Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Elçiye infaz

Elçiye infaz

Milliyet gazetesinde Hasan Pulur bir yazısında küstahlığa dönüşen İsrail kibrini örnekleriyle anlatıyor. Kibrin başını döndürdüğünü ve başına gelenlerin de bu kibrin taşkınlık hali olan küstahlık yüzünden olduğuna temas ediyor. Oğuz Çelikkol'a yapılan muamele de bütün diplomatik örf ve normlara aykırı düşmüştür. Türkçe'de 'elçiye zeval olmaz' diye bir tabir vardır. İşte İsrail bu kuralı çiğnemiştir. Kurtlar Vadisi'nde İsrailli diplomatın infaz edilmesine mukabil, İsrail öcünü elçiden çıkarma hevesine kapılmış ve gafletine düşmüştür. Dolayısıyla diplomasi ve onu ilaveten davranış ve adab-ı muaşeret kurallarını toptan ihlal etmiştir. Murat Yetkin'in de hatırlattığı gibi, Batı dillerinde ve özellikle de İngilizce'de elçinin dokunulmazlığına atıf vardır. 'Don't shoot the messenger' elçiye kıyma veya elçiye zeval olmaz sözünü ilk söyleyen kişi Shakespeare'dir ve Henry IV, kısım 2 (1598) ardından Antony ve Cleopatra (1606-07) isimli eserlerinde bu ifadeye yer vermiş ve kullanmıştır. Esasında, Kur'an-ı Kerim de, ilahi elçileri( peygamberler) nezir ve beşir yani müjdeci ve uyarıcı olarak nitelendirilmiştir. Lakin Hazreti İsa'nın getirdiği İncil, müjde demektir ve beşaret anlamındadır. Bu anlamda, Mesih'in misyonundan bir kısmına atıfta bulunulmaktadır. Gerçekten de Mesih farklı bir yaratılışla müjdeci yönü ağır basmaktadır. Lakin İncil'e de baktığımızda tek yönlü bir mesajla gönderilmediğini ve Ferisilerle ve benzerleriyle tartışmaları (onlara yılanların çocukları gibi ifadeler kullanması) bunun ispatıdır. Lakin Hıristiyanlar onun sadece müjdeci boyutuna vurgu yaparlar. Halbuki, onun da nezir yani uyarıcı boyutu da vardır. Batı'da 'elçiyi öldürme' buyruğuna ters olarak 'No one loves the messenger who brings bad news/Kimse kötü haber getiren elçiyi sevmez' diye bir başka tabir daha vardır. Evet, insanlar uyarıcıları sevmezler. Sevmemek yine de öldürmekle eşdeğer olamaz. Dolayısıyla 'kötü haberci sevilmez' ifadesiyle 'elçiyi öldürmeyin' deyimi farklı makamlarda söylenmiş sözlerdir.

'Elçiyi öldürme' ifadesini, yapı bozumculuk üzerinden giderek ilk söyleyeni olan Shakespeare'in Yahudilere bakışıyla izah edebilir miyiz? Bilindiği gibi, Shakespeare Yahudi aleyhtarı biri olarak bilinmektedir. Shakespeare, Venedik Taciri adlı eserinde tefeciliği bir sistem olarak Yahudi Shylock adlı hayali kişiyle bütünleştirmiştir. Buradan yola çıkarak aslında 'elçiyi öldürme' sözünün gerisinde de yine Yahudilere bir atıf olduğunu söyleyebilir miyiz? Zira, Hıristiylar ve özellikle de Katolikler nezdinde Yahudiler 'God's killers/ Tanrı katilleri olarak şöhret bulmuşlardır. Bundan dolayı acaba Shakespeare'in eserlerinde kullanılan bu ifade şuur altı olarak Yahudilere mi gönderme yapmaktadır? Hıristiyanlar Hazreti İsa'yı Roma idaresine gammazladıkları ve ihbar ettiklerinden dolayı Yahudilere bu sıfatı yakıştırmışlardır. 1962-65 yıllarında kabul edilen İkinci Vatikan Konsili kararlarına kadar da genel olarak Katolik Kilisesi mensupları Yahudileri bu sıfatla anmışlardır. Kur'an-ı Kerim ise onları 'kateletü enbiya' yani peygamber katilleri olarak vasıflandırmaktadır. En azından Zekeriya ve oğlu Yahya Aleyhisselam'ın öldürülmesinden dolayı. Belki sorumlulukları arasında isimleri verilmeyen başka peygamberler de olabilir. Öyleyse Hıristiyanlar nezdinde Tanrı Katilleri olan Yahudilerin vasfı Kur'an-ı Kerim'de elçilerin katilleri olarak geçmektedir. 'Don't shoot the messenger' kavramına atıfta bulunan gazeteci-yazar Murat Yetkin bu kavram ışığında Lieberman'ın Yardımcısı Danny Ayalon'ın Türk Büyükelçisini mecazen öldürdüğünü ve infaz ettiğini yazmıştır.

Geçmişte ilahi elçilere saldıranların huyu değişmemiş; tek farkla ki, günümüzde yön değiştirerek, bu saldırganlık diğer ülkelerin büyükelçilerine yönelmiştir. Maalesef günümüzde maşeri vicdana ve toplumsal belleğe veya hafızaya yeni bir kavram daha yerleşmiş ve 'çocuk katilleri' de onlara bu asrın bir yakıştırması olmuştur. Bu kendi yaptıklarının akis ve bumerang biçiminde kendilerine geri dönmesinden başka bir şey değildir. Bu hususta, Hazreti Ali'nin kulaklara küpe bir sözü vardır: Mazlumun zulmü kadar fahiş olanı yoktur. 'Mazlumun zulmünü' büyüten hususlardan birisi de anti semitizm gibi kavramları sütre yaparak haklı da olsa eleştirileri püskürtmek ve gelen adrese geri göndermektir. Ahlaki retçi İsrailli askerlerin varlığından da biliyoruz ki, fail millet veya toptan suçlu millet olmayacağı gibi masum millet de yoktur. Kur'an-ı Kerim, Beni İsrail Suresinin başlarında (diğer adıyla İsra Suresi) onların kötü vasıflarına atıfta bulunduktan sonra kestirip atmaz ve iyiliğe dönme kapısının açık olduğunu hatırlatır. İsrail'in muhtaç olduğu şey özür dilemek değil özür dilemeye götüren fiillerini gözden girmektir. Böyle olursa rüştünü ispat edebilir ve insanlık topluluğuna girebilir.

Onların bu saldırgan üsluplarına intibak eden ayetlerden birisi şöyledir: Lâ yarkabûne fî mu'minin illen ve lâ zimmeh(zimmeten), ve ulâike humul mu'tedûn(mu'tedûne). İnananlar hakkında ne bir ahit tanırlar ne de bir anlaşma. İşte onlar haddi aşanların ta kendileridir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi