Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Kitabı çalınanlar ve yakılanlar

Kitabı çalınanlar ve yakılanlar

Tarihte birbirlerinden çok farklı olsalar da ikisinin başına aynı şeyler gelmiştir. Hem İmamı Gazali’nin, hem de İbni Hazm’ın kitapları yakılmışır.

Bunun dışında İmamı Gazali’nin kitapları veya notları yol kesiciler tarafından yağmaya maruz kalmıştır. Tarihçiler bu hadiseyi şöyle aktarırlar. Gazali evvela doğum yeri Tus’da eğitim ve öğrenim görür. Son günlerini de yine Tus’da tedrisle ve ders vermekle geçirir. Tus’tan sonra ilim tahsili için Cürcan’a gitmiş ve eğitimine burada devam etmiştir. Cürcan’da okuduğu dersleri kaydettiği defterler, vatanına dönüşünde içinde bulunduğu kervanı soyan haydutlar tarafından gasbedilmiştir. İmamı Gazali, kervanı basan ve soyan haydutların reisine, defterlerini geri vermelerini, zira bunların hiçbir işlerine yaramayacağını söylemiştir. Adeta eşkiyalara yalvarmıştır. Haydutların reisi o defterlerin ne olduğunu sorduğunda: “Onlarda yazılı bilgileri edinmek için, yurdumu terkettim ve uzun müddet süren tahsilimin semeresini onlara yazdım’ dedi. Haydutların reisi güldü ve ‘Nasıl olur da ilim tahsil etmiş olduğunu ileri sürebilirsin? Baksana defterlerin elinden alınınca hiç ilmin kalmıyor’ dedi. Bununla birlikte defterlerini de geri verdirdi. Bu sözler İmamı Gazali’ye hem ders hem de kulağına küpe oldu. Zamahşeri’nin altın halkalarında anlattığına benzer altın küpelerden birisi oldu. Bundan sonra İmamı Gazali satır ilminden sadır ilmine geçmeye çalıştı. Gerçekten de insan ancak sadır ilmine geçerek kemal bulabilir. Aksi takdirde, Kur’ân-ı Kerim’in Beni İsrail uleması için kullandığı gibi insan kitap yüklü merkeplerden farksız olur. Ancak insan kitapların muhteviyatını içselleştirerek alim olabilir. Yazmakla, taşımakla değil ancak yaşamakla olur. Yoksa dibine ışık vermeyen muma benzer. Bundan dolayı da Şems-i Tebrizi, Mevlânâ’ya babası Sultanu’l Ulema Bahaeddin Veled’in kitabı ve Mütenebbi’nin Divan’ı gibi kitaplarını yasaklamış veya havuza veya suya atmıştır.

İbni Haldun da velud ve çok yönlü yazarlardan birisidir. Rivayetlere göre hayatı boyunca 80 bin sayfa kitap yazmıştır. Bu her ne kadar mübalağa addedilse bile İslâm tarihinde İbni Haldun’a benzer yazarlar vardır. Bununla birlikte, birçok alim gibi mihnelere maruz kalmıştır. Bu mihne devirlerinden birisinde Sultan Mutadit İbni İmad’ın öfkesini ve gazabını celbetmiştir. İbni Hazm’a öfkesinden dolayı Mutadıt onun kitaplarını İşbiliyye meydanında yaktırmıştır. Bununla birlikte, İbni Hazm bu davranışa metelik dahi vermemiştir. Oralı olmamıştır. Cevherin satırlarda değil kendi sadrında olduğunu ve bu cevheri göçtüğü ve karar kıldığı her yere beraberinde taşıdığını düşünmüştür. Bu da tesellisi olmuştur. Ve Sultanın densizliğine karşı kendi kendine şunları terennüm etmiştir:


“İn tahruku’l kirtase len tahruku’llezi

Tadammanahu’l kirtasu bel huve fi sadri

Yesiru mae haysu istakarrat rekaibu

Yenzilu in enzilu ve yüdfene fi kabri”


“Sayfaları ve kâğıtları yaksalar bile,

Sayfaların içindekileri yakamazlar.

Zira, onlar benim göğsümde mahfuzdur.

Dizlerimin kapaklandığı yere benimle gelir.

İndiğimde benimle iner ve benimle kabre girer.”


Kitapla yazar arasındaki bağ bundan daha güzel dile getirilebilir mi? Bunu ancak Güvercin Gerdanlığı (tavku’l hamame) sahibi ve yazarı ifade edebilirdi! Nitekim bunu o ifade etmiştir. Kitapların yakılmasıyla ve satırların izalesiyle ilim ölmez. Kutlu Peygamberin dediği gibi ilim alimin ölümüyle ona havi olan sadrın toprağa düşmesiyle ölür, inkitaya uğrar. İlim interaktiftir ve kitap sayfalarında ölü haldedir. Onu ancak sinelerin sıcaklığı diriltir. Onun doğumu ancak alimin sadrına girmesiyle olur. İlmi, zihinler ve kalpler saklar. Zihinler hıfzederek ve kalpler de amel ederek onu semeredar eder. Yoksa kavl-i mücerret olarak kalmaya mahkumdur.

İlmin kabzı ulemanın kabzıyladır. Nitekim müttefekun aleyh olan bir hadis-i şerifte Peygamberimiz şöyle buyururlar: “Cenab-ı Hak bu ilmi insanlardan söküp almaz. Lâkin ulemanın kabzıyla ilim onlardan alınır. Ve insanlar arasında cahil başlar kalır. İlimsiz fetva vererek hem sapıtırlar, hem de saptırırlar...”

Demek ki ilim, mümarese, uygulama ve tecrübedir. Yoksa mücerret olarak kitaptan nakil yapmak ilim değildir. Kitaplar arasında cevelân etmek, dolaşmak ve tercihte bulunmak yine ulemanın harcıdır. Ulemanın görevi mücerret nakil değil, müsteftî ile doğru görüş/rey-i sedîd arasını buluşturmak ve telif etmektir.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi