Aytaç Yalman’dan Çarpıcı Çözüm Süreci Değerlendirmesi
Aybek Gazete’ye verdiği röportajda birbirinden ilginç açıklamalarda bulunan Yalman Çözüm Süreci’yle ilgili “Son yıllarda yapılan siyasi ve sosyal hatalar bahse değer çok önemli bir konudur. Çözüm bahanesiyle daha çok teröristlerin gelişmesine, filizlenmelerine imkân sağlanmıştır. Sorunun siyaseten çözümü ulus bütünlüğü içinde mümkündür” ifadelerini kullandı.
Aytaç Yalman Paşa, dine bakışı konusunda da ilginç açıklamalarda bulundu.
Atatürk konusunda "1283 Harbiyeli Mustafa Kemal kitabımı ilk yazdığım zaman Atatürk'ün Harp Okulundayken o dönemde günde beş vakit namaz kıldığını öğrendim. Hatta Harp Okulu’nda fazla musluk yokmuş, bu nedenle kuyruğa giriyorlarmış, vakit bulamadıkları için abdestsiz namaza duruyorlarmış çok ironik örnekler var o kitapta” diyen Yalman, sondaki dönemlerde TSK’nın dine bakışı konusunda ise şu çarpıcı değerlendirmeleri yaptı:
“Şimdi Silahlı Kuvvetler’e gelince, bu çok değişken bir eğridir. Bu kurumsal olmaktan çok dönemsel ve de bir ölçüde bireysel bir anlayış olarak gelişmiştir. Şimdi Osmanlı İmparatorluğu bir din devletidir, şeriatın geçerli olduğu bir imparatorluk. Son zamanlarda farklı bir hukuk sistemi de getirilmiş olabilir. Ben 1955 yılında henüz sakalım çıkmamışken, kısa pantolonlu bir insan olarak askeri okula girdim. Okulda hocamız Hilmi Işık idi. Hilmi Işık meşhur bir insandır. Işık evlerinin kurucusu idi. Bizim kimya hocamızdı bize dini telkinlerde bulunurdu ben hiç rahatsız olmadım. Ama benim rahatsız olduğum bir hocamız daha vardı. Bizim namaz kılıp kılmadığımızı, cumaya gidip gitmediğimizi gizli gizli kontrol eden bir hocamızdı. Ben çok rahatsız olurdum. Özgür iradeyle yaşanmalı din. Şimdi din konusu askerlikte, benim takip edebildiğim kadarıyla, 80'li yıllara kadar bir sorun olmadan devam etti. 80 ihtilali, başörtüsü, tesettür kavramlarını ortaya çıkarana kadar hiçbir tahdit olmaksızın Silahlı Kuvvetler mensupları lojmanlarında mevlit okuturlardı, herşey son derece rahattı. Acaba bana ne derler baskısı da yoktu. Başörtüsü de yoktu, baskı da yoktu. Anadolu kadınlarının taktığı başörtüsü tipinde başörtü. Başörtüsü ne kötü bir obje olmuştu ne de dini bir simge olmuştu, öyle bir şey yoktu. 1980'den sonra yeni bir toplum profili geliştirilmek istendi. Nasıl cumhuriyetin ilk yıllarında bir sosyal mühendislik projesi uygulanmışsa, türdeş bir insan tipi, yaratılmak istenmişse cumhuriyetin yarattığı bir insan tipi yaratılmışsa Atatürk’ün ifadesiyle asrî, modern bir anlayış ama biz tabii toplumun hep öyle olduğunu sandık ama öyle değilmiş toplum. Baskılar üzerinden kalkar kalkmaz işte bu noktaya geldik. 80’den sonra işte bu başörtüsü meseleleri gündeme geldi ama esas kırılma noktasını ben 1997’de görürüm. 28 Şubat olayı bu yönü ile çok talihsiz bir olaydır. Askerlerin siyasete müdahalesi hem görünür anlamda hem görünmeyen şekliyle olmuştur. Ben de Milli Güvenlik Kurulu'nda 4 sene görev yaptım. Görünen müdahale darbelerdir. Diğer bir konuda askerlerin MGK'da fikirlerini ifade etmesidir. 28 Şubatta çok farklı bir şey oldu, tam darbe de olmadı çünkü Meclis açık ama 28 Şubat Silahlı Kuvvetlerin iç dinamikleri açısında çok ciddi kırılma noktaları yarattı. Dindar bir insanın da samimi bir Atatürkçü olamayacağı gibi bir anlayış ve düşünce gelişti ve 28 Şubattaki işte o malum olayda, o postmodern darbe denilen olayda en üst noktasına çıktı bir ordunun içinde dinciler de olabilir dindarlar da vardı. Silahlı Kuvvetlere zarar gelmesin diye tamamını Silahlı Kuvvetlerden çıkardık. Bu aşamada Askeri Şura'da sivil üyeler şerh koyuyorlardı. O dönem, 1997 yılında. Ordudan atılanlar kendi aralarında birlik oldular ve karşı hareket geliştirdiler. 28 Şubat bana göre belli birkaç kişinin eseridir. Bunun sonucu olarak askerlere namaz kıldırtılmıyor askerler baskı altında duygusu topluma yayıldı. Ben o tarihlerde Adana'daydım. Adana Müftüsünü çağırdım, sonra rahmetli oldu o adamcağız Yalova depreminde, çok aydın bir müftüydü, bir gün bizim camimizde kılın namazı dedim. Çok güzel bir camimiz vardı Kolordu sahasının içerisinde. Çünkü ona subaylar camileri kapattı, minberi kaldırttı, halıyı kaldırttı, depo gibi kullanılıyor demişler. Böyle bir zihniyet işte o dönemsel ve kişisel dediğim dönem içinde yaşandı. Ve o günler toplumun içerisinde acı baskılar, travmalar yarattı. Ve işte o günlerden sonra 2002 yılında iktidar değişti.
İşin bir yönünü daha söylemek istiyorum. 55 yıllarında aşağı yukarı her mahallede bir subay bir asker görürdünüz 60’larda 70’lerde. Bir mahallenin bir cüz ü tamı yani bir parçası idi yani bütün mahalleli onu tanırdı halkın içerisinde onlarla beraber yaşardı, halkın duygularını paylaşırdı acılarını paylaşırdı onlardan biriydi. Bu 80 yılına kadar böyleydi. 80 yılından sonra büyük bir lojman yapımına girişildi. Bu durum askerleri toplumun dışında bir çeşit kampüs içine kapattı, yani subay ve askerler toplumdan koptu. Bu çok önemli bir konudur. Dinsel bir kopuşun yanısıra bir de sosyal bir kopuş oldu. Toplumla hiçbir irtibatı kalmadı. Ondan sonra da üniformalı olarak artık gezmeme başladı. Sokakta artık üniformalı insan yok.”
SORU: Söyledikleriniz, diğerlerini ötekileştirmeden bütüncül bir yaklaşım sergilemek açısından çok önemli. Aksi halde herkes kendi penceresinden bir değerlendirme yapıyor. Öte yandan günümüzdeki uygulamalar da üst seviyedeki askere görünür bir şekilde zarar verdi. Halkın gözünde küçük düşürmeye mi çalışıldı? Bilinçli yapıldıkları söylenebilir mi acaba?
YALMAN: Söylediğinize katılıyorum, ama askerler kendi iç dinamikleriyle de buna hizmet ettiler. Ancak esas etki vesayeti ortadan kaldırmak adına hoyrat ve kaba bir şekilde Silahlı Kuvvetler ciddi anlamda zayıflatıldı. Mesela Subayların 2002'den sonra maaşları hiç artmamıştır. Refah payından bir kuruş almamıştır subaylar. Ancak enflasyon kadar zam yapılmıştır. Onların dışında hâkimler, polisler, öğretmenler ekstra zamlar görmüşlerdir. Bu da bir mali çökertmedir.
SORU: Sanki ileriki zamanda çatışmaya zemin hazırlamak istermiş gibi.
YALMAN: Evet, asker baskı altında hissettiği için sessiz olabilir, asker acıyı içinde hissederek farklı bir duygu da geliştirebilir bunu kestirmek çok zordur. Siz bir toplumu korumak ve kollamak yükümlüğünü almışsınız bunun onurunu yaşarken sizi maddî anlamda çökertiyorlar. Şimdi de manevî anlamda çökertiyorlar, şehitlik konusunda olduğu gibi. Siz o zaman neden ateşe atacaksınız kendinizi. İşte bu anlattıklarım siviller arasındaki kopuşu da getirdi; şimdi bu kopuşu yaşıyoruz. Ama askerlerin de yapması gereken birçok şeyler var. Askerlerin sosyal hayatın içine girmesine yönelik önerilerim olacak çıkacak kitabımda.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.