Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Basında merkezin ve merkeziyetin göçmesi

Basında merkezin ve merkeziyetin göçmesi

‘Hattı müdafaa yok sathı müdafaa var’ mealinde Mustafa Kemal’e atfedilen bir söz vardır. Buna göre, muayyen bir hat veya mevzii değil bütünüyle yüzey savunma hattıdır. Sanki basının geldiği nokta da burası. Basın giderek merkezini ve merkeziyetini yitirirken; adem-i merkezi bir yapıya bürünmekte yani yaygınlaşmaktadır. Bunu başka misallerle de anlatabiliriz. Şöyle ki, Mehmet Zahid Kotku rahmetullahı aleyhin hakka yürümesinden sonra Esad Coşan Hocaefendi ülkeden ayrılarak Avustralya’ya yerleşti ve bunun sonucu bir nevi olarak İskender Paşa merkez anlamında atalete uğradı ve cemaat açısından merkezi konumunu kaybetti. Burası Memet Zahid Kotku ile birlikte görünmez bir üniversiteydi ve cemaat, İskender Paşa Camii ile anılırdı. Esad Hocaefendinin vefatı ve yeni dönemle birlikte artık İskender Paşa, cemaatin manevi merkezi olmaktan çıktı. Hatta yeni dönem buna göre tanımlandı artık tekkenin bir yeryüzü olduğu ve iletişim aracının da internet olduğu ifade edildi. Cemaatin yeniden yapılanması yeni dönemin izlerini de taşıyor. Aynı şeyi Bediüzzaman 1911 yılında irat etmiş olduğu Hutbe-i Şamiye bağlamında ifade etmektedir. Daha sonra hutbenin kitap olarak yeni basımlarında, Camii Emevi’de irat edilen ve orada bulunan cemaate yönelik konuşmanın boyut değiştirdiğini ve Camii Emevi’nin Alem-i İslam’ın bütün sathı haline geldiğini ve hutbenin de bütün Müslümanlara yönelik olduğunu ifade etmiştir. Demek ki mücbir sebeplerden dolayı merkez ve merkeziyet çökebiliyor ve bunun yerini dikey değil yatay yapılanma alıyor. Anadolu Selçuklu Devletinin Moğol istilasından sonraki dönemdeki kazandığı yapı gibi. Bundan dolayı Bediüzzaman sadece hilafet meselesine vurguda bulunmamış, aksine onun yatay boyutu olan İttihad-ı İslam’a da dikkat çekmiştir. Yoksa yatay anlamı yani İttihad-ı İslam olmadan halifenin anlamı ve mahiyeti nedir ki?
¥
Bununla birlikte son sıralarda basınla ilgili şikayetler, insandan kopmasına odaklanmıştır. Bu doğru bir teşhistir. Denildiği gibi, basın devletin çıkarlarını değil kamu yararını gözetmelidir. Bu elbette ki ülke çıkarlarını tehlikeye atacağı anlamına gelmez. Lakin son dönemlerde basın yön ve kabuk değiştirmiş ve halka inmek yerine daha da yabancılaşmıştır. Fil dişi kulelerine çıkmıştır. 1980’li yıllardan itibaren Türk basını Bab-ı Ali ile anılmaz hale gelmiştir. Bu anlamda merkezini kaybetmiş ve İstanbul’a dağılmıştır. Teknolojinin gelişmesi buna imkan vermiştir. Çeşitli şehirlerde baskı yapabilme ve hazırlanan sayfaları da bilgisayar teknolojileri üzerinden geçebilme imkanları nedeniyle havaalanlarına yakın bulunma mecburiyeti kalkmıştır. Bununla birlikte, bu yapısal değişim basının kamuyla kaynaşmasına hizmet etmemiş, bilakis daha da koparmış, arayı daha da açmıştır. Muhatap kitleye üstten bakma teknolojik imkanlarla birlikte yani elektronik gazetecilikle birlikte istiğnaya dönüşmüştür. Bağcılar Belediyesi’nin tertip etmiş olduğu Uluslar arası Medya Sempozyumu’nda konuşanlardan birisi olan Mehmet Altan, Refii Cevat Ulunay ile ilgili bir anekdot aktarmıştır. Buna göre, Refii Cevat Ulunay gazetesindeki odasının kapısına bir not iliştirmiş ve notta okurlarını saat 16.00’dan itibaren kabul edeceğini bildiriyormuş. Lakin saat gelip çattığında yerinde yeller esiyor veya nadiren yerinde bulunuyormuş. Yani sıvışıyormuş. Kibarca okurlarını atlatıyormuş. Bugün ise bazı gazeteciler halkın arasına bile karışmıyor.
¥
Basında yapısal değişim ve dönüşüm devam ediyor. Bu meyanda Bab-ı Ali merkeziyetini kaybederken basın yeni bir eşik aşmış ve Özallı yıllarda plazalara taşınmıştı. Plazalar halkla gazeteler arasına yeni ve kalın duvarlar örmüştür. Bu, format olarak Amerikan gazeteciliği anlamına da geliyordu. Güvenlik duvarlarını ve koridorlarını aşıp bir vatandaşın gazeteye ve yazara ulaşması adeta imkansızı istemek gibi bir şey oldu. Gazeteciler duvarların arkasına saklandı. Onları özel güvenlik elemanlarının soğuk yüzleri karşılar oldu. Yüksek duvarlar caydırıcı bir etki meydana getirdi. Plaza sendromu atlatılamadan bu sefer de elektronik gazetecilik devri başladı ve muhabiran taifesinin de halkla ilişkileri azaldı ve neredeyse tamamen kesildi. Artık habercilik sokakta yapılmıyor, elektronik ortamda icra ediliyordu. Daha önce bu tür anlayışa masa başı gazetecilik deniliyordu. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte masa başı gazetecilik çağ atlayarak elektronik gazetecilik olarak ete kemiğe büründü. Dolayısıyla yalıtım, bir biçimde devam ediyordu. Lakin medya bu şekilde değişiyor da vatandaş aynı mı kalıyordu? Heyhat! Vatandaş da elektronik vatandaş haline gelmişti. Yani organik ve tabii yani kendisi olmaktan çıkmıştı. Onun da kendisiyle irtibatı kesilmişti. Bir Sadri Alışık repliğinde denildiği gibi ‘ne eski sen sen, ne eski ben benim’ artık. Ne basın eski basın, ne halk da eski halk. Denildiği gibi: Kel başa şimşir tarak. Basının halkı kendisine bağlamak için sağlam metotları var. Sansasyonel veya flash gazetecilik anlayışı gibi. ‘Nasılsanız öyle yönetilirsiniz’ gerçeği medya ayağında da karşımıza çıkıyor.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi