Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Halifenin nükleer yetkisi

Halifenin nükleer yetkisi

Elbette İslamiyet mahza rahmet dinidir. Lakin rahmeti de adaletinde gizlidir. Hırsız, uğru veya cezaya müstahak olmuş birisi Hazreti Ömer’e yalvarır ve kendisine şefkatle muamele etmesini ve afla mukabele etmesini ister. Hazreti Ömer de ona şöyle mukabele eder: “Allah’ın adil ismine gelinceye ve takılıncaya kadar kim bilir kaç defa rahmet isminin ve afuv isminin tecellisinden geçmişindir ki, sonunda adil isminde takıldın.” Evet, karineler zanlının lehine kullanılır. Lakin bazen son çare dağlamak misali cezayı hak edene de ceza uygulanır. Şahıs hukukunda olduğu gibi devletler hukukunda da mesele böyledir. İslamiyet ve Milletler Hukuku adıyla Prof.Dr. A. Reşid Turnagül’ün mukayeseli muhteşem bir eseri vardır. İslamiyet’in rahmetini ve başkalarından farkını ortaya koyar. İslam hukukun tarih boyunca üstünlüklerini anlatır. Fuad Sezgin’in ilmi keşiflerde İslamiyet’in 8 asır boyunca Batı’ya üstünlüğünü kanıtlarıyla anlatması gibi, devletler hukukunda da A. Reşid Turnagül üstünlüğün bir başka boyutuna parmak basar.
Devletler hukuku bağlamında savaş hukuku da önemli bir yer tutar. Bu hususta gündeme gelen meselelerden birisi de İslami otorite, devlet başkanı veya halifenin yetkilerinin sınırıdır. Mesela, sözgelimi halifenin nükleer silahları imal etme ve kullanma yetkisi var mıdır? İslam hukukçusu olmasa da İslamiyet’in ahlakı veçhesi ve daveti açısından Yunus Çengel bu tarz silahların hem imalatına hem de kullanılmasına karşı çıkar. Elbette bu duygu, şefkat ve muhabbet açısından anlaşılabilir bir durumdur. Bununla birlikte, duyguların da şer’i sınırları ve ölçüleri vardır. Şer’i haya ve utanma ile insandan insana değişen utangaçlık arasında her zaman bir uyum söz konusu değildir. Bazıları utangaçlığından dolayı dini mükellefiyetini dahi öğrenemez. Şefkat de böyledir. Şer’i olanı vardır ve ölçüyü zorlayanı da vardır. Hazreti Ebubekir (r.a.) hiçbir Müslümanı, diğer bazıları ise Allah’a rağmen münkir dahi olsa kimseyi cehennemde bırakmak istemez. Lakin din kişilerin arzularına göre değil Allah’ın iradesine göre şekillenir.

Yunus Çengel samimi duygularla birlikte kitle imha silahları konusunda Müslümanların bir çağrı yayınlamalarından yanadır. Hayalindeki çağrı şudur: “Biz Müslümanlar olarak her ne şart altında olursa olsun, her türlü terörü ve kitle imha silahlarının kullanımını tel’in ediyoruz, masum tek bir insanın öldürülmesini en büyük bir vahşet ve bir insanlık suçu olarak görüyoruz ve terör ve kitle imha silahlarını kullanmaya tevessül edenleri insanların en aşağıları ve en vahşileri telakki ediyoruz. Biz Müslümanlar olarak nükleer silahlar dahil elimizdeki mevcut tüm kitle imha silahlarını imha ediyoruz, bu konudaki araştırma ve imalat programlarına son veriyoruz ve üzerimize bu tür bombalar yağsa dahi asla bu silahlarla karşılık vermeyeceğimizi tüm dünyaya ilan ediyoruz.” Ona göre, böyle bir ilan milyarların zihinlerinde bir atom bombası etkisi yapacak, İslâm’ın etrafına örülmüş ve İslâm ile özdeşleştirilmiş kalın evham ve önyargı duvarlarını darmadağın edecek ve kitle imha silahlarının kullanımını haklı gösterebilecek tek gerekçe olan asılsız evham ve korkuları kaldırmakla, bu tür silahlara karşı manevî bir koruyucu kalkan oluşturacaktır. Bu çağrı insanlığın vicdanında yankı bulacak ve tüm dünyada kalıcı barış ve huzurun tesisine öncülük edecektir.

Daha önce Vakit’te yayınlanan “Kitle imha silahlarının İslami hükmü” yazımızda (10/06/2009) bu meseleye temas etmiştik. El Beyan dergisinden (Mayıs 2009) Muhammed Bin Şakir el Şerif, nükleer silahlar edinmek ve kullanmak hususunda ihtimalleri ve görüşleri serdediyor. Bu silahlar muhariplerin dışındaki unsurlara karşı kullanılmazlar. Lakin bunun da istisnası yok mudur? Mısır Müftüsü Ali Cuma da bu hususta yerinde değerlendirmelerde bulunmuştur. Bu da şudur: İslami otorite caydırıcılık açısından nükleer silahlar üretebilir ve depolayabilir. Bunun kullanılması ise devlet başkanının takdirine bağlıdır. Muhammed Bin Şakir eş Şerif de meseleyi üç boyutta ele almaktadır. Gayrimüslim ülkeler ve bütün dünya kitle imha silahlarından kurtulmak isterlerse ve bundan vazgeçerse buna uymak Müslümanlar için de geçerli ve zaruridir. Lakin burada aldatmaca değil, samimiyet aranmalıdır. Buna mukabil, gayrimüslim ülkeler nükleer veya kitle imha silahları depolarlarsa bu da Müslüman ülkelere mütekabiliyet hakkı verir. Müslümanlar da nükleer silahlar edinirler ve bu aynı zamanda bir görevdir. Bunun yararı caydırıcı olmasıdır.

Son tahlilde, Müslümanlar ellerindeki bu silahları kullanabilirler mi? Bunun cevabı da misilleme bağlamında taayyün eder. Müslümanlar misilleme bağlamı dışında bu silahları ilk kullanan taraf olmayacaktır. Peki düşman tarafın nükleer silahlar kullanması bir ihtimal ise bu taktirde, İslami otorite veya halife bu silahları erken ve ilk kullanan taraf olabilir mi? Ya da nükleer alanda önleyici bir darbe söz konusu mudur? Muhammed Takiyyüddin Nebhani bu hususta Mısır Müftüsü Ali Cum’a ve Muhammed Bin Şakir Eş Şereif’ten de ayrılarak ve hatta ileri giderek misillemeden öte karşı tarafın nükleer silahlar kullanma riskine ve endişesine mukabil, İslami otorite veya devlet başkanının da bu silahlara başvuran ilk taraf olabileceğini savunmaktadır (Dirasetü’l fıkh, Nebhani, S: 226). Esasında, İslami açıdan savaşlarda temsil (ölenlerin organlarına zarar vermek) ve yanık topraklar siyaseti yasaklanmıştır lakin Nebhani misilleme olarak ve karşı tarafın şevketini kırmak için bunlara da prensipte değil istisnaen cevaz verilebileceği görüşündedir. Nebhani’ye göre, nükleer silahlar kullanmak prensipte haramdır. Lakin iptidada yani başlangıçta haram olan bu mesele ileriki aşamada (fesaiden) vakıaya göre şekillenir. Vakıada diyalektik bir suret kazanmaktadır. Esasen prensipte savaşlarda masumların ve savaş dışı unsurların öldürülmesi haramdır. Lakin mesele karmaşık hale geldiğinde ise misilleme tarzları meşruiyet veya adem-i meşruiyet alanlarını belirler. Nebhani, Peygamberimizin Taif’e karşı mancınık kullanmasını kitle imha silahlarının edinilmesi ve kullanılması noktasında delil sayar. Keza Peygamberimiz Üsame İbni Zeyd’i, Übna adlı Filistin köyüne göndermesini ve gerekirse burasının dümdüz edilmesini (Ebu Davud, hadis: 2617) emretmesini yine istisnaen yanık topraklar siyasetinin cevazına bağlar. Übna’nın savaştaki vaziyetiyle Tevrat’ta Yuşa Bin Nun (Aleyhisselam) ile bağlantılı olarak hikaye edilen Eriha’nın durumu benzer görünmektedir.



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi