Başörtüsü 'Laiklik' gereği suçmuş!
“Duydunuz; "Türban siyasi simgeyse suç mu?" diyor, Başbakan’ın saygıdeğer dili. Suçtur... Anayasamızın "değiştirilemez" maddeleri arasındaki "laiklik" tanımına göre, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlara göre, Siyasi Partiler Yasası’na göre ve en son gidilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına göre kamuda türban olmaz. Hukuku yok saymak ise suçtur.”
Demek ki neymiş?
“Laiklik” gereği, başörtüsü suçmuş.
Peki, o zaman şu laikliği “demokrasi gereği” halka sorsak, ne dersiniz? Yani halka şöyle soralım:
“Başörtüsünü suç sayan bir laikliği mi tercih eder misiniz?”
Ama öyle kıvırmak yok, gerekçe ve mantık neyse, soruyu da öyle soracaksınız. Laiklik gereği başörtüsü suç ise, o zaman soruyu da bu minval üzere sormak lazım halka.
Tabiî halkın görüşünü dikkate alan varsa…
Her neyse. Bekir Coşkun, bir yandan da çaktırmadan akıl veriyor savcılara; “bu yüzden partiler kapatılmadı mı?” diyerek, Ak Parti’nin kapatılması için harekete geçirmeye çalışıyor savcıları. Kendince kurnazlık yapıyor…
Bununla da kalmıyor, hani kendisi laik ya, yine “laiklik gereği” müftülüğe soyunup fetvayı da patlatıveriyor:
“Ayrıca suç bir yana... Günah da...”
Laiklik gereği suç olan başörtüsü, yine “laiklik gereklerine göre şekillendirilmiş bir din”ce –o din hangi dinse- günahmış da!
Duyduk duymadık demeyin. Durum, “Fetâvây-ı Bekiriye”de böyle.
İslam’da nasıl dersiniz?
* * *
MERKEZ BANKASI İZMİT’E TAŞINSIN
Milliyet Gazetesi’nden Taha Akyol, 16 Ocak 2008 tarihli yazısında, Merkez Bankası'nın İstanbul'a taşınması tartışmalarına değiniyor.
Tartışmaların geldiği nokta şu:
Merkez Bankası’nın Ankara’dan İstanbul’a taşınması Cumhuriyet’in temellerini sarsmak için mi, finans yönetimini daha iyi yürütmek için mi?
Taha Akyol, tartışmaların Cumhuriyet’in temelleriyle ilişkilendirilmesini anlamsız buluyor ve biz de katılıyoruz bu görüşe. Bu vesileyle birkaç şey söylemek istiyoruz.
Başbakan, ikinci gerekçeyi, yani “finans yönetimini daha iyi yürütmeyi” ileri sürüyor, Baykal ve onun gibi düşünenler de birinci görüşteler, yani bu girişimi Cumhuriyet’in temellerine kastetme olarak sunuyorlar.
Ancak, adı “Merkez” de olsa, bir bankanın bir yerden başka bir yere taşınmasının, Devletin sistemiyle ne alakası olduğunu anlamak cidden çok güç.
Eğer Başbakan Merkez Bankası’nı Bulgaristan’a, İran’a, Suudi Arabistan’a, Azirbaycan’a vs. taşımaya kalksaydı, bu tartışılır ve kıyamet de koparılırdı elbette. Ancak, sanki İstanbul bu ülkenin bir vilayeti değilmiş gibi bir bardak suda fırtına koparılmasını anlamak mümkün değil.
Bu noktada, bir ara çözüm olarak teklifimiz şu:
Gelin, Merkez Bankası’nı İzmit’e taşıyalım. İzmit de önemli bir finans merkezi ve İstanbul’a da çok yakın. Hatta, mesela Avcılar’dan yola çıkan bir işadamının Kadıköy’e ulaşana kadar otoyoldan İzmit’e ulaşabilmesi mümkün. Böylece, hem finans yönetimi açısından Başbakan’ın gerekçesi gerçekleşmiş olur, hem de Cumhuriyet’in temelleri kurtulmuş olur(!)
Ne dersiniz?
* * *
ALET ETMEMEK YASAKLAMAK MIDIR?
Tercüman Gazetesi’nden Kurtul Altuğ, 16 Ocak 2008 tarihli yazısında, başörtüsünün siyasal simge olup olmaması ve dinin siyasete alet edilip edilmediği üzerinde duruyor. Diyor ki:
“1950’den sonra dinin siyasete alet edilmesi iktidar ve muhalefet arasında en büyük sorun olarak gelmiştir. Dini siyasette kullanma yarışı süregelmişti de, 1970’den sonra Erbakan Hoca’nın icadı olan bu yapay kavramlar içinde hâlâ etkisini sürdüren ve rejim tartışmalarıyla, ciddi bunalımlara yol açan Atatürk’e açıktan karşı çıkamayanların icat ettikleri dini simge yaratma sevdası nedense “Mütedeyyin İslam”ın bile zor bela sesini çıkartmadığı örtünme tarzı olan türban cehaletinin elinde sanki laik düzene karşı bir kalkan gibi kullanılma marifetinden geri adım atılmamakta.”
Ben, köşe yazılarını dil açısından incelemiyorum. Bu yüzden, yakarıdaki paragrafın dil yapısını okuyucuların idrakine havale ediyorum. Adamın söylemek istediği şu:
“Tek parti döneminin bitişinden sonra din siyasete alet edilmeye başlanmıştır. Bugün tartışılan dini kavramlar aslında İslam’ın kavramları değildir, Erbakan Hoca’nın Atatürk karşıtlığını yürütmek için icad ettiği yapay kavramlardır.”
Ama şu sorulara cevap vermiyor:
Tek parti döneminin baskıcı politikaları bu ülke insanını mutlu etmede ve huzuru sağlamada yeterli olmuş mudur? Olmuşsa, toplum neden fırsatını bulduğu anda başka bir istikamete yönelmiştir?
Eğer getirilen sistem bu toplumun dini ve kültürel değerlerine dayalı ve bağlı olsaydı, toplumsal onay ile iktidara gelmek durumunda olan siyasi kadrolar, özel olarak dini söylemlere başvurma gereği duyarlar mıydı?
Başörtüsü gibi kavramları “yapay kavram” olarak, “simge icadı” olarak sunarken, acaba yazar, İslam’ın bu konudaki hükümlerinin ne olduğunu merak edip İslami kaynaklara bakmış mıdır, yoksa masa başında, duygu ve ideolojisine göre “sallama” mı yapmıştır?
Başörtüsünü “cehalet” olarak sunarken, toplumsal duyarlılıklar konusunda kendi cehaletinin farkında mıdır?
İnsanların, dinlerinin gereklerine göre amel etmek istemesi “dinin siyasete alet edilmesi” ise, o zaman toplumun huzuru, mutluluğu için yürütülmesi gereken bu siyasette bir yanlışlık vardır anlamı çıkmıyor mu? O zaman siyaset söyleminin ve siyaseti belirleyen argümanların toplumun kimlik ve kişilik değerlerine göre yeniden düzenlenmesi gerekmez mi?
“Mütedeyyin İslam” ifadesini kullanırken, “mütedeyyin olmayan İslam”ın da mı var olduğunu iddia etmiş oluyor? Bu mantığını biraz daha açabilir mi?
Ve yazar cehaletinden kaynaklanan iddialarına devam ediyor:
“Sümerler’in bazı kadınları ötekilerden ayırmak için icat ettikleri bu biçim türbanın pek de iyiye alâmet olmadığının kanıtı 93 yaşındaki bir Sümerolog olan sayın Muazzez İlmiye çığ Hanımefendi’nin bir celsede beraat kararı hâlâ geçerlidir. Demek ki bu bir İslami vecibe değildir ve olsa olsa siyasette rant yaratan ve kullanılmasında dayatılan bir dini simgedir.”
Adamdaki mantık karmaşasını görüyor musunuz? Bir çırpıda, Kur’an’ın emri olan başörtüsünü Sümer âdeti olarak sunuverdi. Bu iddiasının delili olarak da, konuyu ilk gündeme getiren kişinin, laik mahkeme tarafından tek celsede beraat ettirilmesini gösterdi. Sanki mahkeme İslami kurallara göre karar veriyormuş da, verdiği karar dini bir gerekçeye dayanıyormuş gibi. Eğer mahkeme İslami kurallara göre karar vermiş olsaydı, mahkeme kararını din açısından delil olarak sunabilirdi. Ama adamda mantık bütünlüğü yok ki!
Bir diğer husus da şu: Velev ki mahkemeler başörtüsünü yasaklayacak bir karar vermiş olsunlar. Bu neyi değiştirir ki? Mahkeme kararları, içinde bulundukları yasal sistem açısından anlam taşır ve hüküm icra eder. Hiçbir mahkeme kararı, bir dinin kuralını değiştiremez ve iptal edemez. Uygulanmasını engelleme gücünün olması, dinin kuralını değiştirme ve iptal etmesi anlamını da taşımaz. üstelik bu kural, Allah’ın Kelam’ı Kur’an’da ise…
Bir soru daha…
Başörtüsü örneğinden hareketle dini siyasete alet etmek, başörtüsünü yasaklamak anlamına mı geliyor? Eğer bu anlama geliyorsa, “ o zaman bırakın, başörtüsü yasağı kaldırılarak din siyasete alet edilsin” demez mi mütedeyyin insan?
(Faruk Köse)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.