Karakoç Mihriban’ı ve Hak yol İslam’ın doğuşunu Habervaktim’e anlattı

Karakoç Mihriban’ı ve Hak yol İslam’ın doğuşunu Habervaktim’e anlattı
Büyük Şair Abdürrahim Karakoç’un başka hiçbir yayın organıyla paylaşmadığı çok özel bilgilere bu söyleşide bulacaksınız.

Usta Şair Abdürrahim Karakoç’un bugün Hakka yürüyüşünün 4. Seneyi devriyesi. Rahmetli Karakoç, hayatının en uzun söyleşisini bundan tam 8 yıl önce yine bir Ramazan günü sitemiz habervaktim.com ile gerçekleştirdi.

Yeni Şafak’ından, Hürriyet’ine, Sabah’ından, Milli Gazetesine kadar pek çok ulusal gazetenin alıntıladığı röportaj binlerce haber sitesi ve blok sayfaları tarafından da şiir ve edebiyat severlerin hizmetine sunuldu. Hıncal Uluç, Ertuğrul Özkök, Sibel Eraslan ve onlarca yazar da söz konusu röportajdan çarpıcı anekdotu okuyucularıyla paylaştı.

Rahmetli Karakoç’un, Habervaktim’e siyasetten sanata, şiirden edebiyata, yakın tarihin önemli olaylarından önemli simalarına, medyadan günlük yaşama dair pek çok konuda çarpıcı değerlendirmelerini bugün yeniden okuyucularımızla paylaşıyoruz.

İlk kitabı nasıl çıktı?

Demirel’e ilginç gönderme

Osman Yüksel Serdengeçti ile ilginç anıları

Osman Yüksel Serdengeçti’nin TBMM anıları

Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili ne dedi?

İlk şiirlerini neden yaktı?

Şiirlerinde kimi örnek aldı?

“Hak yol İslam yazacağım” nasıl doğdu?

“Mihriban”ın hikayesi

“Hiç açıklamadım benimle toprağa gidecek” dediği şey ne?

MHP’den neden istifa etti?

Alparslan Türkeş’le yaşanmış hatıraları

Devlet Bahçeli için hangi ilginç değerlendirmeyi yaptı?

İkiz kulelerin vurulmasını nasıl Karakoç’a bağladılar?

Hahambaşı, Karakoç’u kimlere şikayet etti?

Milliyetçilik nasıl ulusalcılık oldu?

“İki İsmet’in ilginç hikayesi…

İşte bundan tam 8 yıl önce yine bir Ramazan günü Usta Şair Abdürrahim Karakoç ile gerçekleştirilen söyleşinin geniş özeti:

Yaşayan en büyük şairlerimizden olan Karakoç, Habervaktim’e siyasetten sanata, şiirden edebiyata, yakın tarihin önemli olaylarından önemli simalarına, medyadan, günlük yaşama dair pek çok konuda çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

KİMSEYİ KIRMAM AMA BİRİLERİNİ RAHATSIZ EDİYORUM

-Efendim öncelikle teşekkür ediyoruz. Kırmayarak bize vakit ayırdınız.

 A.KARAKOÇ: Ben kimi kırdım ki sizi kırayım? Sadece birilerini rahatsız ediyorum.

- Kimi rahatsız ediyorsunuz, kimler onlar?

A. KARAKOÇ: Bu memleketi hep kendinin tekelinde zanneden, babadan dededen kalma sözüne buyruk mütekallibe ekibi…

DEDEM VE BABAM DA ŞİİR YAZARDI, ŞAİR OLACAĞIMI BİLİYORDUM

- Şairlik ya da sanatkarlık doğuştan, Allah vergisi bir özellik midir yoksa aileden mi ya da sonradan öğrenilen bir şey mi? Siz çocukluk ve gençlik yıllarında bugün geldiğiniz noktaya gelebileceğinizi tahmin edebiliyor muydunuz?

 A.KARAKOÇ: Biliyordum. Bir ailede en çok ne ile iştigal ediliyorsa, çocuklarda o işle uğraşıyorlar. Benim dedem şiir yazarmış, onu tanımıyorum, çocukluğumdan belki kıt kanaat tanırım. Babam şiir yazıyordu, şiir okuyordu. Sonra ağabeyim başladı yazmaya. Onları gördükçe beni de bir merak saldı. Allah vergisidir ama ben de üzerine düştüm tabii. Biz beş kardeşiz, beşimiz de yazarız.

Dördünün yayınlanmış kitapları var. Birisi henüz kitap yayınlatmadı. Yayınlatmamasının nedeni de: Diyor ki, “Ben sizler kadar meşhur olamam, olamayacağım için gerek yok.”

KİMSE ŞAİR OLACAĞIMA İNANMIYORDU

- ‘Güneş ışığının olduğu yerde ayın ışığı görünmez’ diye mi düşünüyor?

A.KARAKOÇ: Evet. Doğru söylüyorsun, öyle düşünüyor, öyle söylüyor. “Senin kadar olamam” diyor. Bir aileden birinci sınıf güreşçi çıkar, ya birinci olacak ya da o işi yapmayacak. Seviye meselesi çok önemli. Ben öyle düşünmedim. Benim kendi kafamdan geçen ta çocukluktan beri, “Neyi yapıyorsam en iyisini yapacağım” dedim. “En uca taşıyacağım. En iyisini yapacağım.” dedim. İnanmazlardı arkadaşlar şiir yazdığıma. “Bu bir sanattır, ben bu sanatı yürüteceğim” dedim ve yazmaya devam ettim. Bana arkadaşlarım, “Ankara’da, İstanbul’da her yeri parsellemişler. Sen bu köyde ne yapacaksın?” diyorlardı. Aslında dedikleri de doğruydu.

Benim oraya üç gün sonra gelirdi günlük gazete. Dedim, “O öyle değil, göreceksiniz tüm Türkiye’ye duyurduğum gibi, Türkiye’nin de dışında duyuracağım ismimi.” İnanmazlardı.

SANATINI KİM İÇİN YAPIYOR?

- Öyle bir idealiniz varmış. Peki gelecek açısından sanatın şekli noktasında nasıl bir ideal belirlemiştiniz kendinize? Hiç bitmeyen “Sanat sanat için yapılır ya da sanat halk için yapılır” tartışması… Siz hangi tarzı benimsemiştiniz?

A.KARAKOÇ: Ben sanatı halkım için yaptım. Benim yazdığım şiirlerin hepsi halkım içindi. “Sadece doktor okuyacak, sadece hakim okuyacak”, öyle şey olmaz.

Merkezinde insan olmayan sanat, sanat değildir.

Gerek şiir olsun gerek roman olsun gerek mimari olsun; dikkat edin, hepsinin merkezinde insan vardır. Güzelliklerin hepsi insana hitap ediyor. Başka bir şeye değil. Onun için benim çalışmalarım hep insan merkezli oldu. İnsanın değerini hep bildim. Ancak değersiz insanlar da var ne yapayım, onlara da vurdum. Karakterim öyle.

DADALOĞLU, KARACAOĞLAN’A BEŞ ÇEKER

- Mutlaka ilerde ya da bugün sizleri de kendine örnek alacak sanatçılar çıkmıştır ya da çıkacaktır. Sizin de gençlik yıllarında örnek aldığınız, gıpta ile baktığınız şair-sanatçı var mıydı?

A.KARAKOÇ: Olmaz mı, gıpta ile baktığım? Ben mesela Fuzuli’yi çok severdim, çok da okurdum; çok değerli bir şair. Bugünküler kıymetini bilmiyor, lisan bakımından kıymetini anlayamamışlar. Bugün güya bize uymadığı için, ilgi göstermiyorlar.

 Fuzuli dışında Dadaloğlu mesela. Benim gözümde bir Dadaloğlu beş Karacaoğlan eder. Hem şiir yazıyor hem de kendi benliğini unutmadan haksızlıklara kafa tutuyor. Köroğlu da böyledir. Bir hikayedir Köroğlu. Ama Dadaloğlu bir gerçektir biliyorsunuz. Hem o dönemlerde ezilmişler bu insanlar. Hem kimsenin ezilmesine de gönlüm razı olmaz.

 Arif Nihat Asya sevilmez mi? Necip Fazıl Kısakürek sevilmez mi?

Fakat ben kendime örnek olarak hiç kimseyi almadım. “Ben bana benzeyeyim, ben hiç kimseye benzemeyim.” dedim.

- Orijinal olayım yani?..

 A.KARAKOÇ: Öyle olması lazım tabii.

Şimdi bana soruyorlar, “Gençlere tavsiyelerin nelerdir?”

Öncelikli tavsiyem…

Bir: Önce Türkçe’yi güzel kullanın.

İki: İllaki “Ben en uca kadar gideceğim” deyin. Siz öyle deyin, belki gidemezsiniz ama Allah’ın takdiridir. Gidemezsin ayrı mesele, zirveye çıkman lazım. Yarı yoldan döneceksen hiç lüzum yok o zaman.

 Bazı gençler diyor ki: Biz de yazıyoruz ancak iddialı değiliz. Ben de diyorum ki: Evladım terk edin o zaman. İddialılar gelsin.

İddialı olmayan bir adam hiçbir şeye yaramaz. Mesele bu kadar basit: İddialı olacaksın. Şehirde imkanları olan, maddi olanakları olan ustaların yanında yetişmiş kimseleri köyden gelen birisi hepsini destelememiş! Niye? Azmi var, samimiyeti var, inancı kuvvetli.

“HAK YOL İSLÂM YAZACAĞIZ”IN DOĞUŞU

- Çocukluk yıllarımdan bu tarafa dikkatimi çeken bir şiiriniz var: Hak yol İslam yazacağız. Bu şiiri nasıl bir atmosferde, nasıl bir duyguyla yazdınız?

A.KARAKOÇ: 1960 yılında yazdığım bir şiir. 27 Mayıs İhtilali’nden sonra. Bazı yerlerde o zamanda İslam’a karşı aşırı laikler vardı. Türkiye’de İslam’a karşı menfi bir tavır vardı. Ben o zaman o şiiri yazdım. Çünkü lüzumluydu. Bazı mesajların önceden verilmesi faydalıydı. Rahmetli Bekir Berk vardı, Said-i Nursi’nin avukatlarından. Bizim oraya bir dava için gelmiş, beni de gıyaben tanıyor. “Karakoç” dedi, “Marş olabilecek şiirin yok mu?” “Yeni yazdığım bir şiirim var. İster marş yapın, isterseniz öyle okuyun” dedim. Rahmetli bir okudu ve çok sevdi. Ve onun üzerine marşlar yapıldı. O dönemlerde otobüslerle Anadolu’da dolaşırken bu marşlar çalındı. Yine onlardan Said Özdemir var, bugün Kocatepe Camii Fuarı’nda kitap imzalıyordu. Önce beni tanıyamadı. İsmimi söyleyince çok sevindi, kucaklaştık. “Biz sizin o şiirinizi marş yapmış, ne günler yaşamıştık” dedi. Bu Allah’ın bir ikramıdır. O anda sana bir ilham veriyor, o ilham şiire dönüşüyor, şiir beğeniliyor.

- Bir günde mi yazdınız o şiiri?

A.KARAKOÇ: Hiçbir şiirim iki günde yazılmamıştır. Hiçbir şiirimin kopyası yoktur. Daktiloyla yazar, çıkarım. Anlık. Onun için farkındaysanız ben hiç bilgisayar kullanmadım.

- Yine meşhur şiiriniz “Hasan’a Mektup”, bu şiirden daha mı önce?

 A.KARAKOÇ: O zaman işte… İkisini de o zaman yazdım.

İÇİME DOĞUYOR, ŞİİR OLUYOR

- Şiir yazarken bir ön çalışma, kağıt kalem… Bir ön çalışma olmuyor mu?

A.KARAKOÇ: Hiç hiç. Doğrudan daktiloyla yazar bitiririm. Zaten gezerken, bakarken, insanlarla konuşurken içime bir şeyler doğuyor. Ben onları analiz yapıyorum. Şiir kıvamına gelince oturuyorum, bitiyor.

- Bu süreç bir hafta falan sürmüyor mu?

 A.KARAKOÇ: Yok kardeşim. Bir saat bile sürmüyor.

- Evet bir saatte yazılan bir şiir dilden dile dolaşarak marş yapılacak. “Minarelerin ucuna, kuşların gözbebeğine hak yol İslam yazacağız.” Maşallah.

A.KARAKOÇ: “Yazdığınızın hepsi güçlü müydü?” diyeceksiniz. Yok hepsi güçlü değildi. Zayıfları da vardı biliyorum, olabiliyor.

Şiirde ilham vardır. Şiir ilhamsız olmaz. Cenab-ı Allah bir ilham veriyor. O ilham bana yazmayı emrediyor. Bakın yağmur yağarken bulutların geldiği gibi, Allah bulutsuz yağdıramaz mı yağmuru? Ama bir vesile ihdas etmiş. İnsana da bazı şeylere görerek, duyarak ihsas ettirdiği için yazdırıyor. Gece vakti yazıyorum; bazıları “romantik” falan diyor.

 MİHRİBAN ROMANTİZM DEĞİL, O BİR GERÇEK

- Romantik dediniz de aklıma Mihriban geldi.

A.KARAKOÇ: O romantik değil. Romantik olmak; hayali şiir demek, olmayan bir şey demek. Benim ki gerçek. Eğer olmasaydı yazamazdım. Ama ismi Mihriban değildi, o ayrı.

- İsmini hatırlıyor musunuz şimdi?

A.KARAKOÇ: Hatırlamaz olur muyum?.. (Gülüyor) Gerçek olmasaydı öyle güçlü bir şiir çıkmazdı. Herkesin de bu denli dikkatini çekmez, çevirmezlerdi. Benden sorarlardı: Bu kimdi? Yahu, kimini ne yapacaksın?

- Mihriban’ın Karakoç’a ait olduğunu bilen kadar bilmeyen de var…

A.KARAKOÇ: Bizim koyunlar da bilmezdi benim yazdığımı. Bırak onları… Bugün sağcısı da biliyor solcusu da biliyor kime ait olduğunu. Fakat bazıları bildiği halde inkara kalkışıyor.

SOLCULAR BENİM ŞİİRİMİ KISKANIYOR

- Onu demeye çalışıyorum…

A.KARAKOÇ: Şöyle düşünüyorlar: Yahu böyle güzel şiirleri bizim solcular yazması gerekirken nasıl oluyor da bu adam yazmış. Kıskanıyorlar.

Nebil Özgentürk, bilirsiniz. Şiir, edebiyat çevirisi yapıyor. Bir gün yazmış, “Abdurrahim Karakoç’un değilmiş bu şiir” diye. Bu şiir Kahramanmaraş’ın Arguvan ilçesinde yüz elli yıldan beri söylenirmiş. Ben de cevap yazmıştım, “Nebil ne bilsin” demiştim. “Bir kere Kahramanmaraş’ın ‘Arguvan’ diye bir ilçesi yok, onu bilmiyorsun.” “Bak ben sana söyleyeyim” demiştim, “Arguvan, Malatya’nın kazasıdır. Ve orası tam Alevî’dir. “Sende de o var mı?” dedim. “Öyle olsaydı onu bilirdin. Yüz elli yıllık, 1961′den önce o şiiri bir yerde bul, ‘yazılmış, söylenmiş’ diye. Ben de sanatı terk ederim” dedim. “Sen de haklısın, bu şiiri sağ görüşlü birisinin yazması senin ağrına gidiyor” dedim. Sizin Marksistler, Lenistler, Stalinciler olsaydı severdin” dedim. “Bu seni kızdırıyorsa kızdırmasın” dedim.

MARKSİSTLER ŞİİRLERİMİ ALIYOR

- Sağ kesimden sizin gibi değerli insanların çıkması niye yadırganıyor. Solun tekelinde olan bir şey mi?

A.KARAKOÇ: Kindar olduklarından. “Bu tarafa itibar edilirde, fikirlerinden dönülür” diye korkuyorlar. Aslında ben biliyorum Almanya’dan gelip de Marksistlerden şiirlerimi alanları, fanatik Alevîlerden dahi sevenler var bu şiirimi.

- Besteleyenler sizden izin aldılar mı?

A.KARAKOÇ: Çok oluyor, evet. Kullanmak için de izin isteyenler oluyor.

- Bestelenince daha çok duyuldu galiba?

A.KARAKOÇ: O dönemde fazla okuyan yoktu ki duysun. Okuyan biliyordu.

 Daha sonra terennüm edilince daha çok duydular. “Türk’ün aklı gözünde yahut da kulağında” derler ya. Aynı kitabı üç, dört, beş hatta on defa okuyan adam, müzik olduktan sonra “Allah Allah! Lambada titreyen alev ne demek, bu ne demek” diyor. Sen okumuştun? Yok öyle anlamıyor. Daha bunun gibi çok şey var da müzik olmadığı için anlamıyor.

MİHRİBAN’A YAZILMIŞ ŞİİRLER

- Mihriban’ın hikayesini hiç anlattınız mı bugüne kadar.

A.KARAKOÇ: Yok hiç anlatmadım. Anlatmam da.

- Niçin?

A.KARAKOÇ: Niye anlatayım. Gençken birini sevmişim, normal. Bu meşru bir şey. Bu sevgi insani bir sevgi, İslami bir sevgi…

- İstediniz de vermedi mi ailesi?

A.KARAKOÇ: Olmamış. Olmadıktan sonra da bunu açığa vurmak da herhalde erkekliğe yakışmaz değil mi?..

- Peki Mihriban’a yazılmış başka şiiriniz var mı?

A.KARAKOÇ: Çoktur da isim yoktur ondan başka.

“Unutursun Mihriban’ım” diyorum. “Mektup üzerine yazılmış şiirdir. Unutmak kolay mı deme, unutursun Mihriban’ım. Mektup üzerine yazılmış. Oğlun kızın olsun hele unutursun Mihriban’ım.”

MİHRİBAN’I HİÇ AÇIKLAMADIM, BENİMLE TOPRAĞA GİDECEK

- İnternette antoloji diye sanat ve edebiyat sitesi var. Orada Mihriban’a birisi cevap yazmış. Size sitem var orada.

A.KARAKOÇ: Ben bilgisayara bakmam, internet kullanmam. Dünyada bakmam öyle şeylere, bu yaştan sonra. Ben hiçbir arkadaşıma söylemedim. Mihriban açıklaması yapmadım. Ancak ben öldükten sonra, “Ben konuşmuştum, şöyle dedi, böyle dedi” diyenler çıkabilir. Yalan söyleyenler olabilir, belki arkamdan. Siz şahit olun. Mihriban hiç açıklanmamıştır, açıklanmayacaktır. Sırrı benimle toprağa gidecektir. Bunu söyleme ihtiyacı hissediyorum çünkü yalan söyleyenlerin haddi hesabı yoktur bizim ülkede…

Gazetede kızın birisi diyor ki: Eski sevgililerim… Ne demek bu sevgililerim? Bir de değil demek ki birkaç tane.

 Bana diyorlar ki, “İkinci bir Mihriban daha olur mu?” Olmaz yavrum. Bir kişiye yıldırım iki defa düşmez. Bir kez düşer. Bitti.

 Sivas’ta canlı yayındaydım. Telefon eden bir hanım diyor ki: Bu Mihriban yaşıyor mu? Bilmiyorum. “Nasıl bilmezsin?” diyor. Bilmiyorum, otuz-kırk yıl geçmiş, nereden bileyim. Benim memleketimde de değildi. Diyor ki: Eğer yaşıyorsa ve bu türküyü dinliyorsa Allah ona yardım etsin. Bilmiyorum o dosya o zaman kapandı işte.

32 YAŞINDA EVLENDİM

- İletişim koptuktan sonra ne zaman evlendiniz?

A.KARAKOÇ: Onun zamanında 28 yaşındaydım; 4 yıl sonra, 32 yaşında evlendim. Her şey yukarıdan tayin edilmiş. Çocuklarımız oldu. Bilemiyorsun işte. Severek mi evlendim? Bilemiyorsun, bu da görerek oldu işte. Öbürü olsa daha mı iyi olurdu? Orasını da bilemem. Kötüde olabilirdi değil mi?

- Buradan gençlere bir tavsiyeniz olur mu? Başlangıçta “Hem insani hem İslami olmalı” demiştiniz?

A.KARAKOÇ: Tabii öyle olmalı. Mesela bazıları inkara kalkışır. Yalan söylemek yasaklanmış. Bazıları yaşanmış şeyleri inkar ederler.

İLÂHİ AŞKA GİDECEK YOL, BEŞERÎ AŞKTAN GEÇER

- Mesela Yunus Emre de diyor: “Beşerî aşk, ilahî aşka götürür” diye. Bunu nasıl yorumlarsınız?

A.KARAKOÇ: Bir dostum var. Bir gün gençlere sormuş? “Hiç sevdiniz mi” diye. Gençler de demiş ki: Sevmedik. Onlara kızmış, “Olur mu öyle şey? Allah sizi sevmek için yaratmış, niye sevmiyorsunuz ki? İnsanı sevmeyen Allah’ı nasıl sevecek?” demiş. Seveceksiniz ama İslami ölçüler içerisinde. “Allah’ın yarattıklarına aşık olamayan Allah’a da aşık olamaz” diyor, doğru söylüyor. İlahi aşka gidecek yol beşeri aşktan geçer. Otları, kuşları, kelebekleri toprağı seveceksin de eşrefi mahlûku sevmeyeceksen, ilahî aşka nasıl ulaşacaksın? Hangi yoldan gideceksin? Yollara tel örgü çekiyorsun, barikat kuruyorsun; sonra “Ben oraya gideceğim” diyorsun. Yalan, gidemezsin!

- Bugün sevginin içi boşaltılmış. İslam’dan uzaklaşmaya bağlayabilir misiniz?

A.KARAKOÇ: Evet. Temelinde İslam’dan uzaklaşma var. Tüm bunlarda sistemli bir şekilde yapılıyor. (Ses kayıt cihazını göstererek) Bakın buraya haç işareti konmuş, bu ne?

 Bakın bu artı işareti bilerek konmuş. Her yerde kullanıldığı için dikkat çekmiyor ama bilinç altına işleniyor. Senin hilalini niye koymazlar bunlar? Hilal daha cazip değil mi? Koymazlar.

SANAT DÜNYASI OLMAZ, SANATKAR OLUR

- Bir sanatçımız, bugün “Sanat Dünyası” denilen alemi “Hayvanat Bahçesi”ne benzetiyor. Sanat dünyasına sizin bakışınız nasıl?

A.KARAKOÇ: Sanat dünyası olmaz ancak sanatkarlar olur. Türkiye’de sanatçı pespaye duruma düştüyse bilin ki hiçbir ölçüye uymayanlar yüzünden. “Minik Serçe” dedikleri kimdi?

- Sezen Aksu

A.KARAKOÇ: Sezen Aksu’nun yazdıklarından ne anlıyor bu millet? Estetik yok. Türk ölçülerine uygun şiir yok ortada. Eee diyorlar ki, seviyoruz. Bu sevenler de onun gibiler. Şıracı-bozacı meselesi var ya.

- Yabancılaşma var diyorsunuz

A.KARAKOÇ: E tabi öyle. Bakın bir şey başladı, Ermeniliğe dönme başladı sanki. Ama vardır Müslümanlıkta karar kılanları da. Ancak eskiye dönen çok fazla. Örneğin Kamer Genç, kimdir, bugünkü duruşu neyin duruşudur araştırmalı. Burada Yusuf Halaçoğlu’nun gündem olan açıklamaları çok önemli bence.

- CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu’nun da benzeri bir geçmişinin olduğu söylenir..

A.KARAKOÇ: Evet o da öyle. Geçen gitti Munzur’da mum yaktı. Aynen bizim Genelkurmay Başkanımızın ağlama duvarında ağladığı gibi.

MHP’DE ELİNDE İÇKİ ŞİŞESİYLE DOLAŞANLAR VARDI

- Türkeş’le birlikte çalışmanız ve ayrılığınız nasıl oldu?

A.KARAKOÇ: Beni çok severdi, çok yakınlarındaydım. Sonra Devlet Bahçeli’nin bugünkü çizgisine geldi. Benim sevmediğim isimler vardı. Elinde içki şişesiyle dolaşan adamlar vardı. İsimlerini sildirdim. Sonra bir baktım, o kişiyi genel başkan yardımcılığına getirmiş. Samimi olmadığını anladım ve ben kendi ismimi sildirdim. “Silin benim ismimi oradan” dedim.

- Türkeş’in neyini beğenmediniz

A.KARAKOÇ: İslam’a bakış açısını beğenmedim. Bu bir, ikincisi kendinden başka adam yoktu yetişmiş. Yetişmelerini de istemiyordu. Ermenilerle yakınlık kurdu sonra. Çok sonra fark ettim bunları.

- Muhsin beylerle birlikte mi ayrıldınız?

A.KARAKOÇ: Ben onlardan bir buçuk yıl önce ayrıldım. Türkeş o dönemleri iyi değerlendiremedi. Gün oldu Seyit Mehmet Arvasi ordaydı, Necip Fazıl ordaydı, ben ordaydım. Bu isimler yiğit gençlerin İslam’la tanışmasına vesile oldular. Ancak 12 Eylül’den sonra bozuldu. Avrupa’daki Musa Serdar Çelebiler hakkında ileri geri konuştu. Bir gün itiraz ettim, “Efendim o arkadaşları İtalyan mahkemesi bile affetti, suçsuz buldu. Siz neden affetmiyorsunuz?” dedim. “Farz edelim ki onlar suçlular. Siz bu milletin başbuğusunuz” dedim, “Onları affedin. Ve onlar sizin çocuğunuz sayılır bir de onlara cevap veriyorsunuz. Siz cevap vermeyin, genel başkan yardımcıları ya da genel sekreter versin.” Bunları kimse diyemiyordu. O dönemde ben dedim. Beni severdi. 12 Eylül’den sonra cezaevinden tahliye olduktan sonra görmeye gittim. Büyük bir salonda toplantı vardı. Kalabalık bir toplantı. Benim kapıdan içeri girdiğimi görünce yerinden kalktı. “Vay Karakoç’um” dedi, kucakladı. O cezaevindeyken yazdığım bir şiir derginin birisinde yayınlanmıştı. Onu okumuş. Ve şiiri baştan sona ezberlemiş, okudu.

“Çelik testereyle kestim sılada

 Yıkadım duvara astım sılada

 Düşümde gördüm dün gece…” diyor. 

“Böyle bir millî şairimiz, başka var mı böyle anlatış, başka var mı böyle yorum?” gibi iltifatlarda bulundu. Ancak bir müddet sonra benim kitaplarımı yasaklattı. Ben istifa ettikten sonra aradı tekrar, ben de “kusura bakma” dedim. Sadece benim kitabım yasaklanmadı. Hatta Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun şiirleri de yasaklandı.

“Aylardan Ağustos

 Günlerden Cuma

 Gün doğmadan önce Alparslan ordusu geçti hücuma.

 Yeni bir şevkle titredi gökler

 Ya Allah Bismillah Allahû ekber…” diye. Bunda “Bismillah Allahû ekber” var diye yasaklandı. Yasaklandığını da bana oğlu söyledi. Bir lider kendinden akıllısını hatta kendine akıl olarak yakın olanını sevmez. “Makamımı elimden alır” diye.

BAHÇELİ ALTINCI SINIFTI, NASIL LİDER OLDU BİLMEM

- Bahçeli’yi nasıl buluyorsunuz?

A.KARAKOÇ: Beşinci altıncı sınıf bir partili olur. Amma nasıl olduysa lider oldu, bilemiyorum. Asistandı üniversitede. Nazik adamdı, kibar adamdı, sesi-soluğu çıkmazdı. Kimseyi kırmazdı. Şimdi biraz bağırıyor çağırıyor. O da alıştı. Lider olacak kişi bir uyanış başlatacak. Fikirleriyle, sözleriyle, hal ve hareketleriyle gerekirse depremler oluşturacak.

- Milliyetçilikte İslam çok önemli ancak son dönemde milliyetçiliğin İslamî yönünün törpülenmeye çalışıldığı yönünde bir iddia var, katılıyor musunuz?

A.KARAKOÇ: Evet aynen öyle, çok çalışıldı. Milliyetçiliğin adını değiştirdiler, ulusalcılık yaptılar. Bir zamanlar bir dergi çıkıyordu. Perinçek’in oğlu Mehmet’le İstanbul Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz birlikte yazıyorlardı / şimdi de tamamen fıttırmış oraya gitmiş. Bu Perinçek, dünyada hiç kimseyi sevmez Mao’yu sevdiği kadar. Atatürkçü geçinir, Atatürk’ü de sevmez, yalan söylüyor. Hem Mao’yu hem Atatürk’ü aynı anda sevebilir mi bir adam?

HAHAMBAŞI-DOĞAN İŞBİRLİĞİYLE HEDEFE KONDU?

- Ariel Şaron’la ilgili bir yazınız vardı. Eleştiri almıştınız Hürriyet’ten falan? Neydi o olay?

A.KARAKOÇ: Sadece Hürriyet değil bütün gazetelerden. Doğan Grubu’nun bütün gazeteleri aleyhimde yazılar yazdılar. Yazdım, “Kim ne derse desin, Hitler akıllı adammış” dedim; “Kendi de zalimdi, soykırımcıydı ama Yahudilerin içinden de kendi gibi soykırımcı çıkacağını bildiği için doldurmuş bunları kazanlara.” Ariel Şaron’un yaptığı zulümlerden bahsetmiştim. Her biri bir taraftan “Vay sen misin bunu diyen? Hitler’i övüyor, diktatörü övüyor” diye yazdılar. (Gülüyor) Yoktum Ankara’da. Telefonlar geliyor. “Ne yaptın, herkes seni yazıp çiziyor” diye. Dedim “Topla o yazılıp çizilenleri, bakacağım gelince”. Gelince hepsini okudum. Radikal’den Hakkı Devrim yazmış “Hiç birimizin haberi yoktu, hahambaşı mektup gönderince haberimiz oldu, niye siz bu adamı eleştirmiyorsunuz” diyor. “Biz de onun için eleştirdik” diyor, görüyorsunuz değil mi? Hahambaşı’nın talimatıyla beni hedefe koyuyorlar. Bunlar böyle işte. Ben de topuna cevap yazdım, “Ulan sizin seviyeniz de bu, fikriniz de bu” diye.

İKİZ KULELERİN VURULMASININ SORUMLUSU BİLE KARAKOÇ!

- Hahambaşının talimatıyla yazı yazıyorlar…

A.KARAKOÇ: Aynen öyle oldu. Bunlarınki İslam düşmanlığı. Hitler ne İslam düşmanlığı yaptı ne de Türk düşmanlığı… Bir ara Çeçenler uçak kaçırdılar Suudi Arabistan’a. Bende eleştirmiştim “Böyle olmaz” diye. “Senin ülkeni işgal edenlerin uçağını kaçırabilirsin, bu bir savaş hali” diye. “Ancak Amerika’nın üssü olan bir ülkeye indirilmez” dedim. “Amerika’nın üssü olmayan bir yere indirirsin. Hatta götürürsün işgalci ülkenin tepesinde patlatırsın” dedim. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra ikiz kuleler vurulunca yine hep birlikte yüklendiler, “Karakoç yazdı” diye.

MİLLİYETÇİLİĞİ ULUSALCILIK YAPTILAR, HERKES ULUSALCI OLDU

- Geri döneceğim meseleye. Şair İsmet Özel’in bir lafı var, “Her Türk Müslüman’dır…” Bu sözü nasıl değerlendiriyorsunuz?

A.KARAKOÇ: O öncedenmiş. Maalesef bugün öyle mi, Türk’ün namussuzu da, gavuru da, kafiri de, domuzu da var.

- Hayır. Türk deyince Müslüman akla geliyor anlamında…

A.KARAKOÇ: Eskiden öyleydi, şimdi öyle değil. Eskiden hatta Müslüman’ım yerine Elhamdülillah Türküm deyince tamamdı, şimdi öyle değil.

- Peki neden böyle oldu?

A.KARAKOÇ: Çünkü gidip ırkçılık yaptılar. İslamiyet ırkçılığı men eder. Müslüman ırkçı olmaz. Sonra “Milliyetçilik bize zarar veriyor” dediler. “Ne olalım o zaman: Ulusalcı olalım” dediler. Bakıyorum. Dev solcusu, demokratik solcusu, orta yolcusu, Maocusu hepsi ulusalcı oldu. Neden? Milliyetçiliği bitirmek için. Önce milliyetçiliği sonra İslam’ı bitirmek için. Necip Fazıl o zaman döndü; Millî Selamet’ten o yazıyordu ben yazıyordum. İslam’a aşılıyorduk. Seyit Arvasi Türk-İslam ülküsünü yazıyordu. Bana soruyorlar, “Neden MHP’den ayrıldın” diye. Ben de “Öyle bir imama durduk, imam ayrıldı imandan, biz de ayrıldık imamdan” diyordum. Benim dediğim gibi olmasa da, bir miktar benim dediğim gibi olsaydı ben niye ayrılayım?

- Kıymetinizi yeterince bilemedik sanki. Oysa dünyaya bir Abdurrahim Karakoç daha gelir mi?

A.KARAKOÇ: Gelir niye gelmesin. Bir Karakoç gelmez belki ama Karakoç’u geçen birileri gelir.

- Sizi siz yapan dinimiz, inancımız, değerlerimiz? Yozlaşmadan bahsettik ya, gençliğin içinde bulunduğu durum ortada. Nasıl olacak bu?

A. KARAKOÇ: Bu noktada ben de biraz karamsarım aslında. Bakın, Rusların Afganistan’ı işgali zamanında, güzel bir mücadele veriliyordu malum, Afganistan’dan bir lider Türkiye’ye geldi. Aha bu Keçiören’de bir sohbetimiz olmuştu. İşgalden, savaştan açılınca konu, “Hayır siz artık yapamazsınız bizim gibi” dedi; “Eğer Türkiye bugün işgale uğramış olsa, bizim gibi yiğitçe, mertçe çarpışamazsınız.” “Neden” diye sordum, “Sizin değerleriniz yer değiştirmiş” dedi. Doğru geldi. Biz şimdi –Allah göstermesin- bir savaşa girsek, Türk bildiğimiz binlerce kişi arkamızdan vurur. Kurtuluş Savaşı’nda kimse bu kahpeliği yapmadı. Ama bugün bu konuda ümitli değilim. Bu direnç bugün kırılmış maalesef…

 “BİZ HAPİSTE OLMADIĞIMIZ ZAMAN AYDA BİR ÇIKAR”

-Rahmetli Osman Yüksek Serdengeçti ile yayıncılık geçmişiniz de var. Nasıldı? Anlatır mısınız?

A. KARAKOÇ: Osman abi (Osman Yüksel Serdengeçti) ile bir dergi çıkartıyorduk. Adına bak, Fedai. (Gülüyor). Fakat karton marton yok kapakta. Tamamı saman kağıdı. 4 sayı sonra kaç gün oldu biliyor musun? 60 bin. Her sayıda yazdım… Sonra “abi ben bu yazılarımı derleyeceğim” dedim, “kitap çıkartalım mı” dedi, “çıkart” dedim. Çıkarttı. 10 bin adet bastı. İlk kitabım, Hasan’a Mektuplar böyle çıktı. O bitti, bir 10 bin daha bastık. O tarihlerde 10 bin iyi bir rakam. Düşünün, henüz tanınmayan bir adamım ve bu bir şiir kitabı. Bu kadar satıyor. Ancak dergide baya tantana yapmıştı şiirlerim. Ha bir de mahkemelik oldu kitabım(Gülüyor). Savcısı, hakimi diyor ki, “getir şu kitabın bir örneğini”, kalmadı ki, “Yok” diyorum; “Kalmadı.” “Bak seni beraat ettiremeyiz o zaman” diyorlar, “Eee napıyım, etmezsek etmeyiz” dedi. Öyle sattı yani. Bundan 10-15 sene önceydi, “Bende kitap kalmadı, bana kitap gönderin, kimde varsa” diye.(Gülüyor)

“İKİ İSMET’TEN ÇOK ÇEKTİM”İN ASLI BÖYLEYMİŞ

- Serdengeçti’nin, “İki İsmet’ten çok çektim” sözünün aslı nedir?

A. KARAKOÇ: Rahmetli; “iki İsmet’ten çok çektim, biri hürriyetimi aldı, biri zürriyetimi” derdi. Bu sözünde kastettiği İsmet’lerden biri İsmet İnönü. İnönü çok çektirdi rahmetliye. Diğeri ise eşi. Eşinin adı da İsmet’ti.(Gülüyor) Şöyle ki, bir oğlu vardı, 8-9 yaşlarında vefat etmiş. Başka da çocuğu olmadı. “Önceleri hiç aklıma gelmezdi Karakoç” derdi; “Sonraları üzülmeye başladım”.

DEMİREL’E “SİZE NE DERLER BİLEMEM AMA BİZE BOYNUZLU DERLER”

- Demirel’le meşhur tartışması neydi?

A. KARAKOÇ: Adalet Partisi’nden Milletvekili ya, Demirel Genel Başkanı. Meclis’te bir önerge görüşülüyor. Bir iki oyla Demirel’lerin aleyhine sonuçlanıyor. Serdengeçti, yok oylamada. Bir de geliyor. Demirel kızıyor, “Nerdesin sen” falan diye. Bunun üzerine başlıyor anlatmaya; “İşte baldız doğum yaptı, hanımla onu hastaneye götürdüm..” falan filan. Demirel de “Bu ne biçim bahane Osman” diyor. Serdengeçti “niye?” diye soruyor. Demirel de “Kendi gider canım. Sen ne diye gidiyorsun yanında”. “Yok yok öyle olmaz” diyor Serdengeçti. “Ya nasıl olur?”. Cevap veriyor Serdengeçti, “Valla bizim hanımlar” diyor; “7 kat kıyafetin içinde kocasının yanında gider. Aksi halde bize boynuzlu derler. Sizinkiler ne diyor bilemem ama bizimkiler böyle der.” (Gülüyor)

  “DÖNEKLİK KAPISINDA BAŞLIYOR”

- Meclis’te de dikkat çeken bir isim oldu anlaşılan.

A. KARAKOÇ: (Gülüyor) Olmaz mı? Yahu çok enteresan bir adamdı. Bakın, Meclis’e ilk kez geliyor. Dönen kapı görmemiş Osman abi. Dönen kapıdan girecek, daha doğrusu girmeye çalışıyor(Gülüyor). Kapı dönüyor Osman abi de dönüyor. Nereden çıkacağını bilememiş. Oradan adamın biri “yahu ne yapıyorsun” demiş. “Eee dönüyorum” demiş; “Allah belasını versin, kapısına geldik döneklik başladı buranın.”

“BANA BAK ULAN”

A. KARAKOÇ: Laf lafı açıyor. Bir gün Meclis’te konuşuyor, CHP’li milletvekilinin biri laf atıyor, “kravatını tak öyle konuş” diye. “Bana bak ulan” diyor, “kravat konuşmaz burada” diyor; “adam konuşur adam.” “Bak senin kravatın var, konuşabiliyor musun?” diyor. Hazır cevaptı, lafını hiç esirgemezdi. Dobra dobra konuşurdu. Çekinmezdi kimseden rahmetli.

KRAVATI TAKMIŞ AMA NERESİNE?

A. KARAKOÇ: Dil Tarihte iken yaşanan o kravat meselesini herkes başka türlü anlatırdı. Bir gün anlat şu olayı, nasıl oldu dedim. Anlattı. “Dil Tarih’te okuyoruz” diyor, “talebeyiz”. “Beni herkes bilir” diyor. “Dağınık saçlı Osman derler” diyor. (Gülüyor). Kravat takmıyor ya, bir gün kızlar ısrar ediyor, ille kravatla gel okula diye. “Tamam” diyor, “Söz yarın kravatlı gelirim”. Kusura bakmayın, laf lafı açtı anlatıyorum. Sansürsüz anlatıyorum.(Gülüyor) “Sabah çıktım evden okula gidiyorum” diyor, “Allah yaklaşınca kapıda ne görsün, okulun önü dolmuş beni bekliyorlar.” Dağınık saçlı Osman kravat takıp gelecek diye. Tabi kravat mıravak yok yakada. Kızlar öyle görünce “Osman sen yalan söylemezdin de mi yalancı oldun” diyor; “Hani kravat takacaktın?” “Yoo” diyor; “Niye yalancı olayım, taktım valla, aha kravat belimde” diyor.(Gülüyor) Belinde ama neresinde(Gülüyor). Uçkur gibi beline bağlamış kravatı.

 “BU NEYİN OLUR?”

A. KARAKOÇ: Rahmetliyi en çok Süleyman Arif Emre severdi. Yahu ne kadar bağlı, ne kadar çok severdi. Fakat rahmetli Süleyman’ı da yerden yere vururdu. Ama Süleyman öyle çok severdi ki Osman abiyi. Hala bahsettiğimde gözleri dolar. Çok açık sözlü bir adamdı. Bir gün, Süleyman Arif Emre’nin de milletvekili olduğu dönemdi, Keçiören’de evi varmış, oraya davet ettiler. Gittik, Osman abi ile birlikte. Oturduk sohbet ediyoruz. Süleyman Arif Emre’nin hakikaten güzel bir kız idi, gelip geçerken, Osman abi “Bu senin mi” dedi. “Evet benim” dedi Süleyman Arif Emre. “İyi Allah bağışlasın” filan. Bir müddet sonra bir oğlan geldi, kalıpsız, itici bir oğlan. “Bu neyin olur” diye sordu. “Hem damadım hem de yeğenim” dedi. Osman abi, “Allah belanı versin” dedi; “sen doğrudan doğruya cehennemliksin, bu güzelim kızı niye buna verdin”.

“OSMAN’IM SEN DE BASTIR”

A. KARAKOÇ: Yine bizzat kendisinden dinledim. Necip Fazıl abiyle bir anısı. Kitabı çıkıyor Necip Fazıl abinin. Osman abiye “Osman sevgilim gel, kitabım çıktı. Bunu bastır sen” diyor. “Olur” dedim diyor. “500 ver yeter” dedi diyor. “Ne diyim, çıkardım verdim” diyor. “İki gün sonra baktım ki” diyor; “başkası çıkarmış kitabını”. Gidiyor. “Yav üstad ne yaptın” diyor. “Eee ben Necip Fazıl’ım, benim ihtiyacım çok olur. Osman’ım işine bak sen, sen de bastır” diyor.(Gülüyor)

 “BİZ HAPİSTE OLMADIĞIMIZ ZAMAN AYDA BİR ÇIKAR”

- Peki Osman Bölükbaşı, rahmetliyle de anılarınız var mı?

A. KARAKOÇ: Osman Bölükbaşı Meclis’in dadını getirirdi. Mert adamdı. Bir dönem milletvekilliği yaptı. Kim dayanırdı ikinci bir döneme(Gülüyor). Şimdi adaylık koymuş, kimsenin haberi yok. Varıyormuş, kendi partisinin adamlarına, “Filan varya, eee, o varya o p… dir, düşerse çeltik torbasının üzerine düşer hiçbir şey olmaz, filan namussuzdur, pamuk torbasının üzerine düşer.. Filan da paranın üzerine düşer olum.. Ama ben düşersem kafa göz hiçbir şey kalmaz, tangır tungur her tarafım kırılır..” diyormuş. Sonra 10 gün içinde 1′inci sıradan milletvekili yapmışlar. “4 defa hapis oldum, bir defa mebus oldum” diyor. Yazılarında biraz sert idi. Dümdüz giderdi. Serdengeçti dergisinin kapağında yazardı. Ayda bir çıkardı dergi. Diyorlar ki, “Ya sen ayda bir diyorsun, bu dergi üç ayda bir çıkıyor, bu nasıl iş”. Cevap veriyor, “Olum biz sayıynan değil, tuşunan galip geliriz”. “Ha” diyor; “Ayda bir çıkar tamam ama biz hapiste olmadığımız zaman ayda bir çıkar.”(Gülüyor) Hapishanelere şey derdi, “Açın kapıları Osman geliyor”. Cesaret işte. Dönemin Milli Eğitim Bakanı’na “Yüksek vekaletin alçak vekili” diye dilekçe yazıyor. Düşünün artık. Sonra “Haydi içeri.”

“EY KAHRAMANMARAŞ’IN P… EVLATLARI”

A. KARAKOÇ: Diğer Osman, Bölükbaşı. Maraş’a geliyor. Kalabalık çok. Konuşacak. “Ey Kahramanmaraş’ın p… evlatları” diye başlıyor.(Gülüyor) Bir alkış bir alkış. Millet gülüyor. “Ben yalın mı söylüyorum” diyor, “ ‘p…’ diyorum alkışlıyorlar bak.”(Gülüyor) “Alkışlıyorsunuz, davul ile zurna ile karşılıyorsunuz, oy vermiyorsunuz olum” diyormuş. 

İLK ŞİİRLERİNİ NEDEN YAKTI?

- Hocam, bir dönem önceki yıllarda yazdığınız bütün şiirleri yaktığınız doğru mu?

A. KARAKOÇ: He yaktım.

- Neden peki?

A. KARAKOÇ: Onlar benim hamlık dönemim idi. Ondan yaktım.

- Beğenmediniz öyle mi?

A. KARAAKOÇ: Evet, beğenmedim yaktım. Böyle halkın huzuruna çıkılmaz diye düşündüm.

- Halkın huzurundan kastınız, kitap basımı mı?

A. KARAKOÇ: Evet, kitap bastıracağız. Halkın huzuruna çıkacağız. Öyle olmaz dedim.

- Kaç şiiriniz öyle gitti?

A. KARAKOÇ: Epey vardı. İki kitap olurdu. Yaktım hepsini. 1958′di. Bu yıldan sonra yazdıklarım duruyor ama(Gülüyor). O yaktıklarım içinde de güçlüleri vardı. 

- En son yazdığınız şiir hangisi, hatırlıyor musunuz?

A. KARAKOÇ: Hiç birini hatırlamıyorum(Gülüyor)

GÜNLERİ NASIL GEÇİYOR

- Evinize geldiğimizde kamelyada olduğunuz söylendi önce ama sonra anladık ki komşularınızla Kocatepe’ye gitmişsiniz. Günleriniz nasıl geçiyor?

A.KARAKOÇ: Benim iyi komşularım var. Allah herkese onlar kadar güzel komşu versin. Toplanırız, güzel parklar var bizim oralarda biliyorsunuz, Harikalar Diyarı var mesela, oralarda gezeriz. Laf ederiz. Şehirde dolaşırız. Akşamları evlerde, kamelyada toplanır sohbet ederiz. Üç beş defa çay demlenir. Çok tatlı geçer sohbetlerimiz. Sağolsun eş-dost hiç boş bırakmaz. Ziyaret ederler. Alıp götürürler. Yaşımız ilerledi, “yok ben gelmem” derim, gelip alırlar “Sensiz olmaz abi” diye. Hepsinden Allah razı olsun.

- Efendim tekrar teşekkür ediyorum, vakit ayırdınız. Özellikle Türk gençliğine son bir mesajınız var mı?

A.KARAKOÇ: Estağfurullah. Teşekkürlük bir şey yok. Son olarak diyeceğim şudur; bol bol okumalıyız, düşünmeliyiz, geçmişimizi geleceğimizi. Geçmiş geleceğin aynasıdır. Özümüzü kaybetmeden ilerleyelim yarınlara. Ayaklarımız yere geçmişimizin güçlülüğüyle sağlam bassın. Bırakalım bilinçsizce oraya buraya savrulmalı. Bilelim. Dinimizi bilelim, milletimizin değerlerini bilelim. Bunun için de tekrar tekrar söylüyorum bol bol okuyalım. 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum