Medya kritik

Medya kritik
'Uzlaşmak' demek, 'yasaklamak' mı demek?

Hürriyet Gazetesi’nden, Ertuğrul özkök, 2 Şubat 2008 tarihli yazısında; milyonlarca müslümanı inim inim inleten “başörtüsü yasağı”nın kaldırılmasını “dinin siyasete alet edilmesi” olarak değerlendiriyor. Diyor ki:
“Ama ben kendimi bildiğimden beri hiçbir dönemde "dinin bu kadar pervasızca siyasete alet edildiğine" tanık olmadım. Ne yazık ki, türban meselesi artık din istismarı olmaktan çıkıp, daha da kötüsü, bir "din istismarı yarışına" dönüşmüştür. "Masum bir genç kız talebi" noktasını çoktan geçmiştir.... Arkanızda yüzde 46.5, önünüzde üniversite kapısı ve kan revan içinde bir zafer. öteki tarafta da mazlum bir laik cephe. Sorun mu çözüyoruz, yoksa rövanş mı alıyoruz?.... Hani bu sorunu "uzlaşarak" çözecektik? CHP’nin önüne, rektörlerin önüne, halkın önüne, korkusu olan insanların önüne uzlaşmacı bir çözüm getirdiniz de bunu konuşmayan mı oldu?”

Yani şunu demek istiyor:

1- Başörtüsü yasağı devam etmelidir. Eğer yasağı kaldırırsan, “din istismarcısı” olursun.

2- üniversitelerde yuvalanmış ve toplumsal gerçeklikten, halkın inanç ve düşüncelerinden habersiz bir avuç yasakçı kafa ne diyorsa, o olmalıdır. Eğer bir sonuca varmak isteniyorsa, işte bu yasakçı kafaların talep ve tekliflerine göre bir sonuca gidilmelidir. Aksini yaparsan, “cephe açmış” olursun.

3- “Laik cephe” artık mazlum duruma düşmüştür.

4- Başörtüsü sorununu çözmenin yolu, uzlaşmadır. Uzlaşma da CHP’nin, yasakçı rektörlerin, başörtüsüne tahammül edemeyenlerin istekleri doğrultusunda olmalıdır. Bunun aksine davranır, toplumun genelinin isteklerine uyarsan, uzlaşmazlık çıkaran olursun.

Toplumun önüne çıkıp bu denli saçma görüşleri önermek için, herhalde Hürriyet’e genel yayın yönetmeni olmak gerekiyor. Ertuğrul Beyin teklif ve değerlendirmelerine kısa notlarla şöyle karşılık vermek istiyorum:
1- Eğer toplumun inanç değerleri üzerindeki bir yasağın kaldırılması, insanlara temel hak ve hürriyetlerini kullanma zemini hazırlanması “istismar”sa, böyle bir istismara can kurban. “Yasak”lar altında ezilmektense, “yasakları kaldıran bir istismar” ile özgürleşmeyi tercih ederim.

2- Toplumun dini değerleri üzerine baskı kurmayı kendileri için tatmin vesilesi haline getiren yasakçı kafalardan alınabilecek hiçbir hayırlı şey yoktur. Zaten sorunu oluşturan bu kafaların uygulaması değil mi? çözüm, sorunun beslendiği kaynağı tedavi ile mümkün olur ancak.

3- “Laik cephe” mazlum durumdaymış. Birinci husus, demek ki ortada bir “laik cephe” varmış. Bay özkök, bu “cephe”nin kime karşı “savaşacağı”nı da açıklasa bari. Yani bu, bir itirafname olmuş olmuyor mu? İkinci husus ise, bu zamana kadar inançlı çevre mazlum durumdaydı, eh, biraz da “laik cephe” mazlumları oynasın. Hem, adı üstünde, “cephe”... Ben demiyorum, Ertuğrul özkök diyor.

4- Başörtüsü sorunu uzlaşma ile çözümlenmeliymiş. Tamam, uzlaşalım. Siz şu yasakçı tutumunuzdan vazgeçin, “özgürlük” üzerinde uzlaşalım. Yok, eğer sizin “uzlaşma”dan anladığınız CHP’nin, rektörlerin, diğer yasakçı çevrelerin halihazırda var olan yasakçı tutumlarının benimsenmesi ise, biz o işte yokuz.
Ne yani, uzlaşma demek, illa da yasaklama mı demek?

* * *

GöZü DöNMüŞ SİYASET…
Hürriyet Gazetesi’nden, Oktay Ekşi, 2 Şubat 2008 tarihli yazısında; siyasette göz dönmesi üzerine çeşitlemeler yapıyor. Diyor ki:

“Bunda siyasi iradenin bir kere gözü dönmeyegörsün, Meclis’in kurallarını, ahlaki vecibeleri ve mantığın emrini bile dinlemeyeceğinin somut bir örneği var.... AKP ile MHP’nin.... Anayasa ve YöK Yasası değişikliklerini Meclis’ten geçirmek üzere "taahhütname" imzaladıklarını bildiriyor.... İki parti bir konuda elbet işbirliği yapabilir. Ama iki partinin yetkilileri işbirliği yapacakları konuyla ilgili bir "taahhütname" imzaladıkları takdirde, mensubu oldukları -ve her fırsatta en üstün otoriteyi temsil ettiğini söyledikleri- TBMM’ye karşı saygısızlık yapmış olurlar. çünkü yaptıkları, TBMM’nin iradesine ipotek koymaktır. Bu "parti içi demokrasiye" izin vermeyip "parti içi dikta" kuran siyasi liderlerimizin, onunla yetinmeyip bir de "Meclis içi dikta" oluşturduklarının kanıtıdır.... Bu öneri YöK Yasası’nı değiştirmeyi öngördüğüne göre öncelikle Milli Eğitim Komisyonu’na gönderilmesi gerekmez miydi?.... Usul yok, sıra yok, mantık yok... Ama siyasi irade var!”

Oktay Ekşi’nin bu yazdıklarını okuyunca, 28 Şubat dönemi geçiverdi gözümün önünden hızlıca. O dönemde, bu milletin inanç değerlerine karşı acımasız bir kampanya yürüten, en ağır baskıların yasalaştırılmasına çalışan ekibin içinde işte bu Oktay Ekşi de vardı.

Dönemin gözde siyasetçilerinden Mesut Yılmaz, “siyasi hayatıma da mal olsa” meydan okumasıyla, İmam Hatip Okullarının orta kısımlarının kapatılması, işlevsizleştirilmesi ve Kur’an Kurslarının kapatılıp kısıtlanması hususunda pervasızca bir yasama faaliyeti içine girmişti.

Bu yasama faaliyetinin komisyonu neydi dersiniz? Acaba, Oktay Ekşi’nin bugün tavsiye ettiği ve böyle olmadığı için AKP ve MHP’li siyasetçileri “gözü dönmüşlük”le, “dikta”lıkla suçladığı Milli Eğitim Komisyonu muydu?

Hayır. Kesintisiz Eğitim Yasasını görüşen komisyon, milletvekili sayısı ne olursa olsun, Hükümet partisinin tartışmasız üstünlüğü esasına dayalı Plan ve Bütçe Komisyonu idi. 28 Şubat Darbesine payanda olan siyasetçiler, Milli Eğitim Komisyonu’nu devre dışı bırakarak, sayısal üstünlüğü olan Plan ve Bütçe Komisyonu’na havale etmişlerdi yasa tasarısını. Tabii ki yasalaştırdılar ve Müslüman toplumun inançları üzerinde acımasızca bir baskı oluşturdular.

Şimdi Bay Oktay çıkmış, ekşi ekşi yazılar yazıyor. Anayasa değişikliği için bile Milli Eğitim Komisyonu’nu öneriyor. Ama, 28 Şubat Döneminin kitabını yazmış biri olarak, gözümden kaçmadı bu yazdıkları. “Kesintisiz cinayeti” işlenirken neredeydin bay Ekşi? O zaman neden alkış tutuyordun uygulamaya? 28 Şubat yasaları bu millet üzerinde zorla tatbik edilirken dikta olmuyordu da, milletin büyük çoğunluğunun talebi olan, kanayan bir yara durumundaki başörtüsü yasağının kaldırılmasına dair Anayasa değişikliğinin Anayasa Komisyonu’nda görüşülmesi mi dikta oluyor?

Güldürmeyin kendinize... Bu “gözü dönmüş gazetecilik”le rezil oluyorsunuz!

* * *

öLüLERİNİ BİLE SAYACAKLAR!
Milliyet Gazetesi’nden, Melih Aşık, 2 Şubat 2008 tarihli yazısında; üniversite hocalarının başörtüsü hakkındaki görüşleri üzerine hayali bir istatistik kurgulamış. Diyor ki:

“çoğunluğu İkinci Cumhuriyetçi olmak üzere 297 öğretim üyesi üniversitede kılık kıyafet serbestisine, yani AKP ve MHP'nin girişimine destek bildirisi yayımladı. Düşünce açıklamak herkesin hakkıdır. Ancak nitelik kadar niceliğe de bakmalıyız. üniversitelerde 33 bin öğretim üyesi (profesör, doçent ve yardımcı doçent) çalışıyor. Asistanların, okutmanların vs. eklenmesiyle toplam öğretim elemanlarının sayısı 89 bini buluyor... 89 bin içinde 279... Binde 3 ediyor... İktidara destek şimdilik binde 3... Binde 997'nin desteklemediği bir yasa çıkıyor...”

Bir insanın böyle bir istatistiği yayımlayabilmesi için ya geri zekalı olması lazım, ya da “kasıtlı”...

çünkü, sözü edilen 297 öğretim üyesinin dışında kalıp da başörtüsü yasağına karşı olan, hatta bizatihi dindar olan, kendileri de geçmişte başörtüsü yasağına karşı mücadele etmiş olan onlarca, evet onlarca öğretim üyesini ben bizzat tanıyorum. Hatta bunlardan bir tanesiyle kapı komşuyuz.

Şimdi bunlar bildiriye imza atmadılar diye yasağa destek mi vermiş oluyorlar?

Toplumsal gerçeklik içinde o kadar azınlıktalar ki, sayılarını kalabalık göstermek için hayali istatistikler yapıyorlar. Neredeyse, Tekâsür Sûresi’nde beyan buyurulduğu üzere, geçmiş kavimlerin yaptığı gibi mezardaki ölülerini bile sayıp, “karşı cephe” istatistikleri yayımlayacaklar.

Güvendikleri dağlara karlar yağdığında ne yapacaklar acaba?

* * *

ANAYASA DEĞİŞMEZ, AMA KUR’AN DEĞİŞİR, öYLE Mİ?
Vatan Gazetesi’nden, Güngör Mengi, 2 Şubat 2008 tarihli yazısında; insan hak ve hürriyetleri için aslında “suç” olan bir yasağın kaldırılmasının suç olduğunu iddia ediyor:

“İktidarın türban yasağını kaldırmak için başvurduğu dolanlı yöntemler, cumhuriyetimizin laiklik ilkesini ortadan kaldıracak ve Anayasa’yı ihlâl suçu oluşturacaktır!.... Yapılmak istenen şeyin Anayasa’nın değiştirilemez laiklik ilkesini zedeleyeceği uyarısı dün Meclis Anayasa Komisyonu’nda da tartışma konusu oldu. AKP Grup Başkanvekili Bozdağ yeni düzenleme yapılamayacağını söylemenin “hukuku dondurmak” olacağını öne sürerek karşı çıktı. Karşı devrimci zihniyet hep bu bahaneyle saldırır. Başlarken “laik cumhuriyete bağlı kalacağına dair namus yemini” eder, sonra fırsat bulduğunda hançeri saplarsın! Demokrasi denilen rejim, Allah’ın her günü “devam mı, tamam mı” referandumu yapmak mıdır? Hukuku dondurmak da kaynatmak da yanlış. Aslolan hukuku yaşatmak yargı kararlarına saygı göstermektir.”

Görüleceği üzere, Anayasa için “değişmez” kurallar koyanlar, İslam’ın kuralları için 1400 yıl öncesinin şartlarını ileri sürerek bugün geçerli olamayacağını ileri sürme densizliğini gösterebiliyorlar. Kâinatın yaratıcısı Allah’ın hükümleri bugün geçerli olmayıp –hâşâ- değişmeye ihtiyaç duyacak, ancak bu beyzadelerin koyduğu kurallar kıyamete kadar baki kalabilecek!

Bunu savunanların, çıkıp bir de “hukuk” dersi vermeye kalkışması yok mu, işte asıl çileden çıkartan husus bu.

(Faruk Köse)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.