Başörtüsü gerçekten 'rejim meselesi' mi?

Başörtüsü gerçekten 'rejim meselesi' mi?
Hürriyet Gazetesi'nden Ertuğrul Özkök, 17 Ocak 2008 tarihli yazısında başörtüsünü bir 'rejim meselesi' olarak sununuyor; daha doğrusu bu işin rejim meselesine dönüşeceğini kurguluyor. Bakınız dediklerine:

“Başbakan’ın dili mi sürçtü, yoksa bu sözleri isteyerek, taammüden mi söyledi bilmiyorum. Ne olursa olsun, türban olayını fevkalade tehlikeli bir mecraya sokmuştur.... Türban, çok tehlikeli bir dayatmayla üniversiteye girecek ve üniversitelere fitili ateşlenmiş bir dinamit bırakılmış olacaktır.... İş bununla da kalmayacaktır. Türban artık gerçekten bir rejim meselesi haline gelecektir.”

Böylece, başörtüsünün rejim için ne kadar tehlikeli(!) olduğunu da anlamış olduk. Bir şey daha anladık, o da rejimin bir başörtüsü ile sarsılacak kadar zayıf ve temelsiz olduğunu!... Haa, bir de, başörtüsünün fitili ateşlenmiş dinamit olduğunu; sığ kafalı İslam karşıtlarının başörtüsüne bu gözle baktıklarını!...

Ertuğrul özkök, bir sorun daha ürettikten ve var olan sorunu büyüttükten sonra, kendince çözümünü de sunuyor:

“Türban konusu anayasaya girmemelidir. Kesinlikle girmemelidir. Bu ülkenin geleceğini, huzurunu düşünenler buna bütün güçleriyle karşı çıkmalıdır.”

Yani, başörtülüler ve başörtüsüne taraftar olanlar sanki bu ülkenin insanı değilmiş gibi, sanki bu ülkenin varlıkları üzerinde onların hakları yokmuş gibi, sanki başörtülülerin ve başörtüsü taraftarlarının huzur içinde yaşamalarının bir önemi yokmuş gibi, sanki bir avuç başörtüsü düşmanının huzuru ülkenin huzuru için yeterliymiş gibi, huzur için başörtüsünün yasaklı kalması gerekiyormuş.

Yazısının bundan sonraki bölümünde bakınız ne diyor:

“Amaç demokratikleşme falan değildir. Dayatma olan yerde demokratikleşmeden söz edilemez.”

Söyleyene bak! Söylediğine ayrıca bak!

Başörtüsü yasağının kaldırılması dayatma oluyor da, başörtüsünün yasaklanması dayatma olmuyor mu? Madem dayatmanın olduğu yerde demokratikleşme olmuyor, demek ki bu zamana kadar demokrasi denen bir şey yokmuş; zira hep dayatma altındaydık da.

Bir insan gerçekten böyle bir mantığa nasıl sahip olabilir, anlayamıyorum doğrusu. Bu insanlar nereleriyle düşünüyorlar acaba?

Neyse, Ertuğrul özkök hızını almış ya bir kez, durur mu hiç? Devamla diyor ki:

“Bunun referanduma sunulması ondan da tehlikelidir.”

Hah, işte meselenin özü burası. Baklayı çıkarıverdi ağzından. Biliyor ki, halkın reyine sunulsa, bu ülkenin çok çok büyük bir kesimi başörtüsünden yana tavır koyacak. Bunu bildiği için de, referandumu tehlikeli buluyor.

Şimdi, bu son cümleyi baştaki kurguyla birleştirelim bakalım. Yani “başörtüsünün rejim meselesi” olduğu ile “başörtüsünü halk oyuna sunmanın tehlikeli olduğu” kanaatlerini bir araya getirdiğimizde, sizce rejimin niteliği de çıkmıyor mu ortaya?

*****

DİNİ BİR HüKüM ANAYASA İLE YASAKLANABİLİR Mİ?

Hürriyet Gazetesi’nden Cüneyt ülsever, 17 Ocak 2008 tarihli yazısında başörtüsü yasağına anayasal gerekçe gösteriyor ve bu gerekçeyi de dinin bir hükmünün yasaklanması için delil kabul ediyor. Dediği şu:

“Bazı yazarlar "Türban siyasi sembol olarak kullanılsa dahi ne fark eder?" diyerek Başbakan’a sahip çıkıyorlar. Doğrudur, siyasi sembollerin üniversitelerde kullanılmasına kanunen hiçbir engel olamaz…. Ama, dini inanç gereği takılan türban siyasal simge olarak kullanılamaz. Zira Anayasa’nın 24. maddesi: "Kimse....dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz" diyor. Din gereği takılan türbanın siyasal sembol olarak da kullanılması bir "istismar"dır ve Anayasa’ya göre böyle davranmak suçtur.”

Yani özetle, herhangi biri dini bir kuralı sembol olarak kullanırsa, bu “dinin istismarı” anlamını taşıyormuş ve Anayasanın ilgili hükmü gereği böyle davranmak suç imiş. Hani, bu beyzadelerimiz vatandaşını çok düşünür ya, onun için, vatandaş suç işlemesin diye(!) dinin hükmünü yasaklıyorlar; böylece vatandaşı suç işlemekten kurtarmış oluyorlar!...

İyi hoş da;

1- Birileri dinin bir hükmünü Anayasaya aykırı olarak istismar etti diye, bütün dindarları, elde delil olmadan potansiyel suçlu addedip o dini hükmü yasaklamak mı gerekiyor?

2- Neyin istismar, neyin değil olduğuna kim, nasıl, neye göre karar verecek?

3- İnsanların, dini değerlerini hayat tarzları için simge haline getirmesinden daha tabiî ne var ki? İnsan elbette inandığı, benimsediği değerleri simge olarak kabul eder. Böyle bir yasak, insana benimsemediği değerleri simge edinme dayatmasını getirmiyor mu?

4- İslam’ın hükümlerini “dince kutsal sayılan şey” olarak tavsif edip, sonra o kutsalları ulaşılamaz, erişilemez kılarak korumaya almak, yani pratik itibariyle yasaklamak ne kadar doğrudur?

Evvela şu hususun açık seçik karara bağlanması gerekir diye düşünüyorum: Velev ki Anayasal da olsa, dinin bir hükmü yasaklanabilir mi? Bence, işin düğüm noktası da, çözüm noktası da burası.


*****

HUKUK MAHKEME KARARLARIYLA MI OLUŞUR?

Vatan Gazetesi’nden Güngör Mengi, 17 Ocak 2008 tarihli yazısında, kendince yeni bir hukuk mantalitesi kurgulamış. Diyor ki;

“Anayasa’nın 138’inci maddesi şunu diyor: “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” Türbanla ilgili içtihatlar değişmedikçe iktidarın o alanda yeni bir yasal zemin hazırlama yoluna gitmesi bile doğru değildir.”

Bu mantığa göre, hukuk kuralları mahkeme kararları ile oluşur ve yargı içtihatları hukukun kaynağıdır.
Peki, mahkemelerde kararlar neye göre verilir? Yasalara göre değil mi?

Yargı içtihatları neye göre yapılır? Yasalarda olmayan hususlarda, yasalara dayanarak değil mi?

Peki, madem ki başörtüsü için yapılan yargı içtihatları değişmedikçe o konuda yasal düzenleme yapılamaz, o zaman TBMM’ne ne gerek var? O kadar insana maaş vermenin, ülkenin başına belli aralıklarla büyük meblağlara çıkan seçim masrafları açmanın alemi ne? Yargıçlar karar versin, yasal sistem ona göre belirlensin o zaman?

Taktir edersiniz ki, bu mantığın hiçbir hukuki temeli yoktur. Tam tersine, mahkeme kararları da, içtihatlar da yasalar çerçevesinde olur ve yasalar değiştikçe kararlar da, içtihatlar da değişir. Meclis’in, yasa çıkarmak için önünde hiçbir engel yoktur. Anayasaya aykırı olmamak üzere dilediği hususlarda dilediği yasayı çıkarır. Anayasayı bile değiştirebilir ve mahkemeler de buna uyar.

Kanaatimce, acilen çözülmesi gereken öncelikli meselelerimizin başında, Güngör Mengi ve benzerlerinin taşıdığı ve maalesef etkin olan bu mantık gelir. Bu hastalığın bir an önce tedavi edilmesi elzem olmuştur.

(Faruk Köse)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.