Köşe yazısı kritikleri
KöŞE YAZISI KRİTİKLERİ
BİRİ “REKTöR”, DİĞERİ “YAZAR”
Vatan Gazetesi’nden, Güngör Mengi, 27 Ocak 2008 tarihli yazısında; İnönü üniversitesi Rektörü Fatih Hilmioğlu’nun sözlerine yer vererek, yine başörtüsü konusunda müdahil olmaya devam ediyor.
Rektör bey, “bir kaç bin öğrenciyi ilgilendiren türbanı iktidarın bütün üniversitelerin meselesi haline getirdiğini” belirterek şunları söylemiş:
“Şu anda türbandan dolayı karışmış bir üniversite var mı? Yok.. Ama siz bu konuyu gündeme getirdiğiniz zaman kamplaşmalar olacaktır.”
Şimdi bu sözleri söyleyen “rektör”, katılarak aktaran da “yazar”...
Bu kadar sığ bir düşünce ufkuyla nasıl oluyor da biri “rektör”, öbürü de “yazar” olabiliyor, anlamak güç doğrusu.
Adama sormazlar mı, “madem ki başörtüsü sadece birkaç bin öğrenciyi ilgilendiriyor, o zaman bunca gürültü, bunca tehdit, bunca darbe çığırtkanlığı neden?”
Yani, Cumhuriyet’in temellerini kendi tabirleriyle “birkaç bin öğrenci”nin başındaki “başörtüsü” mü yıkacak? “Bu ne kadar zayıf bir Cumhuriyet imiş böyle” diye sormazlar mı? Böyle lanse edilmesi “Cumhuriyet” için bir “zayıflık ve acziyet” yaftası olmaz mı?
Madem “birkaç bin öğrenci”den ibaret, yetmiş milyonu aşkın nüfus içinde bütün işinizi bitirdiniz de, “birkaç bin öğrenci”nin başörtüsü mü kaldı uğraşacak?
“Sığ düşünce” dedik ya, bu sadece “birkaç bin” tanımlamasına bina edilen düşünceden değil. Ne demiş ardından rektör? Şu anda türbandan karışmış bir üniversite yokmuş!
İşe bak sen. Sanki üniversitelerde başörtülü bırakmışlar gibi. Sanki başörtülülerin ellerinde üniversiteleri “karıştıracak” silahları varmış gibi. Eğer öyle olsaydı, başörtülülerin üniversiteleri karıştıracak “gücü ve niyeti” olsaydı, bu zalimce, bu diktatörce “yasak”tan daha geçerli bir sebep mi olurdu “karıştırmak” için? Yasaklanınca, zulüm görünce “karıştırmayanlar”, yasak kalkınca mı “karıştırarak” yeniden yasak getirilmesine çalışacaklar?
İşte “düşünce”nin “sığ” oluşunun açık göstergesi tam bu noktada. Ancak tabiî, Güngör Mengi hızını almış ya bir kez, duramıyor ve yazısının devamında, “başörtüsü”nü, aslında fakir ailelerin, “dinci çevreler”den “yardım” almak için kullandığını, bunların iktisadi sıkıntıları olmasa, kimsenin başörtüsü takmayacağını iddia ediyor.
Adamlar “iman” olayını anlamadıklarında, hayatlarını “dünya” ve “maddi çıkar” üzerine kurguladıklarından, tabiî ki “iman” ve “ibadet” gereği örtülen “başörtüsü”nün bu mahiyetini anlayacak zekâdan ve idrakten de yoksunlar. Bu yüzden, “başörtüsü”nün ardında da bir “çıkar” arıyorlar.
Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın eşlerinin de başörtülü olduğunu göre göre, böyle sığ düşünebiliyorlar, daha doğrusu düşünemiyorlar görüyorsunuz ki. öyle ya, sözü edilen “eş”lerin ne maddi yardıma ihtiyaçları var, ne makam-mevkiye; üstelik onlardan dolayı ne Devlet karıştı, ne de Cumhuriyet yıkıldı...
E, o zaman niye bunca gürültü?
“İslam düşmanlığı”ndan olmasın!
* * *
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNDEN BAŞKA çARE VAR MI?
Hürriyet Gazetesi’nden, Enis Berberoğlu, 27 Ocak 2008 tarihli yazısında; başörtüsü sorununun çözümü için neden ısrarla Anayasa değişikliği yapılmak istendiğini sorguluyor. Diyor ki:
“AKP olsun, MHP olsun türbanı Anayasa’yı değiştirmeden serbest bırakmanın yolunu aramıyor. Oysa Anayasa çalışmaları ilerledikçe uyarıların dozu artıyor. Anayasal eşitlik maddesinin kamu hizmeti sunanlara (doktor, hakim, öğretmen gibi) türban yolunu açacağı endişesi dile getiriliyor.... Türbanı Anayasa’ya koymak galiba iyi fikir değil!”
Bu yazı vesilesiyle şu dikkat çekici hususa vurgu yapmak istiyorum. Başörtüsü meselesinin Anayasal çözümü süreci başladığından beri, esasında başörtüsüne karşı olanlar da ağız birliği etmiş gibi, sorunun çözülmesini, bunun yönetmelik ya da talimatlarla yapılabileceğini, Anayasal ölçekte bir düzenlemeye gidilmemesini ısrarla işliyorlar yazılarında.
Peki, madem böyle anlamsız, çağ dışı, zalimane bir yasağın kolayca çözümü mümkündü de, bu beyzadeler bu zamana kadar neredeydi?
Ama hayır, bunlar kendilerini akıl deryası sayarken, müslüman toplumu “aptal” olarak yaftalamaya alışmışlar bir kere. Daha önceki bırakın yönetmelik ya da talimatları, yasal düzenlemelerin bile her defasında Anayasa Mahkemesine takıldığını, işlevsiz ve geçersiz kılındığını sanki bilmiyoruz.
Şu anda başörtüsünü yasaklayan bir yasa olmadığını, bilakis yasal olarak başörtüsünün serbest olduğunu, ama Anayasa Mahkemesi’nin, yetki aşımı ile “yasa yerine geçecek bir karar” verdiğini ve ne yazık ki bütün kurumların da buna dayanarak başörtüsü yasağını sürdürdüğünü bilmiyoruz sanki.
özgürlük anlayışında “yasakçılık”, hukuk anlayışında “toplumu potansiyel suçlu görme” alışkanlığı olan bir ülkede, artık başörtüsü meselesinin çözümü için Anayasa değişikliğinden başka çare kalmamıştır.
Böyle olduğunu bunlar da biliyorlar da, süreci etkilemek, engellemek, hiç değilse sulandırıp rotasını saptırmak için taktik gereği “başörtüsü sorunu çözülsün, ama Anayasa değişikliği ile değil” diyorlar. Eğer bugün Başbakan çıkıp, başörtüsü için Anayasal düzenlemeden vazgeçtiklerini açıklasın, vakit kaybetmeden tekrar Anayasa Mahkemesi kararını dayarlar burnumuzun dibine ve yasakçılığı olanca şiddet ve acımasızlığı ile sürdürmeye devam ederler.
Bir şey daha... Anayasada başörtüsüne ilişkin bir düzenlemeye “özel bir düzenleme” olarak bakmak doğru değildir. Artık bu konu temel bir “hak ve özgürlük” meselesi halini almıştır ve bu konudaki yaklaşım, ülkenin “hukuk mantığı” açısından ciddi bir göstergedir. Böyle bir düzenlemenin Anayasal ölçekte olmasından daha tabiî ne olabilir?
* * *
BİLMEDEN YAZARLIK YAPARSAN “HüRRİYET”TE KöŞE KAPARSIN
Hürriyet Gazetesi’nden, Bekir Coşkun, 27 Ocak 2008 tarihli yazısında; orman vasfını yitirmiş arazilere ilişkin düzenlemeye takmış kafayı. Diyor ki:
“İşte yine "2-B"yi önlerine aldılar. 2 Lüksemburg, 6 Singapur, 15 Malta büyüklüğünde ormanlık alan "orman" olmaktan çıkartılıp satılacak. Ormanları açanlara, tarlaya çevirenlere, üzerine villa yapanlara, ağaçları kesip kooperatif kuranlara, kurtarılmış mahallelere af getiriliyor.”
Ormanların talan edilmesine, orman yağmacılarına peşkeş çekilmesine elbette hayır! Bunu kim yaparsa yapsın, velev ki AKP de yapsın, kabul edemeyiz.
Ancak…
Şu meşhur “2-B” Yasasının mahiyetini bilseydi, Bay Bekir böyle bir yazı döşenme zahmetinden kurtulmuş olurdu. Orman vasfını yitirmiş, hatta tek bir ağaç bile bulunmayan ve yıllardır iskân mekânı haline gelmiş o kadar yer var ki. Bu yasa, işte zaten orman olmaktan çıkmış ve geri dönülmesi de mümkün olmayan bu tür arazileri, hiç değilse işgalcilerinden parasını alarak iskânını resmileştirecek. Eğer “talan”a kapı açacaksa, o işte biz de yokuz elbette.
Bekir Bey bunu bilmiyor tabiî. çünkü Hürriyet’in Cinnah’taki binasına kapanmış, ülkeyi odasının ve biraz da binasının içindeki manzaradan ibaret görüyor. Gerçi, bugünlerde taşındılar. Belki yeni binaya taşınırken, yol boyunca ülkenin Hürriyet binasından ibaret olmadığını da anlamıştır ve biraz araştırarak etrafını tanımaya başlar.
Kim bilir. Hani atalarımız derler ya, “çıkmamış candan umut kesilmez.”
FARUK KöSE-habervaktim
* * *
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.