Hüseyin Öztürk

Hüseyin Öztürk

Yakarış vaktidir gelin ey dostlar

Yakarış vaktidir gelin ey dostlar

(Dünden devam)
“Ey Yüce Dost, seneler var, ışığına hasret gidiyoruz ve kopkoyu bir gölgedeyiz; ne simalarımızda renk kaldı, ne düşüncelerimizde hayat. Kendi vehimlerimizin cinnetini yaşıyoruz. İki büklümüz, harekete geçip doğrulamıyor ve bir türlü beklenen yenilenmeyi gerçekleştiremiyoruz.
Ektiklerimizi küfür fırtınaları tehdit ediyor. Yeşeren düşüncelerimiz nifak rüzgârlarının baskısı altında. Bir türlü ayaklarımız üzerinde duramıyor, bir türlü tevhid-i kıbleye muvaffak olamıyor ve bir türlü zihni, fikri teşevvüşten, ikilemden kurtulamıyoruz. Bir sürü başıboşlar haline geldik; bu halimizle İslam’ın çehresini karartıyor, çevremizdeki mütereddit ve mütehayyirleri de şüphelere sevk ediyoruz.
Konuştuğumuz sözler, kalb ve kafa izdivacından doğmuş nesebi sahih beyanlar değil; yazıp-çizdiklerimize gönüllerimizin sesi diyemeyeceğim. Her halimizde ayrı bir ukalalık ve iddia nümayan. Çoğu hareketlerimiz Mele-i A’lanın sakinlerini utandırmaya karşılık şeytanları sevindirecek mahiyette. Affına sığındık, bize nezdinden bir ışık gönder, zulmetlerin oyununu boz ve Süleyman lütfeyle ki çevremizi saran bütün şeytanları zincire vursun.
İfritten bir devirdeyiz; dinde tahripler yaşıyoruz ki emsali görülmemiş, milliyet düşüncesi en talihsiz yorumlar ağında olabildiğine derbeder; mana köklerimiz insafsız hasımların darbeleri yanında, vefasız dostların ihanetiyle de paramparça. Selamet-i kalb ve istirahat-ı ruh isteyenler; “Ya mahşer” deyip uykuya çekilmiş; manaya bağlı görünenlerse rüyalarla teselli olma peşinde; uyurgezerlerin haddi hesabı yok. Her yerde bir sürü günah işleyen arsız, bir sürü de bu arsızlığı seyreden hissiz var. Günahkâr tevbe bilmiyor, seyredenlerden de samimi bir ses yükselmiyor.
Senin yolundan ayrı düştüğümüz günden itibaren, bizi biz yapan bütün değerleri de bir bir yitirdik; yitirdik iman yolunu, İslam’ın getirdiklerini, Cennet’e yürüme üslubunu. Sonra da dağılıp döküldük ve ayaklar altında pâyimal olduk. Düşüncelerimizde boşluk, sözlerimizde tutarsızlık, tedbirlerimizde kararsızlık her halimizle bir sevimsizler topluluğu haline geldik.
Senden uzaklaşalı asırlar oldu; çok kapı tokmağı tıklattık, çok kimseye müracaat ettik. Perişaniyetimizi görecek, dertlerimize derman olacak kimse çıkmadı. Kaçkın olmanın hicabıyla beraber kimsesizliğin sefaletiyle de hep kıvranıp durduk; ama dahasına takatimiz kalmadı. Biraz da ıztırarların evirip-çevirmesiyle şu anda boynumuzda kulluk tasması, huzurunda el-pençeyiz. Ben şimdilerde dahi Seni tam anladığımızı ve dergâhına gönülden yöneldiğimizi söyleyemeyeceğim, -dergahın uludur, kıtmir kulundur- Anlayıp yönelebilseydik her şeyi hale bağlar ve “halimiz ayan” der, sükutla içimizi dökerdik. Ama mücrim de olsak, rahmetinin enginliğine çağıran Sen, günahkârların affına ferman çıkaran da Sensin. Dua adına konuşmamıza müsaaden olmasaydı, böyle bir teveccühe yeltenemez ve huzurunda içimizi dökme saygısızlığında bulunmazdık.
Yeis, ümitlerimize çelme takma peşinde, düşüncelerimiz plansızlığın cenderesinde ve hemen hepimiz müterakim ihmallerin doğurduğu bir çaresizlik içindeyiz. “Kimsemiz yok” diyemem, çünkü Sen varsın; tamamen naçar kaldığımızı söyleyemem, zira Sen çaresizlerin çaresisin. Ey sevgisi bütün sevgilerin önünde Sultanlar Sultanı, bizi bir kere daha yakınlığına kabul buyur ve Senden hususi iltifat bekleyenleri, kendi uzaklıklarıyla baş başa bırakma; bırakıp hicranla yakma.
Bizden önce de binler-yüzler kaçak yaşadı; sonra döndü bunlardan bazıları Senin merhametine el açtı; el açtı ve başını eşiğine koyup gözyaşlarıyla içini sadece Sana döktü. Sen de onların hepsini şefkat kurnalarında arındırdın, sonra da alıp hususi sıyanetinde barındırdın. Bunca yıl sonra bizler de durmuş kapında, Senin kulların olduğumuzu mırıldanıyor, iltifatta bulunup kabul ettiklerine teveccüh buyurduğun gibi bize de bir kapı aralayıp, “Geçin içeriye” diyeceğin anı intizar ediyoruz.
Ey Merhametliler Merhametlisi, halimizi sadece Sana açıyor, içimizi yalnız Sana döküyor ve son bir kere daha en içten iniltilerle engin rahmetinin kapısını tıklatıyoruz; tıklatıyor ve “Meded ey Kafile-sâlâr-ı rusül huz biyedi!” diyoruz. Meded ey gizli açık her halimizi bilen! Meded ey hayat ve kaderimize hükmeden! Meded ey ilk kapı ve ilk-son merci!” El fatiha.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Öztürk Arşivi