Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

ArapTürk münasebetlerinde derinlik ihtiyacı

ArapTürk münasebetlerinde derinlik ihtiyacı

Arap-Türk münasebetleri bağlamında her gün yeni toplantılar ve etkinlikler yapılıyor. Lakin bunlar pek öze inemiyor ve nüfuz edemiyor. Türk-Arap ilişkileri şimdilik popülist ekseni ve eşiği aşabilmiş değil. Bunun nabzını en iyi tutacaklardan birisi de son dönem İslam ulemasından İhsan Efendi'nin oğlu İKÖ Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu'dur. Zira, kendisi uzun dönemden beri Türk-Arap ilişkilerinin gelişmesi bağlamında en önemli mevkilerden birisini temsil ediyor. Türk-Arap ilişkilerinin mühendisliğini yapabilecek bir mevkide bulunuyor. Elbette ki ilişkileri bir anda sıçratmak ve ivme kazandırmak kolay değil. Lakin kolaycılıkla veya propaganda teknikleri ile de bir yere varmak da mümkün olmuyor. Halktan halka, aydınlardan aydınlara ve yöneticilerden yöneticilere derin bağlar tesis etmemiz gerekiyor. Bu bağlamda, henüz yolun başında sayılırız. 11 Mart (2010) günü yolum Ankara'ya düştü ve Dost TV'nin davetlisi olarak Ankara'ya gitmiştim. Uçakta Skylife dergisinin son sayısını karıştırdım ve bu sayısı oldukça muhtevalı idi. Ekmeleddin İhsanoğlu ile sanki ilgi alanı taranmak suretiyle bir mülakat gerçekleştirilmiş. Ortaya güzel bir sohbet çıkmış. Türk-Arap münasebetleri derkenarına bazı haşiyeler ve notlar düşmüş. Yakın geçmişe kadar bırakın ülkeler arasında vizelerin kaldırılması; genelde ilişkileri üçüncü ve batılı ülkeler üzerinden kurardık. Hacılar Türkiye'yi telefonda ya İngiltere ya da İtalya üzerinden arayabilirlerdi. O günler şükür ki geride kaldı. Lakin hâlâ tortularından tam kurtulamadık. İstenilen derinliği yakalayamadık.

Ekmeleddin İhsanoğlu bu tortulara işaret ediyor. Bu bağlamda, dikkat çekici örnekler veriyor. Sözgelimi, Nobel Edebiyat Ödülü alabilmiş tek Mısırlı yazar olan Necip Mahfuz'un eserleri Türkçe'ye İngilizce üzerinden çevrilmiş. Belli ki bu garip durum Ekmeleddin İhsanoğlu'nun dikkatinden kaçmamış. Ve Necip Mahfuz'un Türk karşılığı olan Orhan Pamuk da Arapça'ya çevrildi lakin yine İngilizce üzerinden. Son sıralarda bazı Türk filmlerinin Arapça dublajları yapılıyor. Bunlar bir ilerleme olsa da yine de pek az mesafe alabildik. Gerçek mesafenin alınması gerekir. Gençlik yıllarımda ve talebe iken Kahire sokaklarını arşınlarken ve turlarken zaman zaman sinema afişleriyle karşılaşırdım. Bir defasında Cüneyt Arkın'ın bir filmiyle karşılaştım. Yine aksiyon filmlerinden birisi olmalıydı. Lakin isminde bir gariplik sezdim ve niyeyse Cüneyt Arkın, Arapça olarak George Arkın şeklinde yazılmıştı. Kompleks ürünü olmalıydı ve tebessüm ettim, geçtim. Bizde de öyle değil mi? Hâlâ lokanta yerine restaurant yazanlarımız yok mu, yoksa çok mu?

Şubat ayında da Urfa'da idik ve Arapların Gözüyle Türkler Sempozyumuna iştirak ettik. İyi de oldu. Lakin orada da Ekmeleddin İhsanoğlu'nun tespitlerinin yansımalarıyla karşılaştık. Suriye tarafı bizim kuşağın neredeyse unuttuğu yazar ve edebiyatçıları referans noktası olarak anlatıp duruyorlardı. Tabii ki, burada kabahat iki türlü ve büyüğü bize ait. Yeni nesil yazar ve çizerleri tanıtmamışız ve çeşitlendirme yapmamışız. Onlar ise Soğuk Savaş döneminin kalıntısı olan gözde isimleri hatırlamaya devam etmişler. Bu bağlamda, birkaç konuşmacı Aziz Nesin ve Nazım Hikmet'in çeşitli yönlerini dile getirdi. Özellikle de Nazım Hikmet bizim gayretlerimizle değil enternasyonalist çabalarla Araplara duyurulmuş oldu. Ben dahi onun ilk şiirleriyle Arapça çevirisinden; El Mecelle dergisi üzerinden tanıştım. Ve bu tanıma genellikle tek yanlı bir tanıma olmuştur. Şairin kasıtlı olarak belirli yönleri öne çıkarılmış, tanıtılmış ve iç dünyası ihmal edilmiştir. Edebiyat hayatına Mevlana şiirleriyle atılan Nazım Hikmet 'eve dönen şair' Yahya Kemal Beyatlı gibi daima evin yolunu gözlemiş ve özlemiştir. Tutma imkanı olsaydı belki onu tutacaktı. Lakin bir kere köprüleri atmıştı. Onun bu karanlıkta kalan yönünü bize anlatan Romanyalı edebiyat tarihçisi Enver Mahmut olmuş ve bunu Türk basınında ilk kez yazan da bendeniz olmuştu. Dolayısıyla bizler Nazım Hikmet'i ideolojik deli gömleğinden sıyırıp da insani boyuta taşıyamadık ve bir biçimde bunu yapmayarak istismarına katkıda da bulunduk. Onun ideolojik boyutu yok muydu? Elbette vardı. Lakin bu inişli çıkışlı, gel gitli bir boyuttu ve onun gerisinde muazzam bir insani boyut daha vardı. İnsani boyutta da yer yer İslami renkler ve boyutlar yer almıştır. İnşallah zamanla ihmal ettiğimiz boyutları yeniden kazanırız. Arap-Türk münasebetlerinde derinlik arttıkça, ilişkiler sıhhat ve metanet kazanacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi