bizi de şey yaparlar.”
İşte usûl, son cümlede özetleniyor..
önce kavga edilip, sonra barışıp, iyi adam oluyorlar.. Emellerine ulaşıyorlar..
Bu diyalog 10 yıl öncesinin diye, önemini gözardı etmeyin.. Bugün de aynı metod, sektirmeksizin sürüyor.
Sadece Ertuğrul için değil canım.. Tahmin edebildiğiniz her alanda aynı usûl geçerli..
FazılSay olayına bakın.. önce hükümet aleyhine açıklama yapılarak kavga edildi. Şimdi barışıldı.. Arada Osman Yağmurdereli’nin şahsında “göbeğini kaşıyan adam” hakareti ile tekrar kavga edildi.
Yeniden barışıldı..
Arkasından şimdi, birer-ikişer talepler yerine getiriliyor..
Devlet adına çıkarılan takvim yapraklarında FazılSay’a övgüler düzülüyor.. Kültür Bakanı, bir anlamda kendi eşi için de uygunsuz laflar eden Fazıl Say ile kahvaltıda buluşuyor..
Arkasından da, % 70’in temsilcisi olarak gösterilerek dışlanan hükümetin bakanı, “% 30’da kaldık” diyen Fazıl efendiye beste ısmarlayacaklarını açıklıyor!
Tabi bunlar sürerken, anne Gürgün Say’dan hükümete övgüler düzülüyor!
Ne kadar çirkin ilişkiler bunlar!
Menfaat ekseni üstünden yürütülen yanlış işler..
İki taraf için de..
Sanatçı geçinen kişi için de, hükümet için de..
Aynen Hürriyet (Ertuğrul özkök) ile dönemin DevletBakanı Güneş Taner’in telefon görüşmesinde deşifre olan ilişki silsilesi gibi..
Kavga edip, barışıp, hedefleri elde ediyorlar.. Bu arada garibim vatandaş; saf saf bunları seyredip, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyor..
O sırada; Meyfa mı, Meyta mı, talepçi genel yayın yönetmeninin, tam olarak ismini bile bilmediği karton fabrikasına teşvik belgemiz çıkıveriyor!
Şimdi de aynı numaralar..
“Bu ülkeden gideceğim” numaraları...
Arkasından “Aman dur. Bir dakika..” teskin etme çalışmaları..
Sonra gelsin beste bedelleri, gelsin reklam bedelleri.. Tanıtım/reklam avantajları..
Bu örnekler sadece Ertuğrul ile, Fazıl Say ile sınırlı olsa, yine de bir şey değil.. Ama tezgâh böyle kurulmuş, hep aynı numaralar.
A’dan Z’ye kadar, kartelin tüm işleri bu minvalde yürüyor..
Seçkinci zümrenin tüm işleri, A’dan Z’ye böyle yürüyor..
Sonra dönüyoruz kendi seçmenimize, “Durun biraz sabır... Mutabakat gerekir.. Toplumsal mutabakat.. Kurumsal mutabakat.. Mantıksal mutabakat.. Filmsel mutabakat.. Zihinsel mutabakat... ....”
El insaf yani..
Adamlar operasyonlarını, iki haftada sonuca ulaştırıyorlar.. Almak istediklerini alıp, ceplerine koyuyorlar.. Oy vermeyeceklerini de, bas bas bağırarak ilan ediyorlar..
En tabii hakkını isteyenler ise, “tekkede derviş”liğe devam ediyor. Sabır ha, sabır..
Nereye kadar sabır? Belediye seçimlerine mi?
O vaadler belediyeleri ilgilendiren konular değil, dolayısıyla bir sonraki genel seçimlere mi?
“Olmaz, olmaz” demeyin, olmaması için bir sebep yok ki!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.