Beyhude Ömrüm (Mü?)
Vahdet Yazarı Kerime Yıldız, Niğde merkeze bağlı Taşpınar Yaylası’nda Zeliha Teyze’nin kiraz bahçesine konuk oldu. Şalvarı giyip bahçeye işçilerin arasına daldı. Zeliha Teyze ve bahçenin hikayesini sizler için ilk ağızdan dinledi ve yazdı:
FOTOĞRAFLARI GÖRÜNCE İÇİME ATEŞ DÜŞTÜ
Önce, bu yazının hikâyesini anlatayım. Sizden iyi olmasın, İstanbul’da beş sene yan yana oturduğum akrabadan ileri bir komşum vardı. Tesâdüfe bakın ki soyadlarımız da aynıydı. Bir gün, annesinin bağından gelen meyveleri ikrâm ettiğinde hayretler içerisinde kaldım. Kiraz kızı olmamdan kiraz ile yolum kesişirdi ama, bu kadarı da fazlaydı. Siz deyin Temmuz sonu, ben diyeyim Ağustos başında kirazın ne işi vardı? “Annemin kirazları bu zamanda oluyor” dedi. Sonraki sene, bağın fotoğraflarını gördüm. İşte o zaman içime bir ateş düştü. “Ben bu bağı göreceğim” diye ahdettim. Altı yıl önce, komşumun Niğde’de olduğunu duyunca, yola düştük.
ŞALVARI GİYİP BAHÇEYE DALDIM
Niğde merkeze bağlı Gümüşler Köyü’nden Taşpınar Yaylası yoluna, arabayla vurduk. Komşumun annesi Zeliha Teyze, önde; biz, arkada. Doğru dürüst ağaç olmayan iki tepenin arasında bir hayli gittik. Yol toprak. Yol bitince çölde vaha mı desem, ne desem bilmiyorum, öyle bir yere ulaştık. Ne çâre ki şiddetli bir migren krizi yüzünden bir şey anlamadım. Anladım da derdim meyve yemek değil; bağın ve bağcının hikâyesi. Niye derseniz… Çünkü hikâye, hık demiş, Mustafa Kutlu’nun Beyhûde Ömrüm’ünden düşmüş. Kitabı okuyunca, Zeliha Teyze’yi yazma isteği dayanılmaz hâle geldi. O zaman, hayâtımda yazı yok. Ne yapacağız? Nasip işte. Beş sene demlendi. Bağ büyüdü. Zeliha Teyze altmış beşine geldi. Ben, Vahdet yazarı oldum. Nihâyet bu sene, aziz komşumun Niğde’ye gittiğini öğrenince evi barkı terk edip yola düştüm. Tam kiraz bozma zamanı bağdaydım. Bağı seyrederek hikâye mi çıkar? Şalvarı giyip bahçeye, kiraz bozan işçilerin arasına daldım. İstersen dalma. Zeliha Teyze, boş oturanı sevmiyor. Size bu hikâyeyi anlatmak için günlerce kiraz işçiliği yaptım. Gelelim bağın hikâyesine…
YEDİ ÇOCUĞA ALTI ELMA
Kolsuz Mevlüt, Zeliha Teyze’nin kayınpederi. Adanalı yörük. Yazları, Taşpınar Yaylası’na geliyor. Gümüşler Köyü’nden bir kız alıyor. Ancak, eşi Adana’nın sıcağına dayanamayınca Niğde’ye göçüyor. Gene, konar göçer. Bir gece yayla yolunda sigara içerken üç beş başıbozuk ateş edip kolundan vurunca, kol gidiyor ve adı Kolsuz Mevlüt olarak kalıyor. Sonra da Kolsuz soyadını alıyor. Kolsuz Mevlüt’ün yedi çocuğu oluyor. Bir gün, bir bahçenin yanından geçerken bahçe sâhibi çocukları için altı elma veriyor. Çocuk yedi; elma altı. Çok gücüne gidiyor Kolsuz’un. Bağ bahçe aşkı o zaman depreşiyor. Beyhûde Ömrüm’ün kahramanı Islak Kaya’yı görünce içine ateş düşmüştü ya öyle bir şey. Yayla yolundaki Ören’i satın alıyor. Taşlık bir yer Ören. Ağaç mağaç yok. Olsun, su var. Hemen elma ağaçları dikiyor. Çoluk çocuk yesin diye. İşçi tutup bahçenin kenarlarına duvar ördürüyor. Geceleri uyumayıp tek kolu ile arazinin taşlarını toplayıp işçinin ördüğü duvarın dibine taşıyor. Böylece, yedi çocuğuna bağ bahçenin temelini atıyor. Bir gün yayladan dönerken düşmanları tarafından bıçaklanarak öldürülüyor.
GELİRKEN GETİR GİDERKEN GÖTÜR
“Gelirken getir; giderken götür. İş seni değil; sen işi kovala.” derler ya teyzenin bağdaki hayâtı böyle. Bir iş için aşağı iniyor; elinde bir deste üzüm yaprağı ile dönüyor. Hep hareket hâlinde. Her zaman tedbirli. Müthiş bir ticâret kafası var. Tüccarla işçilerle pazarlık yapıyor. Ürünü satıyor. On sekizlik gençler gibi araba kullanıyor. Kışın boş durmak yok. Elişi yapıyor. Mevlüt okuyor. Kiraz toplarken ara sıra kulaklarımızın pasını sildi.
BAŞBAKAN’A KİRAZ YOK
Zeliha Teyze, döneceğimiz gün hediyelik kirazların derdine düştü. Ne de olsa Ören’in en güzel kirazı onun. Çocuklarına, bana, otogardaki görevliye, doktora, mühendise… Herkesin payını ayırdı. “Biz tamam da diğerleri
niye?” dedim. “Otogardaki çocuğa telefon ederim; önden biletimi ayarlar. Doktora, mühendise işim düşer; hep yaparlar.” “ZelihaTeyze ya… Bir koli de Başbakana hazırlasan. Ben götürürüm. Ne de olsa Başbakan. Bak birgün işimiz düşer.” “Vermem. Niğde’ye geldi yanıma uğramadı.” Gülüşüyoruz.
ZELİHA TEYZENİN GURBET HİKAYESİ
Kolsuz Mevlüt’ün çocuklarından Bayram, çocukken uyuyor; uyandığında bir kolu tutmuyor, bir ayağı sakat kalıyor. Muhtemelen menenjit geçiriyor. Doktor hastane yok tabi. Bağda bahçede çalışamayacağı için hâfızlığa veriliyor. Çocuk yaşta gurbete, İstanbul’a gidiyor. Hâfızlığı tamamlayınca Tekirdağ’ın bir köyüne Kuran kursu hocası olarak atanıyor. Yalnızlık zor tabi. Özürlü olması da ayrı dert. Teyzesinin kızıyla başgöz ediliyor. İşte Zeliha Teyze’nin gurbet hikâyesi böyle başlıyor. İtiraz etmeden evleniyor. Daha on altı yaşında, yaylada çobanlık yaparken hoca hanımı oluyor. Eşine gönülden bağlanıyor. Hizmette kusur etmiyor. Bayram Hoca, dışarıdan ortaokul ve liseyi bitiriyor. Sonra Marmara ilahiyata başlıyor. Tekirdağ’dan İstanbul’a taşınıyorlar. Bayram Hoca, hem müezzinlik yapıp hem ilahiyatı bitiriyor. Bu arada iki oğlan iki kız, dört çocuk büyütüyor Zeliha Teyze. Bir sürü işte çalışıyor. Refah Partisi kadın kollarında siyasetle uğraşıyor. Çocuklar büyüyüp evleniyorlar. Emekli olan Bayram Hoca’nın aklı fikri, Niğde’deki bahçede. Zeliha Teyze, dönmeyi istemiyor. Bayram Hoca, onu iknâ etmek için Niğde’den ev alıyor. Gönlünü hoş tutuyor. Nihâyet, Niğde’ye yerleşiyorlar. Karı-koca, bağdan hisselerine düşen kısmı işlemeye başlıyorlar. Envâî fidan dikiyorlar. En çok da kiraz. Kolay olmuyor. Yol yok; elektrik yok. Bayram Hoca’nın bir tarafı tutmuyor. Önceleri itiraz eden Zeliha Teyze, bağda öyle bir çalışıyor ki herkesi şaşırtıyor. Bir de bağ evi yaptırıp ikinci baharı yaşıyorlar. Zamanla elektrik geliyor. Rahat ediyorlar. Yollar, hâlâ bozuk.
DİŞİNE KAN DEĞDİ
Bağda, en çok yılandan korkuyor Zeliha Teyze ve birgün karşılaşıyor. Serde yiğitlik var ya o anda bu korkuyu yenmeye karar veriyor. Taşla yılanı öldürüyor. Müjdeyi verince eşi çok memnun oluyor. “Artık korkma, dişine kan değdi” diyor. İstiyor ki karısı hiçbir şeyden korkmasın; hiç kimseye muhtaç olmasın. Vaktiyle ehliyet bile aldırmış. Bir de araba alınca her işlerini kendileri görüyorlar. Bayram Hoca, bundan on üç sene önce bir bahar günü, bir kiraz ağacının altında, ruhunu teslim ediyor. Zeliha Teyze, yapayalnız kalıyor. Çocuklar gurbette, eşi ötelerde. Herkes merak ediyor Zeliha Teyze’nin bağını. “Artık uğraşmaz; bırakır” diyorlar. Bırakmıyor Zeliha Teyze. Daha bir asılıyor. Her işi yapıyor. Yapamayınca işçi tutuyor. Su sırası gece geldiğinde tek başına direksiyona geçip bağa çıkıyor. Ören’in en güzel kirazını yetiştiriyor. Bahar geldi mi bir ayağı bağda. Bâzen yatıyor. “Korkmuyor musun Zeliha Teyze?” diyorum. “Ne korkacam. Ayetelkürsi okuyup yatıyorum. Tabancam da var hem” diyor.
TORUNLARLA MEHTAP SEFASI
Bir gece, Zeliha Teyze’nin torunları ile bağ evinin çatısında mehtap sefâsı yaptık. Şiirler, şarkılar eşliğinde yıldız kaymasını bekledik. Cemal Sâfi’den Necip Fazıl’a geçtik. Tam da ayın ondördüydü. Benim aklıma Yahya Kemal’in Leylâ’sı geldi. Zeliha Teyze’nin bir oğlu eşini kaybedince Niğde’ye taşındı. Torunu Feyza, altı yaşındaydı. Serpilmiş; çok güzel bir genç kız olmuş. Kiraz toplarken Çalıkuşu’ndan Madam Bovary’ye kadar sohbet ettik. Tıpkı Çalıkuşu gibi oralara âit değil. Aklı İstanbul’da. Tıp okumak istiyor. Bilinç düzeyi, çok yüksek. Bağ dönüşünde aya bakarken gözlerinin ıslak olduğunun fark ettim.“Bak Feyza” dedim. “Çocukken, her yaz köye giderdik. Çok sıkılırdım. Çok zordu. Fakirdik. Ama beni ben yapan o günlerimmiş meğer. Bu topraklara, bu toprakların insanına o zaman bağlanmışım. Büyük şehirde kaybolmadıysam, değişmediysem o günler sâyesinde. Sen de ileride anlayacaksın.” Gülümsedi.
‘CIZBÖCÜ’
Zeliha Teyze’nin bahçedeki hayvanlarla arası çok iyi. Börtü böceğin anası olmuş. Omuzuna atlayıp yere inen sincap bile var. Bir akşam, bahçede yemek yerken iri kıyım bir böcek yanağıma konunca kafayı yedim. Ciyak ciyak balkona kaçtım. Balkondan karizmayı kurtarmaya çalışırken, baktım Zeliha Teyze’nin “cızböcü” dediği böcek parmağına konmuş. Bana göstererek “Bak yüzük” dedi. Sonra başına koyup “Bak çiçek” dedi. Zangır zangır titreyerek bu gösteriyi seyrettim.
HER ŞEY BEYHÛDE Mİ?
Aziz Okuyucu!
Bu, sâdece, bir bağ –bahçe hikâyesi değil elbette. Gerisinde bir göç hikâyesi var. Meseleye, Kolsuz Mevlüt zâviyesinden bakınca bunca uğraş beyhûde değil. Şehre giden oğlu geri dönmüş; gelin, hâlâ, ocağı tüttürüyor. Zeliha Teyze zâviyesinden de beyhûde değil. Çocuklarından biri, İstanbul’dan Niğde’ye göçmüş ; bağ-bahçe yapıyor. Torunlara gelince… Allah kerim. Kimbilir, belki bu yazıyı okuyan birinin içine bir ateş düşer; memleketine dönüp ocağı tüttürür. Bağ bahçe yapar. Şehre inat… Betona inat…
Vahdet
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.