CNN Türk'te neler oldu?

CNN Türk'te neler oldu?
Hürriyet Gazetesi yazarı Murat Yetkin dün akşam darbeci askerler tarafından basılan Doğan Medya Center'da yaşananları 'Kabus gibi' başlıklı yazısında dakika dakika anlattı.

Hürriyet Gazetesi yazarlarından Murat Yetkin dün akşam darbeci askerler tarafıdan basılan Doğan Medya Center'da, CNN Türk yayınının askerlerce kesilmesini, Hürriyet çalışanlarının binalarından çıkarılmasını ve ardından gelen polis müdahalesi ile yaşananları dakika dakika anlattı.

Murat Yetkin'in 'Kabus gibi' başlıklı yazısı şöyle:

Askeri helikopter İstanbul'da Hürriyet, Kanal D ve CNN Türk ile birlikte kullandığımız Doğan medya merkezinin arkasında otoparka 14 asker bırakıp havalanmış.
Her şey bittikten sonra polislerle birlikte güvenlik kamerası kayıtlarından izledik.
 
Önce 7 asker televizyon binamıza giriyor, yedisi de ön kapıya geçip gazete ve internet binamıza; bu yüzden biz bir dakika kadar sonra basıldık.
 
Binamıza girerken askerler eğitildikleri gibi G-3 otomatik piyade tüfeklerini bizlere, iç avluda yukarı katlarda ne olduğunu anlamak için merak eden, fotoğraf çeken arkadaşlara doğrultup “kıpırdamayın” filan diye bağırıyorlardı.
 
Başlarında, elinde 9 mm bir otomatik tabancayı açık emniyetle taşıyan yüzbaşıya “Lütfen bir sakin olun, silah doğrultmayın, biz gazeteciyiz, zarar veremeyiz size” telkinleriyle silahları indirtmeyi başardık. “Yaptığınız doğru değil” dedik, “Bırakın gazetemizi çıkaralım” dedik, “Öyle bir emir yok, generalleriniz söylüyor, başbakan, cumhurbaşkanı söylüyor” dedik, dinletemedik. Silah zoruyla dışarıya çıkartıldık gecenin üç buçuğu filandı.
 
Polis zırhlı jipi geldi. İçeri girmeye çalışınca ateş açıldı. Oradaydık. Ve kalabalık da birikmişti. Bu kalabalık daha bir saat kadar önce dış parmaklıkları zorlayarak tıpkı geçen Eylül ayında olduğu gibi Hürriyet’e dahletmeye çalışan aynı insanlardı. Daha bir saat önce kendimizi korumak amacıyla çelik kepenklerimizi indirmiş, dış ışıklarımızı karartmıştık. Bu defa CNN Türk yayının askerlerce kesilmesini, Hürriyet çalışanlarının binalarından çıkarılmasını protesto ediyorlardı.
 
Aralarından biri bana yaklaştı, “Hiç aklıma gelmezdi” dedi, “Bir gün Hürriyet’i savunacağım”.
 
“Neden?” dedim. “Ben dedi, geçen sene size taş atanlarla birlikteydim.”
 
“Ne değişti peki?” dedim. “Siz Cumhurbaşkanının sesini duyurdunuz” dedi.
 
“Demek ki” dedim, “Derdimiz habercilikmiş, değil mi? Demek ki gün gelir sokaktaki sizler gibi ülkenin cumhurbaşkanının da sesini duyuracak bir yere ihtiyacı olabilirmiş, değil mi?” “Valla bravo abi” dedi, tekrar tokalaştık.
 
Bütün bu darbe girişiminin kırılma noktasından söz ediyordu.
 
CNN Türk Ankara Temsilcisi Hande Fırat, akıllı telefonların görüntülü konuşma özelliğini kullanarak TRT’de konuşamayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kamuoyuna ilk mesajını canlı yayında (yanında Abdülkadir Selvi ile) mülakat yaparak gerçekleştirmişti.
 
Bu gecenin kırılma anıydı. Çünkü o saate dek darbe girişiminde bulunan askerlerin kontrolündeki Ankara Akıncılar ve Güvercinlik ile Balıkesir üslerinden havalanan uçak ve helikopterler MİT karargâhından Emniyet Genel Müdürlüğü’ne, Özel Kuvvetler merkezinden Hava Kuvvetlerine dek devletin kilit noktalarındaki binalara saldırılara başlamıştı; ilerleyen saatlerde Meclis’i bombalayacaklardı. Her şey kâbus gibiydi.
 
Erdoğan’ın ise iki önemli mesajı vardı.
 
Birincisi, darbe girişiminin arkasında “paralelin”, yani Fethullah Gülen Cemaatinin ordu içindeki örgütlenmesinin olduğunu söylemesiydi.
 
İkincisi de halkı direnişe, meydanlara, Boğaziçi Köprüsünü kesen tankların üzerine çıkmaya, Ankara ve İstanbul havalimanlarını kapatan askerlere karşı durmaya çağırmasıydı.
 
İşin aslı, Hande Fırat o yayını Cumhurbaşkanının tatilini geçirdiği Marmaris’teki Grand Yazıcı Otel’den yapmıştı ve Cumhurbaşkanı uçağa atlayıp ne Ankara’ya ne İstanbul’a gidebiliyordu.
 
O sırada olayların gidişini etkileyen iki önemli şey daha oldu.
 
Birincisi, CHP; MHP ve HDP ayrı ayrı “Darbe girişimine karşıyız, demokrasiye sahip çıkıyoruz” mesajı verdiler. Meclis en hassas konuda bir araya gelebilmişti.
 
Bombayla akıl almaz biçimde tahrip edilmesi ardından partilerle görüşen Meclis Başkanı İsmail Kahraman Meclis’i bugün olağanüstü toplantıya çağırmıştı.
 
İkincisi, İstanbul’daki 1’inci Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar devreye girip Atatürk Havalimanı kontrolünü geri almıştı. Diyanetin çağrısıyla camilerde sâlâ okunmaya başlamış, Atatürk havalimanında yüzbinlerce kişi toplanmıştı.
 
Ama o sırada Erdoğan’ın kaldığı otele saldırı başlamıştı. Asker ve polis birbiriyle çatışıyordu. Erdoğan helikopterle deniz yönüne doğru açılarak oteli terk ettikten az sonra, otel bombalanacaktı da. Erdoğan böylece hâlâ kontrol edilemeyen Ankara yerine İstanbul’a inebildi.
 
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ise ortalarda yoktu. Yerine, ne Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak, ne de İkinci Başkan Yaşar Güler vekâleten atanabildi. Çünkü onlar da darbe girişimcileri tarafından “ele geçirilmiş” ve “bilinmeyen yerlere” götürülmüştü.
 
O yüzden Akar’ın yerine 1’inci Ordu Komutanı Dündar vekâleten atandı. Onun da ilk işi Akar’ın Akıncılar jet üssünde tutulduğunu saptayıp Özel Kuvvetlerin operasyonuyla “kurtarılması” oldu.
 
Darbecilerin ağırlıkla Hava Kuvvetleri, Jandarma ve bazı zırhlı birliklerde örgütlendiği de az çok anlaşılmaya başlanmıştı. Jandarma komutanlığı baskını gerçekten kanlı geçti. Tutuklanan 1600’e yakın askerden 250’si sadece o binada tutuklandı.
 
Polisin önce CNN Türk/Kanal D, sonra da Hürriyet binasındaki askerleri tutuklaması o sırada oldu. Binamızda çatışma çıkmıştı, iki-üç saat önce tartıştığım yüzbaşı kasığından yaralı olarak yakalanmıştı. Binamızdaki biber gazının dağılıp, bizim işimizin başına dönmemiz bir saat daha aldı.
 
Biz binaya girmeden önce Boğaziçi köprüsünü tank ve zırhlılarla tutan 50 kadar asker de teslim olmuştu. Ankara Gölbaşı’daki uydu merkezine (ve muhtemelen TRT binasına) ateş açan helikopter, uçaklar tarafından düşürülmüştü.
 
Türk askeri, Türk askerini vuruyordu. Utanç vericiydi. Tıpkı 1980 darbesi sonrasında olduğu gibi dış dünyadan “demokrasiye müdahaleye karşı” açıklamalar geliyordu.
 
Ama bütün bunlardan önce, darbe girişimindeki ilk kırılmanın aslında Başbakan Binali Yıldırım’dan geldiğini söylememiz lazım. Yıldırım, daha ilk saatte çıkıp, darbe girişiminin asker içinde küçük bir grubun işi olduğunu söyledi. Bu Türkiye’de daha önce görülmemiş bir uygulamaydı, normalde beklenen bir şey yokmuş gibi davranmak olurdu.
 
Türkiye’nin dere tepe düz gittiğini sanırken aslında bir arpa boyu yol gittiğini görmesi olarak da görebilirsiniz darbe girişimini; hâlâ da tam bastırılmış değil, Erdoğan’ın da söylediği gibi.
 
Diğer yandan bir cunta hareketi niteliğindeki darbe girişiminin başarıya ulaşmamış olması ve bunun da hem siyasilerin, hem halkın, mesela TÜSİAD gibi sivil toplum örgütlerinin ve medyanın duruşuyla mümkün olması, aslında o kadar da arpa boyu yol alınmadığını gösteriyor.
 
Ama başka her şey utanç vericiydi. Yazık, çok yazık.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.