Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Her sabah karısından tokat yiyen adam

Her sabah karısından tokat yiyen adam

Yurdum insanında hikâye çok. Yeter ki onları tanıyabilelim, konuşabilelim, sevebilelim, sayabilelim ve birbirimize güvenebilelim. Nerede olursak olalım, bundan sonrası tam bir cennet havasında geçiyor.
Güneydoğu gezimde epey insan hikâyesi dinledim. Birkaç tanesini de bizzat yaşadım. Bugün bizzat yaşadığımın küçük bir özetini sunmaya çalışacağım.
Gap Gazeteciler Birliği Genel Başkanı Zeynel Abidin Kıymaz’ın yönetiminde Adıyaman’dan Urfa’ya doğru gidiyorduk. Adıyaman ile Urfa sınırını belirleyen Fırat Nehri’ne gelmeden, yol kenarında bulunan bahçeli evlerden birine paldır küldür girdik.
Zeynel Bey’e; “Kimin evi burası” diye sordum, “Bir tanıdığın evi” dedi. Bahçeye girdik, selam verdik, hemen arkamızdan evin sahibi de bahçeye çıktı, sanki kırk yıldır tanıyormuş gibi hepimize “Hoş geldiniz” dedi. Biz de mukabele ettik.
Meğer bahçesine konuk olduğumuz arkadaş, Zeynel Bey’in tanıdığı kişinin kardeşiymiş, yanlışlıkla onun bahçesine girmişiz. Özür dileyip çıkmak istedik fakat ev sahibimiz; “Olmaz öyle şey, siz Allah misafirisiniz, burada içeceğiniz, yiyeceğiniz nasipleriniz var ki geldiniz, yoksa gelmezdiniz” deyip bırakmadı.
Tanıştık, konuştuk, anlaştık, yedik, içtik, dua ettik. Bu arada ev sahibimizin adı da Zeynel’miş. İlginç bir hayat hikâyesi var ama dedim ya hepsini anlatmayacağım. Önce bahçeden söz etmeliyim. İnsan isteyince dağı bağ, bağı dağ yaparmış. Zeynel Bey, evinin önündeki tarlayı dünya cennetine çevirmiş. Akla hangi meyve ve sebze geliyorsa hepsi yetişiyor.
“Ne olacak hocam memleketin hali” sorusunu Zeynel Bey de sordu. Yeşil çimlerin üzerinde oturmuşuz, başımın üstünde salkım salkım siyah ve beyaz üzümler, hemen yanımdaki ağaçta incir, biraz ötemde kızarmış domatesler, sol yanımda salatalık ve acur, arkamda erik, sağ yanımda elma. Böyle bir ortamda; “Ne olacak memleketin hali” sorusu sorulur mu? Elbet sorulmaz, zaten ben de bir cümle ile cevap verdim, dedim ki;
“Ne zaman bu ülkede herkes sizin gibi üretime katkıda bulunur, elindeki imkânlarını çarçur etmeden, helal ve harama dikkat ederek şükretmeyi öğrenir, memleketin hakkını memlekete, Mehmet’in hakkını Mehmet’e verirse, işte o zaman düzelir.”
Güneydoğu’nun insanı çok misafirperver, evlerinde ne var ne yok, hemen hepsini yedirmek istiyorlar. Zeynel Bey “Yiyeceksiniz” demekten yorulmadı, biz de “Yemeyeceğiz” demekten. Sanırsınız ki kırk yıldır beraberiz veya çok yakın akrabayız.
Ben uzun uzun cümlelerle soru sordum, o hep kısa kısa cevap verdi. Beden dilini incelediğimde gördüm ki, çok iyi besleniyor ve çok çalışıyor. Çünkü bu kadar çalışkan birinin, öyle sıradan beslenmesi mümkün değil, aksi takdirde ya çok yemekten gider ya da çok çalışmaktan bitap düşer. Nasıl beslendiğini sordum o da cevapladı.
Bir kere her sabah kahvaltıda bir tas yoğurtla bir somun ekmek yermiş. Ondan sonra zeytin, peynir, bal, süt, meyve, sebze ve yine kendi ifadesiyle; “Allah ne verdiyse.” Maaşallah diyelim. Bu kadar güzel beslenen biri durmadan çalışırsa ancak yediklerini eritebilir. O da zaten pek oturmayı sevmiyormuş. Daha diğer öğünlerde yediklerini saymıyorum.
Çok değerli bir eşi ve çocukları var. Kızının biri gelecek hafta evleniyor. Dedim ki, “Buralarda evlilikler genelde görücü usulüyle yapılıyor, anladığım kadarıyla sizin evliliğiniz böyle değil, çünkü öyle muhabbetli bir eviniz var ki, sadece bahçeniz değil, eviniz de kutlu ve mutlu.” “Evet” dedi ve ekledi Zeynel Bey; “Aşık oldum ve evlendim, hâlâ da aşığım.”
Söz bitmişti. Hanımefendiye; “Gerçekten doğru mu” diye sordum. Hanımefendi de kibar ve saygın bir şekilde; “Dediği gibi” diyerek başını salladı. Bu sefer Zeynel Bey’e dönüp: “Eşinizden şikâyet ettiğiniz bir husus var mı” dedim. “Var hocam” dedi ve dile getirdi: “Ben sabah namazına uyanmakta çok zorlanıyorum. Her sabah namaza kaldırmak için ciddi ciddi tokat atıyor. Yani sizin anlayacağınız, ben de hanımdan dayak yiyenlerdenim.”
Keşke bütün ailelerin birbirinden rahatsızlığı böyle olsa. Kısacası aziz dostlar, bir Müslümanın insan suretinde olması yetmiyor. Allah’ın insana armağan ettiği; akıl, göz, kulak, dil, vicdan, fikir, düşünce, el, ayak ve diğer bütün uzuvlarına sahip çıkarak, rızayı ilahi çerçevesinde kullanması gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi