Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Akdeniz’in serin sularında

Akdeniz’in serin sularında

27 Mayıs’ı 28 Mayıs’a bağlayan gece yarısı en nihayet Vira Bismillah diyerek Antalya limanından demir aldık. Lakin zorla yerleştiğimiz mekanı muhafaza etmekte ve korumakta zorluk çekiyoruz. Bir yere gitmeye gelmiyor. Bakıyorsunuz, bulunduğunuz masa veya koltuklara yeni birileri gelmiş, yerleşmiş. Biraz da benim gibi mahcup biriyseniz yerinizi muhafaza edemeyeceksiniz demektir. Yan koltuklarda oturan Mısırlı milletvekilleriyle hasbihal ediyoruz. Bunlardan birisinin adı Muhammed Baltacı idi. Onlar gemi Aşdod Limanı’na yaklaşınca ilk tahliye edilen yabancılar arasındaydılar. İsrail böylece Mısır’a Müslüman Kardeşler milletvekilleri üzerinden bir jest yapmış oldu. Bu jest İhvan vekillerden ziyade Mısır rejimine yönelik idi ve burada gizli bir ‘sizi kolluyoruz’ mesajı vardı. Bu vekiller daha sonra Refah Kapısı açıldığında içeriye bir yardım kampanyası eşliğinde ilk girenler arasında yer aldılar. Biz Gazze’ye ulaşamadık ama onlar ulaştılar. Çoktandır Mısır’a gitmemiştim ve bazı eski dostları sordum. Hatırlamakta zorlandılar. Besbelli ki, Mısır’da da değişimler hızlı oluyor ve makamlar ve insanların yerlerinde yeller esiyordu. Tevfik Ganim’i ve bazı arkadaşları sordum, fakat haber alamadım. Demek ki Mısır’da Hüsnü Müberek haricinde her şey değişmiş. Kimse yerli yerinde değil. Durum aynen şarkı sözlerini hatırlatıyor: Şarkılara sordum söylemediler. Anılara yalvardım bilemediler. Ufukları aradım görünmediler. Gerçekten de eski dostlarımız ya yerlerini ya da dünyalarını değiştirmiş idiler. O gece vaktimiz gemiyi tanımakla geçti. Güverte bir başka idi. Gemi denizde fındık kabuğu gibi sallanıyordu. Bazılarının mideleri bulandı. Midem biraz hasarlı olsa da deniz tutmadı.
¥
Sodamız, çayımız ve kahvemiz boldu. Peksimet yani kuru ekmek yerine İstanbul Belediyesi’nin üretmiş olduğu altın ekmek besleyici idi ve mide dostu sayılırdı. Bir tanesini yediğinizde doyuyordunuz ve oldukça da sağlıklı idi. O gece gemiyi ve yoldaşları tanıma merakımdan dolayı biraz başka bölümlerde oldum, yerime geldiğimde başkalarının uzandığını ve uykuya daldıklarını gördüm. Ben de benim gibi yerini ihmal etmiş birinin yerine tedirgin bir şekilde uzandım. Sahibi gelseydi muhakkak ki kalkacak ve nasibimi başka mekanlarda arayacaktım. Normal seyirle aslında 25 saatte Gazze açıklarına varacağımız hesap ediliyordu. İsrail’in müdahale ihtimaliyle birlikte bazen hayalimde kendimi Gazze’de görüyor ve bazen de İsrail’in tepkilerini hesaba katıyordum. Lakin fazla endişeli olduğumuz da söylenemezdi. Güverteyi tanıdıkça oturma salonlarına pek inmek istemiyordum. Zira denizin esintisi insana saba rüzgarları gibi geliyordu. O geceyi bir koltuk üzerinde rahat bir biçimde geçirdim. Sabahları okunulan ezanla birlikte uyanıyor ve sabah namazından sonra isteyen kestirmeye devam ediyordu. Lakin hareketlilik de başlıyordu. 8 itibarıyla anonslar başlıyor ve kahvaltı dağıtmak için erzak deposunun veya kantinin kepenkleri açılıyordu. Her bölümün ayrı kantini vardı ve servis oradan yapılıyordu. Bir kısmı tanıdık arkadaşlardandı. Hele Lüleburgazlı Recep Usta ile arkadaşı Antalyalı (Anamurlu) Murad Usta ikramlarıyla midemizi ve sohbetleriyle gönlümüzü doyuruyorlardı. Ayaklarımız da bizi hem midemizin hem de gönlümüzün doyduğu yere doğru çekiyordu. Sabahleyin peynir, salam, domates, salata ve benzeri kahvaltı çeşitleri veriliyordu. Çayla birlikte deniz şartlarında mükellef sayılabilecek bir kahvaltı yapıyorduk. Yolculuk boyunca tek sıkıntısını çektiğimiz şey zaman zaman yatacak mekan darlığı idi. Ve bir de banyo için tatlı su stoklarının erkenden tükenmesiydi. Onun ötesinde hiçbir ihtiyacımız yoktu. Hatta diğer kalemlerde bolluktan dahi bahsedilebilirdi.
¥
İlk sabah uyanıp da güverteye çıktığımızda bizi meltem gibi tatlı bir hava bekliyordu. ‘Dünya varmış’ dedirtiyordu. Doğrusu denize tutulmuştum. Denizin güzelliğiyle arkadaşların güzelliği ve havanın güzelliği ile gaye ve maksadının ulviliği birleştiğinde ve birbirine karıştığında ortaya mutluluk tablosu çıkıyordu. Gemiyi henüz keşfetmemiştim. Gazeteciliğe veda etmiş olduğumdan dolayı fotoğraf çekmek gibi derdim yoktu. Sadece yazı yazıyordum. Bundan dolayı olayların peşinde olmaktan ziyade tefekkürün ve sohbetin peşinde idim. Sohbet edecek çok sayıda arkadaş vardı. Bizi Antalya’daki ekibimiz orada da yalnız bırakmadı ve onlarla daima hasbihal ediyorduk. Onun ötesinde İstanbul’dan tanıdık simalar da bizimle beraberdiler. Bu anlamda İlker Saltabaş, Mustafa Tuna ve daha sonra gemide yaralanan Pakistan mezunu (İslamabad İslam Üniversitesi) İbrahim Şahin de bizimleydi ve onlarla değişik konular etrafında sohbet ediyorduk. Bazen Adem Özköse de dış politika alanlarında sohbete karışıyordu. Bu sohbetlere rağmen yine de gemide biraz mürdimgiraz yani münzevi takılıyordum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi