Yeni Şafak'a 'İçimizdeki İsrail' eleştirisi

Yeni Şafak'a 'İçimizdeki İsrail' eleştirisi
Gerçek Hayat dergisinde Bekir Fuat imzalı yazıda, Yeni Şafak gazetesinin bazı yazarları 'İçimizdeki İsrail' diye eleştirildi.

İŞTE O YAZI...

Gazze, Davos ve İçimizdeki İsrail


Gazze işgali ve Davos üzerine birçok şey söylendi. Siz de “Liberal bir çağda yaşıyoruz; bırakın isteyen istediğini söylesin, yazsın” diyebilirsiniz. Yazıyor da zaten. Al birini vur ötekine diyebileceğimiz türden üç yazı kaleme alan Kürşat Bumin ve başka birtakım yazarlar da kendilerine yakışanı yapıyor. Fakat benim asıl muhatabım Kürşat Bumin değil; Yeni Şafak okuru. Ey okur! Sen sen ol, her gün İbrahim Karagül’den önce Ali Bayramoğlu’nu, Hakan Albayrak’tan önce Kürşat Bumin’i okumaya devam et!

İsrail ordusu, 27 Aralık 2008 tarihinde 60 savaş uçağı ve helikopterlerle Gazze Şeridi’ne yüz tonun üzerinde bomba yağdırdı. Gazze’deki hastanelerde yüzlerce yaralı Filistinli cep telefonu ışıkları altında ameliyat edildi. 7 Ocak’ta İsrail topçuları Birleşmiş Milletlere ait bir okulu bombalayarak çoğu çocuk 40 kadar sivilin ölümüne neden oldu. İsrail’in beyaz fosfor kullandığı BM belgeleriyle sabitlendi. 23 gün süren bombardıman sonucunda Gazze şeridinde üçte biri çocuk olmak üzere 1300 Filistinli hayatını kaybetti, 4 bin bina yıkıldı, 20 bin bina hasar gördü, on binlerce kişi evsiz kaldı.

Soru çok basit:

Milyarlarca insanın gözleri önünde, sadece rakamlar vererek bir kısmını ancak anlatabildiğimiz böylesine korkunç bir katliam gerçekleştirilirken, Türkiye’de yaşayan, Türkiye’nin havasını solumuş bir gazeteci olsanız neler yazardınız?

Cevabı basit:

Türk basınının büyük çoğunluğunun yaptığı gibi, İsrail’in dur durak bilmez vahşetine vicdan sahibi bir insan olarak göğüs geren yada en azından ona ortak olmamaya çalışan şeyler…

Türk başbakanı Davos’ta

Şimdi de İsviçre’nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda Gazze konulu oturumdayız. Başından beri “sorun”un içinde çözüm için var olduğunu gösteren Türkiye’nin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da orada. Toplantının son konuşması, Gazze’de bilhassa çocuklara terör estiren İsrail’in cumhurbaşkanı Şimon Peres tarafından yapılıyor. “Saldırıyı biz başlatmadık” diyor Peres, “Hislerinizi anlayabiliyoruz. Ancak İsrail tamamen çekildi. 15 bin kişi çekildi. Buradan kimse bizi zorlamadı, kendimiz çekildik.” Sesini yükselterek devam ediyor Peres: “Gazze’ye para yatırımlarında bulunuyor, 20 milyon dolar gönderiyorduk. Yalnızca tek bir kişinin 5 milyon dolar gönderdiğini biliyorum. İsrail Gazze’ye günlük olarak su, gaz tedarik ediyordu. Ne yapmamız bekliyordunuz? Eğer İstanbul’da roket saldırıları olsa siz ne yapardınız? Yapmak istediğimiz bu değildi elbette, tercihimiz barıştı. Gazze trajedisini başlatan İsrail değildir.”

Daha önce İsrailli yetkililere “Biz, dedeleriniz kovulduğunda, topraklarımızda onları misafir eden Osmanlı’nın torunları olarak konuşuyoruz” diyen başbakan Recep Tayyip Erdoğan’sa Peres’in o küstah sözlerine şöyle cevap veriyor: “Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü nasıl vurduğunuzu iyi biliyorum. Ülkenizde başbakanlık yapmış olan iki kişinin bana önemli lafları vardır. ‘Tankların üstünde Filistin’e girdiğim zaman kendimi bir başka mutlu addediyorum’ diyen başbakanlarınız vardır.”

Soru yine basit:

Türkiye’de yaşayan, Türkiye’nin havasını solumuş bir gazeteci olsanız, milyarlarca insanın gözleri önünde korkunç bir katliam gerçekleştiren bir devletin başkanına böyle soylu bir karşılık veren başbakan için neler yazardınız?

Cevap yine basit:

Türk basınının büyük çoğunluğunun yaptığı gibi, vicdan sahibi bir insan olarak başbakanın söz ve fiillerini alkışlayan ya da en azından gölge etmemeye çalışan şeyler…

Kürşat Bumin’in ‘Sühûletle’ başlıklı yazısı

Fakat bu öngörünün aksine hareket eden birileri yine vardı Türk medyasında. Erdoğan’ın sözlerini tasvip etmediğini söyleyenlerden, üslubunu kabadayı üslubuna benzetenlere; “diplomasi tanrılarının bu işe çok kızacağını” iddia edenlerden, Peres’in olan biteni “nasıl da olgunlukla karşıladığını” savunanlara kadar birçok yazar-çizer dudakları uçuklatacak cinsten yazılar kaleme aldı. “Kim bu adamlar ve ne yazmışlar?” diye bir medya taraması yaptığımızda ise Mehmet Ali Birand, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Oktay Ekşi, Ruşen Çakır, Türker Alkan, Cüneyt Ülsever gibi isimler gözümüze çarptı. Allah var, niyetimiz İsrail’in hoparlörü vazifesini gören bu yazar-çizerleri analiz eden bir yazı yazmaktı. Ta ki, Yeni Şafak’ta Kürşat Bumin’in “Suhûletle” başlıklı yazısını görene kadar… Tarih; 31 Ocak 2009 Şöyle diyordu Yeni Şafak yazarı: “Bana göre, Başbakan’ın Peres’in konuşması ardından söze ‘Sesin çok yüksek çıkıyor. Benden yaşlısın..’ şeklinde senli-benli bir üslupla başlayıp hemen ardından ‘Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi biliyorsunuz’ gibi ucu nerelere uzandığı meçhul bir suçlamada bulunması her şeyden önce gereksizdi.”

Başbakan’ın Peres’e “sen” demesine bozulmuştu Kürşat Bumin. Sanki Erdoğan’ın karşısında, yüzüne karşı işaret parmağını sallayarak ve çoğu zaman bağıra çağıra konuşan biri değil de, edepli ve güler yüzlü bir hatip vardı. “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” lafı da Bumin’i rahatsız etmişti. Öyle ki düpedüz çocukları öldüren bir devletin liderine “katil” imasında bulunmak onun zihninde “ucu nerelere uzandığı” meçhul bir tavır, daha da ötesi, “suçlama” sayılıyordu. Ne yapmaya çalışıyordu Yeni Şafak yazarı? Yazdıkları, düşündükleri, hissettikleri kendince hatalı bulduğu bir diplomatik tavır mıydı? Yoksa uzun zamandır ıstırap duyduğu bir çeşit matbu karın ağrısının tezahürü müydü tüm bunlar?

“Hayır, hayır; soykırım olamaz!”

Hem bu soruların hem de yukarıda sorduğumuz ilk sorunun cevaplarının Kürşat Bumin’in yazılarındaki karşılığına şu satırlarda dehşetle tanık oluyorsunuz:

“(İsrail’i eleştirenlerle dalga geçen) Yazar ‘Türk medyası’nı izleyebilmiş olsaydı, Gazze dolayısıyla ‘Nazi’, ‘Nazizm’in gibi sözcüklerin nasıl kolaylıkla kullanıldığını görüp zeka ürünü sandığı bu tavrından hemen vazgeçerdi herhalde. Adlarını anmak istemem ama şu kadarını söyleyebilirim: Bu zamana kadar can bıkıcı bir cümlesini hatırlamadığım bazı yazarlar bile ‘Gazze’nin durumu Nazi kampından beter’ gibi cümleler kaleme alabildiler.”

(…)

“Bunları söylemek zorunda hissediyorum kendimi, çünkü bir toplumda hâlâ ‘Nazizm’ ile her fırsatta olur olmaz benzerlikler kurulabiliyor olması büyük bir eksikliktir. Tarih eksikliği, hafıza eksikliği ve tabii vicdan eksikliği. Nazizmin yok ettiği 6 milyon Yahudi ile dünyanın diğer mazlumları arasında her fırsatta benzerlikler kurulması da öyle.”

(Mazlumları yarıştırmaktan vazgeçmek lazım, 7 Ocak 2009, Yeni Şafak)

“Protesto gösterilerinde ‘Zalim köpekler ülkemizden ve Filistin’den defolun gidin’ pankartının taşınabildiği bir ülkede Başbakan’ın bu sözleri tabii ki çok değerlidir. Ancak bu türden ırkçı tutum ve davranışlar ile sadece ‘hatırlatmalar’ ile baş edilemeyeceği de unutulmamalıdır. Geçen gün değindiğim gibi, bu kötülüklere karşı ülkenin anayasal ve yasal düzeninden hareketle de bir şeyler yapılmalıdır. Eğer söz konusu düzen-çerçeve buna izin vermiyor ise, vakit geçirmeden bu alandaki eksiklikler hızla giderilmelidir. Dolayısıyla Türkiye de, bir Musevi vatandaşın işine-evine giderken sokakta ‘Dedelerimiz sizi keşke İspanya'dan alıp da getirmeseydi’ pankartı ile karşılaşmasına her şeyden önce yasaların izin vermediği bir ülkeye dönüşmelidir.”

(İki önemli hatırlatma, 18 Ocak 2009, Yeni Şafak)

“Zalim köpekler Filistin’den defolun!”

23 gün süren işgal ve katliam süresince içinde “Gazze” kelimesi geçen sadece iki yazı kaleme alan bir yazarın -”lütfen” yazdığı satırlar da ortada işte- başbakana hitaben yazdıkları diplomatik bir teessüften ibaret olamazdı herhalde. Filistinlileri hunharca katleden İsrailli hükümet yetkililerinin katliama devam edecekleri, İsrail’de yaşayan Filistinlilerin ülkeden ihraç edilmesi yönündeki beyanatları yetmezmiş gibi, İsrail parlamentosunda muhalefette yer alan milletvekillerinin bile “ABD’nin Japonya’ya yaptığını yapalım” yada “Arapların hepsi birer böcek” açıklamaları ne oluyor peki? Dahası, bunların hiçbiri sözde kalmış şeyler de değil. Bilakis her biri seri katil soğukkanlılığında fiilen de tatbik edildi. Tüm bunlar, yaşananların “soykırım” olduğunu ispata yetmiyor olmalı herhalde! Velev ki bunun adı soykırım değil de katliam olsun, ne fark edecekti? İnsanlar katlediliyor, siz kalkmış kavram tartışması yapıyorsunuz. Başbakan da söyledi, Yahudi müzisyen Gilad Atzmon “İsrail barbarlığı zalimliğin de çok ötesinde bir şey” diyor, yine Yahudi akademisyen Avi Şalom “İsrail haydut devlet vasfını kazandı” sözleriyle isyanını dile getiriyor. Peki Kürşat Bumin ne yapıyor? Gazze’de yaşananlar üzerine “Nazi” ve “Nazizm” gibi kavramların kullanılmasının yanlış olduğunu söylüyor. Bununla kalmayıp “Zalim köpekler ülkemizden ve Filistin’den defolun gidin” pankartı açan Türklerden korunmak için hükümete bir de teklifte bulunuyor: “Bu kötülüklere karşı ülkenin anayasal ve yasal düzeninden hareketle de bir şeyler yapılmalıdır. Eğer söz konusu düzen-çerçeve buna izin vermiyor ise, vakit geçirmeden bu alandaki eksiklikler hızla giderilmelidir.”

Sayın Bumin’in önerisi

23 günlük katliam operasyonu boyunca işgalci İsrailli yöneticilere yönelik tek bir önerisi bulunmayan, Filistin halkının huzur ve refahı için hiçbir projeksiyon geliştirmeyen, genel olarak Filistin meselesinin esasına ilişkin bir tek cümlesi bulunmayan Kürşat Bumin, Türk hükümetinden böyle bir istekte bulunuyor. Recep Tayyip Erdoğan’a, AK Parti hükümetine ve onun politikalarına sürekli muhalefet eden pek çok yazar-çizer, Türkiye’nin milli duruşu söz konusu olduğu vakit “yiğidi öldür hakkını yeme” diyebildi. Davos’tan sonra, başbakanı en acımasız şekilde eleştirenler bile “Allah razı olsun” başlıklı yazılar kaleme aldılar. Gelin görün ki Filistin meselesine olabildiğince duyarlı okurlara sahip, esasında hemen hemen tüm yazı ve yorumlarıyla da Gazze işgali boyunca gerçek gazetecilik yapan Yeni Şafak’ın yazarı Kürşat Bumin, işgale ve başbakanın soylu çıkışına karşı o tuhaf yazıları yazabildi.

Ey Yeni Şafak okuru!

“Liberal bir çağda yaşıyoruz. Bırakın isteyen istediğini yazsın” diyebilirsiniz. Yazıyor da zaten. Esasen Kürşat Bumin ve herkes kendine yakışanı yapıyor. Bunca yazıya rağmen asıl muhatabım Kürşat Bumin değil; Yeni Şafak okuru. Ey okur! Sen sen ol, her gün İbrahim Karagül’den önce Ali Bayramoğlu’nu, Hakan Albayrak’tan önce Kürşat Bumin’i okumaya devam et!

Bu da benim önerim

Son olarak, Kürşat Bumin’in anayasal önerisine karşılık benim de medyatik bir önerim olacak: Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Etyen Mahcupyan, Oral Çalışlar, Cüneyt Ülsever, Elif Şafak ve tabii ki Kürşat Bumin... İsrail’le ilgili her “flaş” gelişmeden sonra gazete gazete gezinip “Hangisi ne yazmış?” demekten yorulduk. Hepiniz bir araya gelseniz, şöyle elimize aldığımızda herkesin aynı lisandan konuştuğu bir gazeteye geçseniz ya da yeni bir gazete çıkarsanız hiç fena olmaz. Çok şey istemiyoruz. İsrail’e kulak verdiğinizin yarısı kadar bize kulak verseniz, halimizi anlasanız kâfi.

Spot… Spot… Spot…

Kürşat Bumin: “Bir toplumda hâlâ ‘Nazizm’ ile her fırsatta olur olmaz benzerlikler kurulabiliyor olması büyük bir eksikliktir.”

Milyarlarca insanın gözleri önünde, korkunç bir katliam gerçekleştirilirken, Türkiye’de yaşayan, Türkiye’nin havasını solumuş bir gazeteci olsanız neler yazardınız?

Kürşat Bumin’in derdi, hatalı bulduğu bir diplomatik tavır mıydı, yoksa bir çeşit karın ağrısı mı?

“Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi biliyorsunuz!”

Kürşat Bumin’in anayasal önerisine karşılık benim de medyatik bir önerim var.

Bekir Fuat/Gerçek Hayat

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.